26 Nisan 2025 / 27 Şevval 1446

Ayıpsız Yâr İsteyen, Yârsız Kalmış Cihanda…

“Bî-vefa yârin Muhibbî cevrini ma’zur tut / Yârsız kalır cihânda ayıpsız yâr isteyen” MUHiBBÎ

Hepimiz mükemmel dostlar isteriz ya da böyle dostların arayışı içindeyizdir. Gerçek hayatta ise maalesef böyle değildir. Bizim de farkında olarak veya olmayarak, hatalarımız, kalp kırmalarımız olabilir. Böyle durumlarda arkadaşlık, kardeşlik hukuku ve takınacağımız en güzel tutum ve davranış şekli nasıl olmalıdır?

Her şeyin en güzelini âlimlerden öğrenebiliriz. Âlimler Kur’an’dan, hadisten, sahabeden, evliyadan ve onların yaşantılarından damla damla süzerek, öz haline getirip; derde derman şekilde bize iletirler. Kötü dost ve arkadaşa karşı takınılacak tutum ve davranış şekli örneklerinden kısa alıntılar yapmak faydalı olacaktır. 1

Dostun hatası iki şekilde oluşur. Günah işlemek suretiyle; dininde veya arkadaşlıkta kusur işlemek suretiyle.

Günah işlemekte ısrarla devam eden kişiye karşı, arkadaş olarak nasıl davranmak gerekir? Onunla sevgi ve arkadaşlığı keserek günahından dönmesi için psikolojik baskı diyebileceğimiz şekilde bir tutum mu uygulamalıyız yoksa her şeye rağmen arkadaşlığa devam mı etmeliyiz?

İmam Gazzâli arkadaşlığı bir ahit olarak görür. Ahit sebebi ise din ve takva yolunda yardımlaşmadır. İmam Gazzâli’nin bu gibi durumlarda Müslümanlara tavsiyesi; yumuşak bir şekilde ikaz ederek, merhamet ve şefkat ile muamele etmektir. Böylece günahkâr, günahından utanma duygusunu kaybetmez ve hatadan dönmeye daha meyilli olur. Bu şekilde davranış vefaya, yardıma ihtiyaç duyduğu bir zamanda yanında olmaya, kardeşinin hatadan kurtulmasına yardım etmeye daha uygun bir yoldur. Günah işleyen kişinin, dini açıdan takviye edilme ihtiyacının giderilmesi gerekir. Arkadaşlık ilişkisi kesildiğinde; günahkâr arkadaşlıktan ümidini keseceği için günahında ısrarcı olması kolaylaşmış olur. Günaha düşmek aynı zamanda dinde fakirleşme olarak görüldüğünden; fakir ve ihtiyaçlı olduğu zaman kardeşliği terk etmeyi, kardeşlik hukukuna ve vefaya uygun bulmaz. Arkadaşlıkta sirayet olduğu için, takva ehli ile dostluk gerekir. Çünkü bülbül ile arkadaş olunca, gidilecek yer gül bahçesidir. Ahit varsa, vefa göstermek gerekir. “İlgiyi kesmek değil usulüne uygun şekilde devam ettirmek icap eder”.

Kişi günahı işlerken, en çok yardıma muhtaç olduğu andadır. Hadis-i şerifte geçen şekliyle “zalime yardım etmek…” Zalime nasıl yardım edilir? Zulüm yapmasını engellersin, böylece günaha girmemiş olur. Günaha girmesini engelleyerek yardım edersin. Ebû’d- Derda ve ashabın büyük çoğunluğu bu görüştedir. Ebu’d- Derda (r.a.) “Arkadaşın değişip olduğundan başka bir hâl takınınca, onu bu sebepten terk etme. Çünkü arkadaşın bir bakarsın şaşırır, bir bakarsın doğru yola gelir” demiştir. Kusurunu yaymadan, düzelmesi için dua edip, beklemek tavsiye edilir.

