14 Ekim 2024 / 10 Rebiül Ahir 1446

Ahiret Algısı ve Dünya

Ahiret âlemi, dünya hayatındaki insanlar için gayba dair bir bilgidir. Dolayısıyla bilginin eyleme dönüşmesini sağlayacak güçlü bir motivasyona ihtiyaç duyulur. Bu motivasyonun kaynağı ise iman ve iradedir. Ahiret inancı, hayal âleminde bir masal gibi yer aldığında, öncelikler ve önemliler sırasında kayma yaşanır.

Hâlbuki ahiret, gerçeğin ta kendisidir. Yaşadığımız bu dünyadan daha gerçek.

Ahirete yönelik iman ve iradenin güçlendirilmesi için dünya ve ahirete dair tefekkür vakitlerine ihtiyaç duyulur. Bu tefekkür alıştırmalarının akabinde, dünya insanı, öncelik algısındaki kaymaları yeniden düzenleme ihtiyacı duyacaktır. Tefekkür edebilmek için kitabımız Kur’an-ı Kerim, başucumuzda, kendisini okumamızı beklemektedir. Okumamızı, anlamamızı ve hayatı anlamlandırmamızı…

Kasas Sûresi, 77. ayet-i kerimede şöyle buyrulur: “Allah’ın sana verdiği (her türlü) şeyde âhiret yurdunu da ara. Dünyadan (helalinden olarak) nasibini de unutma! Allah’ın sana iyilik ettiği gibi sen de iyilik et. (Emirlerine muhalefet ederek) yeryüzünde bozgunculuk (yapmayı) isteme! Çünkü Allah bozguncuları sevmez.”

Kârun’a hitaben söylenen sözleri ihtiva eden ayet-i kerime, tüm insanlık için bir hayat düsturudur. Tefsir eserlerimizde, bu öğüdün muhtevasının çok geniş olduğu ve şayet ders alınırsa, daha fazlasına hiçbir ihtiyaç kalmayacağı belirtilir.

 “Allah’ın verdiği şey” ifadesi geniş bir manaya sahiptir. Zira bu dünyada sahip olunan her şey Allah’ın lütfudur. Bu gerçeği idrak edememiş, yani sahip olduğu herhangi bir şeyi kendisinin kazandığını, hak ettiğini düşünen kimseler Kârun ahlaklı kimselerdir. Nitekim Kârun, zenginliği ile şımarmış ve kazandıklarını kendi ilmi sayesinde elde ettiğini iddia etmişti.[1]

Bu kimseler, sahip oldukları ile şımarma eğilimindedirler. Oysa dünyalık ile ancak, ona razı olup da onunla güven bulan kimse şımarır. Bu hal, dünyaya bağlanma ve dolayısıyla ahiretten gafil olma haline evrilir. İşte ahiret inancının kesinliğini kaybetmesi bu noktada başlar. Kendisinin pek yakında dünyadan ayrılacağını bilen kimse ise, dünyalık lütuflarla şımarmaz, sadece minnettarlık içinde Rabbine şükretmeye çalışır.

Kârun ahlakının bir diğer yüzü de sahip olunan şeylerin tasarrufu ile ilgilidir. Bu kimseler, nefislerinin hevâ ve hevesleri ile tasarrufta bulunma yetkileri olduğu zannıyla hareket ederler. Oysa ahiret yurduna talip olan kişi, her türlü harcamasının da ilahi iradeye uygun olması gayretini taşır.

“Allah’ın sana verdiği (her türlü) şeyde âhiret yurdunu da ara.” ifadesinin muhatabı, ahirete iman eden kimsedir. Bu demek oluyor ki ahirete iman ediyorsan, ahiretin varlığını kabul ediyorsan, yapman gereken, sahip olduğun her şeyde önce ahiret yurdunu düşünerek hareket etmektir; şımarmadan, şükretmektir[2]; helal dairesinde israftan kaçınarak tasarrufta bulunmaktır.

Dünyadan nasibini de unutma!” ifadesi hususunda İbn Abbas (ra) ve tefsir ulemasının çoğunluğu, bu dünyada istifade edilecek her şeyin geçici ve dünyanın ahiretin tarlası olduğu gerçeğinden yola çıkarak açıklama yapmışlardır. Bu açıklamalara göre, bu ifadede çok büyük bir öğüt vardır. Dünyada salih amel işlemek suretiyle ömrün boşa geçirilmemesi öğütlenmektedir. Zira insan, ahiret için ancak yaşadığı sürece amel biriktirilebilir. Kişinin bu dünyadan nasibi, yediği-içtiği şeyler değil Allah yolunda yaptığı harcamalardır. Dolayısıyla insanın dünyadan nasibi, ahiret için edindiği faydalı şeyler, ahirete kalacak sevaplı işlerdir.

