“Allah’ın yoluna çağırandan daha güzel sözlü kim olabilir?” [1] diye Kur’an-ı Kerîm soruyor. Allah doğru sözleri sever. Madem öyle, o halde beni dokuz köyden kovsalar, onuncu köyden kovsalar bile doğruyu söylerim, hakkı söylerim der İslâm âlimi. Annesi kızar, çocuğu kızar, torunu kızar, akrabası kızar, komşusu kızar; Müslüman diye kızar, hakkı söylüyor diye kızar. Sabrı tavsiye ediyor, şükrü tavsiye ediyor, adaleti tavsiye ediyor diye kızar. Doğruyu söylüyor diye kızar…
Âlime kızılır mı? Kızılmaz ama işte bunlar kızar. Yani insanın kendisi yamuk yerde olduğu zaman öbür tarafa kızar. Yamuk yol tutturduğu zaman, illa o yolda gideceğim diye ısrar ettiği zaman kızar. Nasıl olacaktı, Müslüman ne demekti? Müslüman kendisini Allah’a teslim etmiş insan demekti!
Müslüman Allah’a teslim olacaktır. Zaten teslim olmak demektir Müslümanlık. Ne yapacak? “Ben kendimi Allah’ın emrine teslim ettim; ne derse onu yapacağım, ne buyurdu ise hoşuma gitse de gitmese de rahatım kaçsa da kaçmasa da memnun olsam da olmasam da…”
“Hoşa gidecek şeyler olduğu zaman varım, hoşa gitmeyecek şeyler olduğu zaman yokum.” Böyle Müslümanlık olmaz. Böyle teslimiyet olmaz. Pazarlıklı… Hocamız ne güzel söylemiş kısaca: “Arkadaşlık, ‘peki’ demekle kaimdir.” “Bir arkadaş bir arkadaşa, ‘kalk gidelim’ dediği zaman, ‘Nereye?’ derse, o arkadaş değildir.” diyor. Neden? “Nereye gidiyorsun?” diye soruyor; hoşuna giderse gidecek, hoşuna gitmezse gitmeyecek. Demek ki kendi keyfinde, arkadaşının gönlünü yapmayı düşünmüyor. “Kalk gidelim.” diyor işte. Belki bir işi var, belki bir sıkıntısı var. Önceden dinleyecek, eğlence varsa gidecek, sıkıntı varsa kaçacak. Aş buldun ye, iş buldun kaç, öyle mi? Böyle teslimiyet olur mu? Olmaz.
Allah’a teslimiyet nasıl olacak? “Ya Resûlallah, sana beyat ettim, tuttum elini, sana ümmet oldum, tâbi oldum sana, emrindeyim.” Tutarlardı böyle elini Efendimizin. Efendimiz bazen sorardı: “Ölüm bahis konusu olsa da gene tâbi olacak mısın?” Ölüm pahasına dahi? Sahabeden bir zât geldi, elini sıktı Efendimizin; soruyor, samimi. Dedi ki “Ya Resûlallah! Sana beyat ediyorum. Tâbi oluyorum sana, emrine giriyorum ya Resûlallah. Biat ediyorum sana. Yalnız, benim on tane devem var. Ailem kalabalık, bunların sütleri ancak yetiyor bana. Benden zekât isteme. Zekât mükellefiyetini kaldır benden.” Sana tâbi olacağım, her dediğini yapacağım ama zekâtı benden isteme, para isteme diyor yani. Bir de “Beni cihattan da muaf tut.” dedi. Yani harbe, darbe beni sürme; “Korkak insanım.” Kimi gölgesinden korkar, kimi karanlıktan korkar, kimi “öd” desen korkar. İşte bu da korkakmış. “Korkuyorum, korkağım, bana cihat emretmemen şartıyla, zekât, para-pul istememen şartıyla sana biat ediyorum.” diyor. Efendimiz onun elini tuttu: “Zekât olmazsa, cihad olmazsa Müslümanlık nasıl olur?” O kadar çok tekrarladı ki bu soruyu, olur mu hiç öyle şey mânasına. O zaman adamcağız bir düşündü ki –mübarek, tabiî sahabe– ben Resûlullah’ın karşısında ne pazarlık yapıyorum… “Her şarta razıyım ya Resûlallah. Yani öl desen öleceğim, ver desen vereceğim. Aç kal desen kalacağım. On devem var, ver desen vereceğim. Tamam, her şeye razıyım…”
İşte İslâm bu, teslimiyet bu. Bugün, millet İslâm’ı yemeğin üstüne ekilen tuzdan daha hafife alıyor. Tuz, biber, garnitür, sos, tatlı sos, bilmem ne. Bunun gibi bir şey sanıyor. Yirminci yüzyılın tüm keyif ve zevk hayatını yaşayacak, ondan sonra da arada bir, geceleyin hava karardığı zaman, şimşek çaktığı zaman, gök gürlediği zaman, biraz da ölüm korkusu geldiği zaman, “Benim âhiretim ne olacak, biraz da müslüman olayım, azıcık şöyle, çok fazla değil.” diyecek! Bu kadar kolay mı cennet? İmtihan olacaksın; malından, canından, aklından, fikrinden, niyetinden, kalbinden. Allah, “İnandım” deyince imtihansız bırakmıyor. Hayat imtihan… Her şeyden imtihan olacaksın. Çeşit çeşit zorluklar çıkacak, sen gene kale gibi sağlam duracaksın, sarsılmayacaksın. Oradan deneyecek şeytan, buradan saldıracak… Oradan bir tazyik gelecek, beri taraftan bir zorlanma! Sen hayır diyeceksin. Sapasağlam duracaksın. Allah (celle celâlüh), sadık kul istiyor, sadık!
