Aynaya baktığında, akseden suretini görür insan. Üstüne başına bakar; hoşuna gitmeyen bir durum varsa onu düzeltmeye çalışır. Hoşuna giden bir görüntü olunca da kendini seyretmekten keyif alır. İnsan, güzel olmaktan hoşlanır, güzelleşmek için çaba sarf eder; çirkin olmak istemez, kendini çirkin gösterecek durumlardan uzak kalmaya çalışır.
Aynada görünen suretin güzelliğidir. İnsanı insan kılan değerler ise bu görüntünün ardındadır. Bu değerleri “ahlak” adı altında ifade ederiz. İnsanlık söz konusu olduğunda, asıl güzellik ve çirkinlik, ahlakın tezahürü ile kendini belli eder.
Ahlak, insanın yatkın olduğu ve içine yerleşmiş olan alışkanlıklardır. Davranışlar bu yatkınlık ve alışkanlıklardan, kendiliğinden tezahür eder.[1] Bir başka ifade ile ahlak, kişinin olaylar ve durumlar karşısında zorlanmadan gösterdiği tepkilerdir.
Ahlak, insanın iç yüzüdür. Her gün aynaya bakıp kendine çeki düzen veren insan, aynı şekilde iç yüzünü göreceği, denetleyeceği bir iç aynasına da ihtiyaç duyar. Ne yazık ki bakıldığında ahlaki duruşun yansıdığı böyle somut bir ayna bulunmamaktadır. Öyleyse insan bu ihtiyacını nasıl giderebilir?
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, bu ihtiyacın farkına varmak, güzel ahlak sahibi olmak yolunda atılacak en önemli adımdır. Zira dünyanın keşmekeşliği karşısında, çok sayıda rastgele hayata, gelişigüzel yaşanmışlıklara şahit oluyoruz. Oysa zamanın çarkları arasında dolaşan insan, bu çarkların kendi lehine dönmesini sağlayabilmek için iç bakış becerisi kazanmalıdır.
İç bakış, insanın kendisine ayna olmasıdır. Kendisinin karşısına geçip, yine kendisinde olanı görebilmektir. Zira ahlak, iradenin doğru ve dengeli kullanılması sanatıdır. Bu sebeple insan, kendisini bilmeli, tanımalıdır. İç bakış görüsünün isabetli olabilmesi için önyargısız olmak gerekir. Şairin ifade ettiği gibi, kendimizin bağrı yanık aşığı[2] olarak içimize bakmak, insanın sadece egosunu besler. Ahlaki değerlerin önündeki engellerden belki en önemlisi ise benlik duygusunun haddini aşmasıdır.
İnsan elbette kendisini sevmeli, ancak bu sevgi, haddini aşıp, gözünü kör etmemelidir. Kendini seven insan, dış güzelliğine verdiği önemin çok daha fazlasını iç güzelliğine verebilen; ahlakının güzel ve çirkin yanlarını görebilen; güzelliklerini koruma, çirkinliklerini bertaraf etme çabası gösteren insandır. Kendine âşık olan insan ise, her haline âşık olan ve dolayısıyla olduğu yerde saymaya mahkûm olan insandır.
İnsanın ahlaki boyutunu görmeye çalışması ve durum değerlendirmesi yapması, bir işletmenin hesaplarını takip ederek strateji belirlemesine benzer. Bir insanın hayatı, bir işletmeden çok daha fazla değerlidir. İnsanın tek sermayesi olan ömür, tekrar elde edilmesi mümkün olmayan bir kıymettir. Bu sermayenin kâra geçmesi ise ancak ahlaki değerler sayesinde olur. Bu sebeple, insan iç bakıştan mahrum kaldığında, sermayesinin eridiğini ya da değerlendiğini bilmeyen, rastgele yaşayan bir tüccar gibi olur ki böyleleri genellikle zarara düşmekten kurtulamazlar.
