Arapça SLK kökünden gelen meslek مسلك “1. yol, rota, 2. (mec.) yöntem, fikir akımı, hayatta tutulan yol” sözcüğünden alıntıdır. Sözcük Arapça sülûk سلوك “bir yolu izleme, yol alma, seyahat etme ” sözcüğü ile eş kökenlidir.
Sözlükte “yola girmek, yolda yürümek; (bir şey) başka bir şeyin içine nüfuz etmek, katılmak, intikal etmek” anlamlarına gelen “sülûk” kelimesi tasavvufta “insanı Hakk’a ulaştıran tavır, amel, ibadet, fiil, hareket ve davranış tarzları” manasında kullanılmıştır. Tasavvuf “sülûk ilmi” şeklinde tarif edilir. Bu ilmin konusu, tâlibin Hakk’a erme yeteneğini kazanmak için nefsini dünya kirlerinden arındırması, ahlâkını düzeltmesi ve güzelleştirmesi, amacı da nefsini ve rabbini bilmesidir.
Sülûk ehlinin tutmuş olduğu yola özel anlamda “meslek” denir. Tasavvufta Hakk’a giden yolların, mesleklerin gökteki yıldızlardan daha çok, mahlûkatın nefesleri kadar olduğu kabul edilir. Bu sebeple meslekler birbirinden farklı olabilir. Bu fark sülûk ehlinin bilgi, amel, azim, mizaç, tabiat, meşrep, deneyim ve yeteneklerinin farklılığından kaynaklanır. Ebü’n-Necîb es-Sühreverdî mesleklerin farklı, maksadın ise bir olduğunu, sülûk ehlinin hal ve makamlarına göre amaçların da farklılaşabileceğini belirtir. Sâliklerin meslekleri ibadet ve taate, riyâzet ve perhizkârlığa, halvet ve inzivaya, seyahat ve sefere, hizmete, mücâhede ve çileye, melâmete, tevazua, öğrenme ve sohbette bulunmaya ağırlık ve öncelik verecek şekilde türlü türlü olabilir (Âdâbü’l-mürîdîn, s. 24). Mesleklerin farklılığı sülûk ehline kolaylık sağlamakta, amaçlarına ulaşmalarına yardım etmektedir. Sâlikler hangi mesleği benimserse benimsesin dinin emirlerine uyduğu, kötülüklerden kaçındığı sürece hak dairesindedir ve doğru yoldadır (Zerrûk, s. 34).
Günümüzde de hâlâ yaygın şekilde kullanılmakta olan meslek kelimesinin tasavvufî literatürde de kullanılan sülûk kelimesi ile aynı kökten gelmesi, mesleğin sahibini bir nevi terbiye edici işlevini hemen aklımıza getiriyor. Ve tabi hemen akabinde “Ahi teşkilatı”nı…
Ahilik 13. yüzyıldan itibaren yaklaşık 500 yıl etkili olmuş bir teşkilattır. Ahlakî, askerî ve siyasal alan dışında, sosyal ve ekonomik alanlarda da etkili olmuş bu teşkilatın tasavvufla örtüşen çok yönü vardır. Ahilik daha çok bir meslek teşkilatı olarak görünmekle beraber, askerî ve ahlakî alanda da ön plana çıkmıştır. Tasavvuf da bir ilim olduğu kadar aynı zamanda bir hâl ve eğitim işidir. Bu sebeple gerek ferdî gerekse toplumsal hayatta derin izler bırakan önemli müesseseler kurmuştur.
Tasavvufun pek çok tanımı olmakla beraber ağırlıklı olarak İslam dini’nin ahlakî veya ihsanla alakalı kısmıyla ilgili olduğu yönünde vurgular yapılmıştır. Nitekim İslam dini bir ahlak nizamı benimsemiştir ve bu nizamdaki temel öge ise “ahlaklı insan” olmuştur. Ahi de uzun yıllar içerisinde bir taraftan zanaatını öğrenmekte, diğer taraftan da ruhî olgunluğa ermektedir. Meslekî ilerlemesi de âdeta ruhî tekâmülü ile paralellik arzetmektedir. Ahilik, Ahi Evran tarafından kurulan, ahlaki esaslara dayalı bir sivil teşkilat olup hedefi kaliteli ve ahlaklı insan yetiştirmektir. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’da yaşayan Türkmen halkın sanat, ticaret, ekonomi gibi çeşitli meslek alanlarında yetişmelerini sağlayan, onları hem ekonomik hem de ahlakî yönden yetiştiren, çalışma hayatını iyi insan meziyetlerini esas alarak düzenleyen bir örgütlenmedir.