Para fayda etmeyecek, hısım-akraba fayda etmeyecek günde, Allah selim bir kalp istiyor, sadık bir insan istiyor. Temiz içli, tam teslimiyetli, tam bağlı bir insan istiyor. Sen Allah’a tam bağlı mısın? Bugün Türkiye’nin % 99’u Müslüman diyoruz. Tam teslim olmuş kaç kişi var? Şöyle bir elemeye gelmesin yani, kimi faizde, kimi bilmem şurada, kimi burada dökülür. Her biri İslâm’ın bir emrine karşı çıkar, dökülür… Elde eleman kalmaz!
Allah’a teslim olan kaç kişi var? Çok az… Allah’a teslim olmuş insan çok azdır… Bak dervişlerden bir tanesini yakalıyorlar, bu işleri bilen âlim bir zâtı yakalıyorlar. “Sen casussun” diyorlar, “Öbür ülkeden buraya geldin, içeriyi öğrenip haber götüreceksin. Tamam, gel bakalım. Kesin kafasını…” Casus falan değil adam. İşte seyyah, oradan gelmiş buraya, buradan da öbür tarafa gidecek ama şüphelendiler. Kesecekler kafasını. Ellerini bağlamışlar, celladın önüne götürüyorlar, kafasına bir balta inecek, ensesinden kafası kesilecek. Ölüm korkusundan insan ne yapacağını şaşırır, yüreği küt küt atar. Adam diyor ki kendi kendine –hiç etrafa bir şey dediği yok–: “Ey nefsim! Sen evvelce Allah’a teslim olmaktan bahsederdin, her haline razıyım, kaderine razıyım; ne takdir etmişsen razıyım, iyilik de gelse, kötülük de gelse, ben Allah’tan geldiği için itiraz etmem derdin! Böyle şeyler söylerdin. Şimdi bir yanlışlık yapılıyor, haksız yere senin kafanı kesecekler. Buyur işte, gördün mü? Kader ama kellen gidecek, işte buna da razı mısın?” Şöyle bir içini yoklamış. Nefsinden bakalım, “Olur mu öyle şey, daha yaşayacaktım, çoluk çocuğu evlendirecektim, yüz yaşını geçecektim…” İnsanın içinde neler, ne arzular var değil mi? Acaba içerden ne ses gelecek? Bakıyor ki razı. Ne olacak be, can dediğin nedir? Bir gün nasıl olsa öleceğiz. Yani, eh ömrümüz bu kadarmış, Allah imandan ayırmasın, diyor içi! Teslim, razı… Hiç öyle itirazı filan yok, ölümünden korkusu yok. Götürmüşler, götürmüşler celladın karşısına kadar. Biri seslenmiş: “Dur! Haksızlık oluyor, yanlışlık oluyor, bunu tanıyoruz, bu iyi bir insandır.” Kurtulmuş.
Kurtulmuş ama bir sözü çok hoşuma gidiyor: “Vallahi” diyor, “Vallahi kafamın kesilmesinden halasıma (kurtulmama) değil, o andaki ihlasıma seviniyorum.” Kafasının kesilmesinden kurtulduğuna sevinmiyor da o anda nefsine soru sordu, nefsinden de itiraz gelmedi ya ona seviniyor. Elhamdülillah ki o kadar zorlu bir zamanda bile itiraz etmedi nefsi. Teslimiyete bak, işte teslimiyet bu. Var mı böyle, Allah’ın bu yoluna teslim olmuş? Çok az. Öyle insanlar çok olsaydı, ne Türkiye’nin hali böyle olurdu, ne dünyanın hali böyle olurdu. Dünya başka bir dünya olurdu.
Allah bizleri lütfuyla ıslah eylesin!
*Prof. Dr. M. Es’ad Coşan (Rha)’ın Haziran 1993 tarihli İslam Dergisi Başmakalelerinden alınmıştır.
[1] 41/Fussilet, 33.