Halkımızın içinde ve arasındayım; çeşitli tabakalardan insanlarla ilişkilerim oluyor; mahrem dertlerini hoca olmam sıfatıyla bana açıyor; dertleşiyor, istişare ediyorlar. Böylece bana da onları iyi tanıma imkânı doğuyor, dertler üzerinde düşünme fırsatı çıkıyor.
Konuştuğum insanlar hep Müslüman; ama birçoğu İslâm’ı derinliğine kavrayamamış, çeşitli gayrimüslim dış tesirlerin, menfi propagandaların etkisinde yanlış bilgiler, görgüler, fikirler, alışkanlıklar, huylar kazanmışlar, onlarla yaşayıp gidiyorlar. Nefislerini terbiye edememiş, iyi ahlâk ve yüce adabı öğrenememişler. Diplomaları, mevki ve makamları, çeşitli maddî imkânları olsa da Kur’an ahlâkından, tasavvuf adabından, kalp ve gönül ahvalinden, izan, ihsan ve irfandan mahrumlar.
Bu yüzden Müslümanız diyorlar ama birçok günahlara müdavimler; haramlara bulaşmışlar, hatalara alışmışlar…
Evliler, ama evlilikte İslâmî dengeyi kuramamış, mutluluğu sağlayamamışlar…
Dervişler, ama tasavvuf ve tarikatın ana hakikatlerini yıllar geçmiş, hâlâ öğrenememişler…
Mücahidiz diyorlar, ama cihatları ters istikamette, âyetlere, hadislere aykırı…
Hâsılı ülkede yaygın bir cehalet ve eksik bir eğitim hâkim.
İslâm, sadece namaz, oruç, hac, zekât değildir; sadece sakal, sarık, cübbe değildir; sadece başörtüsü, çarşaf, saye, harmani, peçe, şalvar değildir; sadece savaş, kılıç, kalkan değildir; İslâm tek yönlü, sığ, tek, yeknesak, monoton, bir atımlık, göstermelik gayret değildir…
Bilakis İslâm özge ve yüce bir yaşam biçimidir, bir ömür boyu daimîdir, bir pırlantanın çeşitli yüzleri gibi yönleri vardır, binbir ışık cümbüşüdür, rengârenk güzel davranışlar ve edepler manzumesidir, sayısız zevkli görevler bütünüdür, çok yararlı buyruklar, çok hikmetli yasaklar ve kurallar getirmiştir; eksiksiz bunların hepsini uygulamak lazım; sağlık, ruha huzur, kalbe itminan, eve mutluluk, topluma dirlik ve düzen ancak böylece kazandırılabilir.
İslâm sadece zahirî ve şeklî emirler vermekle yetinmez, aynı zamanda derunî ve kalbî, sıcak ve samimi kurallar da koyar. Maksat ve niyete çok büyük önem ve değer verir, kalp temizliğini, çok büyük mükâfatlarla karşılar. İslâm bir hadîs-i şerîfe göre tamamen güzel ahlâktan ibarettir. İnsanlar ekseriyetle güzel huyları sebebiyle cennete gireceklerdir.
Yine bir hadîs-i şerîfe göre: İslâm sadece sözde ve şekilde kalırsa çıplaktır, onun elbisesi: Hayâ (utangaçlık); ziyneti: Vefakârlık; mürüvvetliliği: İbadet; taat ve salih ameller; direği ve temeli: Takva ve vera duygusu; aslı esası: Allah’ı, Resûlullah’ı, onun ehl-i beytini, ashabını, sünnetini, yolunu sevmektir.
Bu gerçeklerin ışığı altında, Müslüman halkın çoğunluğunu göz önüne alalım:
Bugün birçok insan, İslâm’ın bu çok önemli mânevî emirlerini bilmiyor ve uygulamıyor; namaz kılmak, oruç tutmakla iş bitecek sanıyor, ahlâkını düzeltmeye çalışmıyor, kalbini temizlemeye, nefsini ıslah etmeye, niyetini ihlaslı yapmaya dikkat etmiyor, takvaya sarılmıyor, ahdine vefa göstermiyor, sözünde durmuyor, işini dürüst yapmıyor, Allah’ın kendisini daima görmekte olduğunu düşünmüyor, günahları işlemekten utanmıyor, haramlardan elini, eteğini çekmiyor, dilini tutmuyor, sükûtun bir ibadet olabildiğini bilmiyor, gözünü haramdan sakınmıyor, borcunu ödemiyor, hocasına itaat etmiyor, kul hakkını yemekten kaçınmıyor. “Ben de Müslümanım, benim kalbim temiz.” demekle iş bitecek sanıyor.