Tavizsiz ve sert tavrı ile tanınan Hz. Ömer’in bir arkadaşı ile ilgili bir olay, konuya açıklık getirmesi bakımından oldukça dikkat çekicidir. Hz. Ömer’in arkadaşı Şam’a göçüyor. Bir süre sonra oradan gelen birisine, arkadaşını sorup; “Kardeşim filanca neler yapıyor” diyor. Aldığı cevap: ‘’O iblisin kardeşi’’ oluyor ve büyük günahlar işlediğini, hatta içkiye alıştığını söylüyor. Hz. Ömer adamı hemen susturuyor ve Şam’a dönerken, arkadaşı için bir mektup vererek gönderiyor. Mektupta Mü’min Suresi’nden 1-2 ve 3. ayetleri yazıyor. Mealen şöyle: “Ha, Mim. (Bu) kitabın indirilmesi, O mutlak galip, o (her şeyi) hakkıyla bilen, (mü’minlerin) günahı(nı) bağışlayan, tövbesini kabul eden, (kâfirler ve muhalifler için) azabı çetin…” yazılan ayetler. Arkasından arkadaşına sitemde bulunup, nasihat ediyor, tövbeyi hatırlatıyor. Yani arkadaşına, Allah’ı hatırlatıp, yol gösteriyor. Günah işledi diye arkadaşından vazgeçmiyor, arkadaşını günahtan vazgeçirmeye çalışıyor. Hz. Ömer’in Şam’daki arkadaşı mektup eline ulaşınca; “Cenâb-ı Hak doğru buyurmuştur; Hz. Ömer’in nasihati yerindedir.” diyerek tövbe ediyor.

Günahkâra değil, günaha kızmak ise Şuarâ Suresi 216. ayette Peygamber Efendimize (SAV) kabilesi hakkında “Eğer onlar sana karşı gelir isyan ederlerse sen ‘Ben sizin yaptıklarınızdan berîyim, uzağım’ de.”  buyurulmuştur. Efendimiz (SAV) onları kendinden uzaklaştırarak “Ben sizden berîyim” dememiştir. Yine bu konuda Ebu’d- Derda (ra) “din kardeşliğinin, nesep kardeşliğinden daha kuvvetli” olduğunu söyleyerek, “Ben ona değil, sadece yaptığı kötü amele kızarım” demiştir. Allah için olan dostlukların bozulmasından ancak şeytan memnun kalır. Kişi günah işleyince, şeytan sevinir. Günahtan kurtulması için destek olacak dostları ile arasının açılması Müslümanın aleyhinedir; şeytan için ise katmerli sevinçtir. Hadis-i şerifte “Arkadaşınızın aleyhinde şeytana yardımcı olmayın” buyrulmuştur.

Peki henüz arkadaşlık ve yakınlaşma olmadığından kardeşlik oluşmamışsa “Fıskı ortaya çıkan kimse” ile nasıl bir ilişki kurmak uygundur? “İşin başında kardeş olmayı ve arkadaşlığı terk etmek kötü ve sevimsiz bir hareket sayılmaz.”  Fasıklarla oturup kalkmamak kalplerin kaymaması için güzel bir tedbirdir. Bu durumu nikâhlanmadan önce vazgeçmek ve boşanma örneğine benzetebiliriz. “Boşanmak Allah indinde, nikâhtan vazgeçmekten çok daha kötü bir fiildir.”

Arkadaşlıkta kusur işlemek suretiyle: Bu durum iki şekilde ele alınabilir.

Soğukluğa sebep olacak hatayı sana karşı işlediği zaman; arkadaşlık adabına göre hata işleyen kişiyi affetmek, tahammül etmek, yapılan hatayı bir özre ve iyi bir sebebe bağlamaya çalışmak gerekir.

Eğer arkadaşında iyiye yormak mümkün olmayan bir kusur varsa; artık ne kadar yapılabilirse o kadar kızmamaya çalışmak gerekir. “Kızdırıldığı halde kızmayan eşektir. Gönlü alınmaya çalışıldığı halde bir türlü hoşnut olmayan ise şeytan” der İmam-ı Şâfiî Hazretleri. Yapılabildiği kadarı ile “kızmasına, hatalarına ve pervasızlığına” tahammül etmek kardeşlik haklarındandır. Kızmak yaratılıştandır. Hadis-i Şerif’te “Mü’min çabuk kızar, çabucak razı olur” denilmiştir. Kızmaz denilmemiştir. Al-i İmran Suresi 134. ayetin bir kısmında “kızgınlıklarını yutup frenleyenler” buyurulmuştur. “Hiç kızmayanlar” denilmemiştir. Kızmamak olmaz ama sabır ve tahammül göstererek kontrol edilip, öfke yutulabilir. Böylelikle kızgınlığın aksine hareket etmek mümkün olabilir.

