Sempati kavramıyla sıklıkla karıştırılan empati (duygudaşlık) hem duygusal hem de bilişsel bir süreçtir.
Bu iki kavramın farkını anlayabilmek için şöyle bir örnek vermek yerinde olacaktır: Bir kişi hastalığından bahsederken ağladığında, eğer biz de onunla birlikte ağlıyorsak bu empati değil sempati gösterdiğimizin belirtisidir. Çünkü empati başkalarını önemseme, onlara yardım etme ve onların duygularını, düşüncelerini ve hislerini anlama çabasıdır. Yani duygudaş olmak karşımızdaki ağladığında, onu anlamaya çalıştığımızı ve onun acısını paylaştığımızı ona hissettirmektir. ABD’de yapılan bir araştırma[1] insan beyni ve empati duygusu arasında fiziksel bir bağlantı olduğunu ortaya koymaktadır. Araştırmada, katılımcıların arkadaşlarına, tanıdıklarına ve hiç tanımadığı kişilere düşük akımlı elektroşok uygulanarak katılımcımların beyinlerindeki reaksiyonlar incelenmiştir. Tanıdıklarına ve kendilerine uygulanan elektroşok sonucunda katılımcıların beyinlerindeki belirli bölgelerde oluşan tepkinin çok benzer olduğu görülmüştür. Başka bir deyişle, kişiye ait öz kimliğin büyük oranda, tanıdığı ve empati kurduğu kişilere dayalı olarak şekillendiği ortaya çıkmıştır. Bu sonuç Efendimiz (sav)’in şu hadis-i şerif’ini onaylar niteliktedir: “Müminler birbirini sevmede, birbirlerine karşı sevgi ve merhamet göstermede tek bir beden gibidir. O bedenin bir organı acı çektiği zaman, bedenin diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateş çekerler.”[2]
Empati, öğrenilebilen bir beceridir ve sağlıklı iletişimin de en önemli basamaklarındandır. Bir insanla doğru bir iletişim kurabilmek için öncelikle onu en iyi şekilde anlayabilmek gereklidir. Bu da iyi bir dinleyici olmakla mümkündür. Çocukların her davranışını örnek aldığı ana babaların, eşler olarak birbirini anlayan ve dinleyen bireyler olmaları çocuk eğitimi adına büyük önem taşır. Zira empati eğitiminde ebeveynlerin empatik yaklaşımlarda bulunmaları çok önemlidir. Bunu başarabilmek için öncelikle kadın ve erkeğin birbirinden farklı yaradılışlara sahip olduğunu kabul etmek gereklidir. Bu farkındalık, eşler olarak birbirimizin güçlü-zayıf yönlerini ve beklentilerini anlama imkânı tanır. Böylelikle evlilikteki mutluluk da sağlanmış olur. Çünkü duygudaşlığın olmadığı bir evlilikte iki tarafın mutluluğundan bahsedemeyiz. Genel olarak baktığımızda kadın, evin işleriyle ve çocukların eğitimiyle uğraşan kişi olarak bu gayretlerinin farkında olunmasını ve bu konuda eşinden destek alabilmeyi arzular. Diğer yandan erkekse bütün gün işinde çeşitli problemlerle mücadele ettiğinin eşi tarafından farkedilip takdir edilmesini bekler. Eve kafası dolu ve yorgun geldiğinden aradığı huzuru bulmak yerine sıkıntıyla karşılaşırsa duygusal çöküntü yaşar. Bu beklentiler ve ihtiyaçlar eşler tarafından doğru algılanıp karşılanmadığı için tartışmalar ortaya çıkar. Taraflar birbirlerini tam anlamıyla dinleyip, anlayamadığı sürece münakaşalar da bir çözüme ulaştırılamaz. Oysa eşler birbirlerinin duygularını anlamaya çalışıp, bunu düzgün bir şekilde karşı tarafa hissettirseler sorunların nedenleri ortaya çıkacağından çözülmesi de kolaylaşacaktır. Örneğin, kadının eşi işten geldiğinde ona yorgunluğunu anladığını ifade eden taltif edici sözler söyleyerek, zihnini boşaltabilmesi için zaman tanıması, erkeğin yumuşamasına ve eşini daha iyi anlayabilmesine katkı sağlayabilir. Diğer yandan erkeğin eşinin yaptığı işleri farkederek çeşitli takdir cümleleri kullanması, kadının motive olmasına ve bunu evliliğine yansıtmasına imkân tanıyacaktır. Özetle, evliliklerde empatik davranmak aslında düşünüldüğü kadar zor değildir. Aksine kolaylaştırıcı ve her iki taraf için de mutluluk vericidir. Birbirini anlayan ve bunu hem sözleriyle hem de davranışlarıyla ifade eden anne baba, çocukları için iyi birer rol model olacaktır.