Terim olarak ahiliğin temelini oluşturan “fütüvvet”ten bahsedenler aynı zamanda birer sûfidirler. Bu nedenle ahilik ve tasavvuf arasındaki ilgi ve çizgi önemlidir. Sûfîlerce fütüvvet, tasavvufi yaşantının önemli mertebelerinden birisi olarak kabul edilmekteydi. Onlara göre, fütüvvet, iyi davranışların toplamından ibaret olan bir yaşam tarzıydı. Bu yaşam tarzı, Peygamberlerin ve İslam büyüklerinin yüksek vasıflarıyla belirginleşmişti. Fütüvvet anlayışına temel teşkil eden bazı hadislerin de sûfilerce nakledilmiş olması tasavvuf fütüvvet arasındaki irtibatı daha da kuvvetlendirmektedir. Mesela Kuşeyrî “Kul Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderdiği müddetçe Allah da onun ihtiyacını giderir” ve Muhyiddîn b. Arabî “Bir kavmin efendisi ona hizmet edendir” hadislerini naklederler. Bir başka hadiste de “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır” buyrulur. Yine tasavvufta ve ahilikte üstaddan talebeye bilgi aktarımı ilkeleri konusunda da önemli ölçüde bir benzerlik bulunmaktadır.
XIV. yüzyılda Anadolu’nun sosyal hayatının düzenlenmesinde büyük bir rol oynadığını gördüğümüz Ahiliğin prensipleri tasavvuf ve fütüvvet ahlakı ile paralellik göstermektedir.
Her iki kurumun da ortak ahlakî prensiplerini şu şekilde özetleyebiliriz:
Doğruluk, vefa, güzel huy, göz tokluğu, kötü söz dinlemekten kaçınma, iyilik yapmayı arzulama, güzel komşuluk, güzel konuşma, ahde vefa, Allah’ın senin emrinin altına verdiği aile efradına ve hizmetçilere iyi muamele, çocukları terbiye etme, büyüklere karşı edepli davranma, kinden, aldatmadan, buğuzdan uzaklaşma, Allah için dost ve Allah için düşman olma, misafirlere hizmet etme, dostların işini gönülden yapma, dostlarına yemeğinden yedirmek suretiyle saygı gösterme, canıyla malıyla onların ihtiyaçlarını karşılamağa koşma, gelmeyene giderek karşılık verme, tevazua sarılma, kibirden kaçınma, hallerini ve sebeplerini beğenmeden vazgeçme, ana-babaya iyilik, akrabayı ziyaret, ihvanın kusurlarına göz yumma, kabahatlerini örtme, gizlide onlara öğüt verme, her zaman onlara dua etme, halkı yaptıkları işlerde mazur görme, nefsinin şerrini ve zulmünü bilerek her zaman kendini ayıplama, halk ile ülfet etme, Müslümanlara şefkat, merhamet ve iyilik etme, fakirlere acıma, dili yalandan, gıybetten koruma, gözü haramdan yumma, amellerde ihlas, hallerde doğruluk, iyilerle arkadaş olma, kötülerden kaçma, dünyadan yüz çevirme, dilekleri terk etme, fakirlerle oturmaktan şeref duyma, Rabbiyle zengin olma ve zenginliğine şükretme, hiç kimseden çekinmeden hakkı söyleme, sevinecek şeye şükretme, belâlara sabretme, hıyanetten uzaklaşma, mecliste aşağıda oturmaya razı olma, arkadaşlara danışma, yokluk sırasında yalnız Allah’a güvenme, salihlere hürmet, günahkârlara şefkat etmeyi bilme, kimsenin kendisinden rahatsız olmamasına dikkat etme, dostunun dostuyla dost, düşmanıyla düşman olma, ziyaretine gideceği kimsenin uzakta bulunması dolayısıyla ziyaretten geri kalmama.
Bugün de çocuklarımız, öğrencilerimiz, meslek seçerken bir mesleğe yönelirken aslında tüm bu güzel hasletleri kendilerine kazandıracak yolları seçiyorlar kanaatimce. Yazılı, görsel ya da sözlü bazı kaynakların empoze ettiği sadece daha çok kazanıp daha çok tüketmek üzerine kurulu bir sistemi takip etmek yerine kendini ve dolayısıyla Rabbini bildirmeye yönelik bir süreci tercih ediyorlar. Bu sürecin daha sağlıklı ilerleyebilmesi için biz yetişkinlere düşen çoğu zaman sadece ayrık otlarını temizlemek bana kalırsa… Yüce Rabbimizin her mahlukunu ilahî sistemde kendi kulluğunu gerçekleştirecek kabiliyetlerle donatmış olarak yarattığına şüphemiz olmadığına göre öncelikle örnek olarak keşiflerine yardımcı olmak herhalde en doğru davranış olacaktır. İnsanların tarihin her döneminde dolayısıyla bugün de maddi ve manevi arayış içerisinde olduğu, kötü ve yanlış örneklerin sayısızca sergilendigi toplum hayatında güzelliklerin de olduğu unutulmamalıdır. Hz. Peygamber’in El-Emin sıfatının o günün cahiliyesine olduğu gibi bugüne de “rahmet” olacağı apaçık ortadadır. Değişen ihtiyaçlar, dijital dünya, yapay zeka vs. hayatımıza giren birtakım yeni unsurların hepsi “Kendini bilen, Rabbini bilir.” temel öğretisi ile şekillendiğinde, o doğrultuda insana hizmet edecektir.
Ayşe Saraç
Kaynakça
TDV İslam Ansiklopedisi, Sülûk maddesi.
Ahilik ve Tasavvuftaki Bazı Müşterek Ahlakî Ögeler, Doç. Dr. Vahit GÖKTAŞ.