Günlük hayatta arkadaşlık ve dostlukla ilgili olarak en çok karşılaşılabilecek bir başka soruna çözüm ise Ebû Süleyman ed-Dârânî’den şu şekilde gelmektedir: “Bu zamanda bir kimse ile arkadaşlık ettiğinde, onu beğenmediğin taraflarından dolayı azarlama. Çünkü sana verilecek karşılıkta da beğenmediğin birinci durumdan daha kötü bir vaziyette karşılaşmayacağından emin olamazsın.” Hatalı davranan kişi, gerçekte asil birisi ama anlık bir hata işlemişse; affedici olmak sizin asaletinizi gösterir. Fakat kötü birisi ise; çok daha kötü söz ve davranıştan kendinizi korumuş olursunuz.

Kırgınlık ve kızgınlık sonrası küslük oluşmuşsa; ihtiyatlı davranıp buğz ve beddua etmekte, helâkını isteyerek kötü söz söylemekte haddi aşmamak uygundur. Çünkü Allah-u Teâlâ Mümtehine Suresi 7.ayette “Belki Cenâbı Hakk sizinle onlardan düşmanlık ettiğiniz kimseler arasında bir sevgi hâsıl eyleyecektir” der. Yine bir Hadis-i Şerif’te “Sevdiğin kimseyi sükûnet ve ihtiyat ile sev ki; belki bir gün gelir senin düşmanın olur. Düşmanına da sükûnet ve ihtiyat ile kızgınlık besle ki; belki bir gün dostun olur” denilmiştir.

Kur’an-ı Kerim, Müslümanları birlik ve bütünlüğe, dostluk ve dayanışmaya çağırır. Allah(cc), Saff Suresi 4. ayeti kerimede Müslümanlar arasındaki dayanışma ve dostluğun temeli olan birleşmeyi “bünyanun mersus” olarak tanımlıyor. DİB tarafından çıkarılan Tefsir Yolu kitabında mersus kavramı ile ilgili yer alan açıklamada; “… o dönemin yapı malzemeleri ve inşâ usulü bilgilerine daha uygun düşmektedir: Taş taş üstüne konur, sonra aralardaki gedikler küçük taşlarla tıkanır, ardından harç ile sıvanırdı; buna Mekkeliler “mersûs” derlerdi.” ifadesi vardır. Takva ehli Müslüman kardeşleri büyük taşlar gibi düşünürsek, aralardaki gedikleri kapatmaya yarayan küçük taşları ise günahı ve hatası çok olan kardeşler gibi görebiliriz. Tüm taşları bir arada tutan harç ise; Allah rızası için Müslümanların birbirine duyduğu sevgidir. Harç sayesinde büyük ve küçük taşlar yekpare bir yapı gibi sağlam, sıkıca kenetlenmiş olur. Küçük taşlar toprağa karışıp kaybolmaktan kurtulur, büyük taşlarla birlikte büyümüş olur. Kale gibi sağlam, yekvücut, tüm unsurları ile bir arada, çeşitliliğe (küçüklük-büyüklük, düzgün olup-olmama vb. durumlara…) rağmen kimsenin zayii olmadığı bir bütünlüğe kavuşur.

Netice olarak; günahsız ve hatasız insan olmaz. Günah ve hatalarına rağmen, günah ve hatayı onaylamayıp, hata yapan dost ve kardeşlerimizi Allah rızası için sevmeliyiz. Onu hak yol üzere tutabilmek için çabalamalıyız. Günahı değil, kardeşimizi sevmeliyiz. “Elif okuduk ötürü / Pazar eyledik götürü / Yaratılmışı severiz / Yaratandan ötürü” dediği gibi Yunus Emre’nin, götürü pazar eylemeliyiz. Böylece hiçbir Müslümanın toplum dışına itilmediği, Allah’ın sevgisini, rızasını, rahmetini, bereketini ve yardımını celbeden birlik ve bütünlüğe kavuşmuş oluruz.

Allah için seven, Allah rızasına uygun olan dostluğundan vazgeçmeyen; Peygamberimizin (SAV) “özledim” dediği kardeşlerden olmanız ve o güzel kardeşlere rast gelmeniz duasıyla…

Perihan Ürkmez

Dipnot:

1 Ayrıntılı bilgi için; İmam Gazzâli’nin İhyâʾu Ulûmi’d-Dîn adlı eserinin kardeşlikle ilgili bölümünün Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan (Rha) tarafından çevirisi olarak basılan “İslam’da Dostluk ve Kardeşlik Adabı” isimli kitaba bakılabilir.