Her güzel haslette olduğu gibi empatinin de temelleri çocukluk döneminde atılır. Nevzat Tarhan(2008), insanın empatik olmasının belirli aşamalarının olduğundan bahsederek şunları söylemektedir : “Çocuklar 6 yaşına gelene kadar duygusal empatiyi, daha sonra da zihinsel empatiyi öğrenirler. 10-12 yaşlarındaysa soyut empati yeteneği kazanılır”(s.99).[3] Çocuklar iki yaşına geldiklerinde ben-sen ayrımını yapmaya başlayabildikleri için empati eğitimine de bu dönemde başlanmalıdır. Örneğin çocuk bir arkadaşının canını yaktığında, “Arkadaşının canı itip düşürdüğün için çok yandı ve ağlıyor. Sana aynı şey yapılsaydı ne hissederdin?” şeklindeki bir soru çocuğun hem kendini arkadaşının yerine koyarak onun hissettiklerini anlamasına hem de yaptığı davranışların sonuçlarını farketmesine olanak sağlayacaktır. Şefkat, merhamet ve yardımlaşma gibi duyguları güçlendirmek de çocukların empati kurmalarını sağlayabilmek adına büyük önem taşır. Çocukların, ellerindeki yiyecekleri, sevdikleri oyuncakları arkadaşlarıyla paylaşmalarını teşvik etmek ve desteklemek bu duyguların gelişmesine katkı sağlar. Ancak tüm bunları yaparken yaklaşıma dikkat edilmeli, “sen” dili yerine “ben” dili kullanılmalıdır. Mesela çocuk, oyuncağını arkadaşına vermek istemediğinde; “Çok cimrisin, her seferinde aynı şeyi yapıyorsun” gibi çocuğu suçlayıcı ve yargılayıcı bir üslup yerine, ben dilinin kullanıldığı ve beklentilerin aktarıldığı “Bu durum hiç hoşuma gitmedi. Oyuncaklarını arkadaşınla paylaşabilmeni beklerdim” gibi bir söylem daha uygun olacaktır. Böylelikle hem ne hissettiğimizi çocuğa aktarmış, hem de beklentimizden bahsederek uygun davranışın ne olduğunu ifade etmiş oluruz. Çocuklarla iletişim kurarken önemli olan bir diğer şey konuşurken onların hizalarına inmektir. Böylelikle çocukla göz göze gelinip, onun bakış açısına sahip olmak mümkün olabilir. Gerçekte bize ne anlatmaya çalıştığını eleştirmeden ve yargılamadan anlamaya çalışmak, çocuk ile kurulacak sağlıklı iletişimin temelidir.
Empati kavramı batı dünyası tarafından çok geç farkedilmiş olsa da, kişinin diğer insanlar için endişelenip, kaygılanmasını barındıran diğergamlık duygusu, yüzyıllar öncesinde Efendimiz Hz. Muhammed (sav) tarafından en güzel şekliyle tavsiye ve tatbik edilmiştir. Diğergamlık, empatiyi de kapsayan çok daha geniş bir kavramdır. Kişinin önceliğini kendisine değil karşıdakine vermesini, kardeşinin ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarından daha çok önemsemesini ifade eder. Bunu en güzel şu hadis-i şerif tanımlamaktadır: “Sizden biriniz kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, iman etmiş olamaz.”[4] Bizler bu tavsiyeye uymaya öncelikle kendi ailemiz içinde başlayabilirsek, bu davranış hem eşler arası muhabbeti artıracak, hem de şefkat, merhamet ve yardımlaşma gibi güzel huylara sahip, sadece kendini değil başkalarını da düşünen hayırlı evlatlar yetiştirmemizi sağlayacaktır. Böylelikle birbirini anlayan, güzel ahlaklı insanların oluşturduğu, bencillikten uzak bir toplum oluşturabiliriz.
Psikolog Şerife Zehra Yiğit
[1] Beckes, L, Coan, J. A. ve Hasselmo, K. (2013, Ağustos). Familiarity promotes the blurring of self and other in the neural representation of threat. Erişim Tarihi: 29.03.14, Soc Cogn Affect Neuroscience. http://scan.oxfordjournals.org/content/8/6/670.full
[2] İbn Hanbel, IV, 271; Buhârî, “Edeb”, 27; Müslim, “Birr”, 66.
[3] Tarhan, N. (2008). Duyguların Dili (5. Baskı). İstanbul: Timaş Yayınları
[4] Buhâri,Müslim,Tirmizî