İnsanın iç aynası bizzat kendisidir, kendi vicdanıdır. Bu gerçeği son peygamber Hz. Muhammed (sav)’in şu ifadesinde de çok açık olarak görürüz: “Birr, yani hayır ve iyilik, kalbin mutmain olduğu şeydir; ism, yani kötülük de insanın nefsini tazyik eden, sıkıştıran şeydir.”[3]
Vicdanının görüntü verebilmesi için, insan hangi olay/durum karşısında hangi tepkiyi verdiğini sorgulayacağı bir zaman dilimi ayırmalıdır kendisine. İsabetli görüş imkânı da içe bakışın başladığı an olan bu sorgulamanın sıklığı ile doğru orantılıdır. Vicdan aynasındaki yansımayı her an/sık sık gözetleyen insan ahlak, duruşunu bir üst basamağa taşıma gayretinde olan insandır.
Ahlaki duruşun yansıdığı iç aynasının bir de referansa ihtiyacı vardır. Bu referans aslında yine vicdanın ta kendisidir. Ancak şu var ki fıtratını muhafaza eden bir vicdan, net görüntü verebilir. Fıtratı bozuldukça, paslanmış ayna haline gelen vicdanın vereceği görüntü ise elbette bulanık olacaktır.
Vicdanlarda yaşanabilecek yıpranmalara karşın, aklının farkında olan insan genel geçer ahlaki kuralları benimseyerek ortak bir referans kaynağı oluşturmak istemiş; kuralsız/başıboş yaşamayı hiçbir zaman hoş karşılamamıştır. En ilkel toplumlarda bile birtakım kuralların yerleşmiş olması, bu gerçeği ortaya koyar. Bu sebeple kişinin iç yüzünün tezahürü olan “ahlak”, bir ilim dalı olarak da ortaya çıkmış ve insanlık tarihi boyunca gündemdeki yerini ve önemini hep muhafaza etmiştir.
Beşerî ahlak sistemlerinin farklı motivasyon kaynakları bulunur. Haz, menfaat gibi hedefler belirleyen bu sistemler bütün resmi görmekten uzak kalabilmekte; dolayısıyla evrensel olamamaktadır.
İnsanın hayatını düzenleyen en önemli sistem olarak din de ahlakla yakından ilgilenir. İlâhî dinlerin hepsi, ahlaki öğretilerle beraber indirilmiştir. Buna göre Yaratıcı’nın emrettiği davranışlar güzel ahlak, yasakladığı davranışlar da çirkin ahlak olarak belirlenmiştir. İlâhî sistemde kanun koyucu bizzat Yaratıcı’nın kendisidir. Bu durum aynı zamanda kanun uygulayıcısının motivasyonunun çok daha güçlü olmasını sağlar.
Son din olarak indirilen İslam Dini, evrensel ilkelere sahiptir. Bu ilkelerin büyük bir çoğunluğu da ahlak ile ilgilidir. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav) “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.”[4] buyurmuştur. Hz. Aişe (r.anha) annemiz de, kendisine Hz. Peygamber’in ahlakının nasıl olduğunu soranlara, “Siz Kur’ân okumuyor musunuz? Onun ahlâkı Kur’ân idi.” cevabını vermiştir.[5] Öyleyse Kur’an ve Sünnet, güzel ahlakın en önemli referans kaynağıdır.
İnsan güzelliği sever, güzel olana meyleder. Bu sebeple aynadaki yansımasını önemser. Bireyin ve toplumun selameti için iç aynadaki güzelliğe, dış aynadaki güzellik kadar özen gösterilmesi öncelikli ve önemli bir ihtiyaçtır. Sağlam referansları olan, iç aynasında kendini görebilen ve her gün daha da güzelleşen erdemli insanlara selam olsun.
Zeynep Yaren Çelikbilek
[1] Bknz: el-Gazzâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, c.3 s.58
[2] Ersoy, Mehmet Akif; Tek Hakikat şiirinden
[3] Müslim, Birr, 14, 15; Tirmizî, Zühd, 52; Dârimî, Buyû’, 2; Rikâk, 73; Ahmed b. Hanbel, elMüsned, IV, 182, 194, 227, 228.
[4] Mâlik, “Husnü’l-hulk”, 8; Ahmed b. Hanbel, II, 8939; Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 273
[5] Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 139.