Bu sakat mantıkla cenneti nasıl kazanacak! Hakk’ın rızasına nasıl erecek?
Kadınları ele alalım:
Bugün kaç kadın İslâm’a uygun davranıyor ve giyiniyor? Ve mesela sevgili Peygamberimiz birçok hadîs-i şerîfinde kadının beyine itaat etmesini tavsiye buyurur da bugün kaç kadın bir ibadet şuuru ile kocasına böylece hürmet ve itaat eder? Birçok evde bir isyan, bir inat, bir çekişme, bir kibir, bir gurur devam eder durur; sonunda bakarsınız incir çekirdeğini doldurmayan, sudan sebeplerle yuvalar yıkılmış çocuklar perişan…
Evlatları ele alalım:
Bugün kaç evlat, ana babasına hürmet, izzet ve hizmet etmesinin, kendisinin cennete girme sebebi olacağı şuuruna sahip ve büyüklerine saygılı, küçüklerine müşfik?
Yuva sahipleri, aile reislerini ele alalım:
Kaç aile reisi aile fertlerinin âhiret saadetini sağlamak için onlara dinlerini, imanlarını, İslâm ahlâk ve terbiyesini öğretmek görevinin Allah tarafından kendi omuzlarına yükletildiğinin şuurunda? Kaç tanesi bu görevi başarıyla yapmakta? Kaç tanesi karısına, çocuklarına zulümden uzak?
Kardeşleri, arkadaşları ele alalım:
Kaç tanesi birbiri ile samimi dost, kaç tanesi gıybetten, dedikodudan, iftiradan kendini koruyabiliyor, kaç tanesi kardeşliğin mânevî ve ahlâkî gereklerini yerine getirebiliyor, kaç tanesi kardeşinin hizmetinde?
Esnaf ve tüccarı ele alalım:
Kaç tanesi İslâmî ticaret ahlâkına sahip, haramdan müctenip, muamelat ve alış verişlerinde dürüst, hileden uzak?
Misalleri çoğaltmak mümkün.
Hep birlikte İslâm’ın o güzelim ahlâk, âdab ve mâneviyatını yeniden ihyaya yönelmeli, var gücümüzle her yerde, her kademede ve her işte ahlâkı hâkim kılmaya çalışmalıyız. Bence bugün, İslâm’a en büyük hizmet şekli budur.
Yoksa toplumumuz tefessüh edecek, milletçe mahvolacağız; hem dünyada hem âhirette çok feci zararlara dûçar kalacağız –Allah saklasın–.
Onun için:
- Hemen İslâm ahlâkını iyi öğrenmeye girişiniz.
- Çocuklarınızı, ailelerinizi bu konuda ciddi bir şekilde eğitmeye başlayınız.
- Öğrendiğiniz ahlâk kurallarını –tavizsiz ve tevilsiz– dikkat ve ihtimamla uygulayınız, uygulatınız. Gıybeti, dedikoduyu, iftirayı, suizannı, kalp kırmayı, kötü huyları derhal terk ediniz.
- Kardeşlerimiz, kendi bölgelerinde hemen bir ‘ahlâk ve kültür derneği’ kursun ve çevresinin eğitimine bu yolla etkili bir biçimde devam eylesin.
- İhvanımız tasavvufî görevlerini, evrad ve ezkârını asla ihmal etmesin, topluluklara müdavemet etsin, ziyaretleşmeye, muhabbetleşmeye, yardımlaşmaya güç ve hız versin. Allah’a tam tevekkül edip sa’ye ve hizmete koşsun.
Çünkü gördüm ki en büyük ihtiyacımız ilim, irfan ve tasavvufî ahlâk!
Prof. Dr. M. Es’ad (Rha)’ın Eylül 1990 tarihli Kadın ve Aile Dergisi Başmakalelerinden alınmıştır.