Aynı zamanda bu ifade ile bu dünya nimetlerinden mubah yollarla yararlanmada bir zarar bulunmadığı da anlaşılır. İsrafa düşmeden, helal olandan istifade etmek, Allah’ın insana sunduğu bir lütfudur. Aynı zamanda bu faydalanma esnasında helal-haram çizgisini korumaya çalışmak da salih amel olarak kaydedilecektir. İbn Arabî, bu görüş yönündeki açıklamaların, kıt kanaat geçinmekte aşırı giden kimselerin görüşlerini reddettiğini bildirir.

Sadece kazanmak, elde etmek için çalışmanın hastalıklı bir durum olduğu; sahip olunan şeylerden meşru ölçülerde istifade etmenin gerekliliği de bu ifadeden anlaşılıyor.

Bir başka özel mana da verilmiştir, dünyadaki nasip ile ilgili. Denilir ki insanın bu dünyadaki tek nasibi kefendir. Öyleyse, en sonunda bir kefen ile göçeceğini unutmadan yaşamak gerekir.

İbn Ömer (ra)’dan nakledilen şu söz tüm bu açıklamaları özetler mahiyettedir: “Ebediyyen yaşayacakmış gibi dünyan için ekin ek, yarın ölecekmiş gibi ahiretin için çalış.” Konu ile ilgili bir diğer güzel söz de şöyledir: “İhtiyacından arta kalanı önden gönder (hayır yollarında harca) ve sana yetecek kadarını yanında alıkoy.”

Allah’ın sana iyilik ettiği gibi sen de iyilik et.” İnsana, istifade ettiği her şeyin Allah vergisi olduğu hatırlatılarak, buna mukabil kendisinin de iyilik etmesi emredilmektedir. Böylece insan, Allah’ın ihsanına karşı şükretmiş olacaktır. Bu iyilik kavramı içine, insanlara mal ile yardımda bulunmak, onlara karşı güler yüzlü ve geçimli olmak, güzel sözlü olmak gibi şeyler dâhildir.

“İyilik etmek” olarak tercüme edilen kelime, ayette (احسن) “ihsan” olarak geçmiştir. Kelime, güzellikle yapmak, en güzel şekilde yapmak anlamını taşır. Bu kelimenin seçilmesi ile iyiliği en güzel şekilde yapmaya özen göstermenin emredildiğini anlarız.

İhsan kelimesinin, Allah’ı görüyormuş gibi kulluk etmek anlamına geldiği göz önüne alınarak, ifadeye, Allah sana nasıl nimetler bağışlamış ise sen de O’na öylece itaat et ve ibadet et, anlamı verilebilir. Her iki manayı birleştirmek mümkündür. Hepsinin ortak noktası Allah’ın nimetlerini, Allah’a itaat yolunda kullanmaktır. Allah’ın gördüğünü hissederek, O’nun yarattıklarına iyilik etmek, aynı zamanda bu dünyadan alınacak en güzel nasiplerden biri olacaktır.

Yeryüzünde bozgunculuk (yapmayı) isteme!” Ayet-i kerimesinde bozgunculuğun istenmemesi emrediliyor. Bunun için bozulmaya sebep olacak hiçbir şeye yol verilmemesi gerekir. Zulüm ve haksızlık genel manada yeryüzünde bozgunculuk çıkartmaktır. Zulüm, adaletin zıttıdır. Bir şey olması gerektiği yerde/ olması gerektiği gibi değilse, bu zulümdür. Ve bunun sonucunda, dünyanın düzeni bozulur. Günah işlemek de bizzat zulümdür. Serveti hapsetmek, yani kimseye iyilikte bulunmamak, varlığı istifadeye sunmamak da yine toplumun bozulması için bir sebeptir ki bu yukarıda da bahsedilen Kârun’un ahlakıdır.

Allah bozguncuları sevmez.” ifadesinde, Allah’a iman edenler için ciddi bir uyarı vardır. Eğer Allah’ın sevgisine mazhar olmak istiyorsa, bozgunculukla ilgili hiçbir eylemin içinde, hiçbir yönlendirmenin tarafında olmamalıdır.

Dünya nasibini unutmayan, ahiret yolcularına selam olsun.

Zeynep Yaren Çelikbilek
[1] Kasas Sûresi, 76-78. ayet
[2] Sağlık ve nimetlerin şükrü, tam iman, ibadet, itaat
, nefsin tezkiyesi ve infaktır. Uzuvların şükrü de, onlarla başkalarına zarar vermemek, onları haram ve günaha sebep olan yerlerde kullanmamaktır. Çünkü kalp, göz, kulak, dil, el, ayak, mide vb. bütün uzuvlardan Allah’a karşı sorumluyuz. Bunları Allah’ın rızasına uygun olarak kullanmazsak, sorumlu tutulur, cehennem azabını hak etmiş oluruz. Şükrün karşılığında bol nimet ve mükâfat, nankörlüğün karşılığında da azap vardır. (Feyzu’l-Furkan, Nisa S. 147. ayetin dipnotu)