13 Ekim 2024 / 9 Rebiül Ahir 1446

Bilinç – Zekâ – Düşünce

İnsanların, kavrayış, düşünce ve zekâlarındaki farklar, 4 unsurumuzun özel dengesinden ortaya çıkmaktadır.

Bilinç; ruh koordinatlarından alınan ilahi gücün, evren bilincinin, beyin kompüterlerine yansımasıdır. Zekâ, kavrayış ve düşünce için bu bir başlangıçtır. Bellek kopyaları, çevreden gelen etkiler, buna özellikle nefsin verdiği anlam ve yorumlar bu üç melekemizi oluşturur.

Zekâ; evren bilincini (akl-ı kül) alıp, onu kullanmadaki bir sür’at ve isabet yeteneğidir. Bu yetenek yüceldikçe ruh ve evren bilincindeki kaynaklara daha çok yaklaşır. Nefs raporlarını ve telkinlerini eleştirir. Düşünce yeteneğinde nefsle tartışarak onu gerçeğe yaklaşmaya teşvik eder.

Zekâ yeteneği, ruhun evren bilincini yansıtan bir ışığı gibidir. Onun ardında nefs ne türlü karartma ve yanıltma yaparsa yapsın, o bazen parlak, bazen sönük ışığının varlığını korur.

Zekânın kavrama yeteneğimize tuttuğu ışık oranında idrak doğar. İdrak, eleştiri ve analize açık bir plak gibidir. İnsanın akıl yeteneğinin bir kompüter programıdır. Nefsin etkisi bu plağa çok zor yansır. Nefs, ancak ona ışık tutacak zekâyı oyalayıp, yanıltmakla idrak’ın doğuşunu geciktirir.

Akıl, ruhun manyetik alanında evren bilincinin billurlaşması olduğundan; nefs onu da yanıltmaz. Akıl, daima gerçeğe yöneliktir.

Ancak, nefs; çeşitli yeteneklerin bir tepkisi olduğundan aklı da taklit eder, ona benzer yansımalar yapar. Aklı etkilemeyen nefs, gerçeğe direncini mantık yolu ile yapar. Mantık gerçek değildir. İndidir, kişiseldir.

Mantık bir anlamda belli algıların bir matematik sonucudur. Normal anlamda gerçeği ifade etmesi gerekir. Ne var ki çoğunlukla böyle olmaz. Mantık kompüterine doğru mesaj verilirse, doğru sonuç çıkartır. Verdiğimiz 10 veriden 9 tanesi doğru, biri yanlış olsa sonuç, yani mantık elbette yanlış olur. Maddeciler, inkârcılar hep bu nefsin yanlış bilgileri ile kompüteri çalıştırır. Aldıkları sonuçları bilimsel reçete gibi yazarlar. Çoğunlukla da bir çok doğru bilgilerin yanına bir yanlış ekleyerek yürütürler. Bu tam bir hilebaz ustalığıdır.

Meselâ; canlılar fanidir, biz de canlıyız, bir hayvan türüyüz, biz de bir faniyiz gibi net bir mantık yanlıştır. İspatladığımız gibi, insan hayvan türü değildir; bu, mantık kompüterinde yutturmacadır.

İdrak ve akıl bu oyuna gelmez. İnsanın hayvanlardan ayrılacağını bilir ve hiç değilse bilinemez der.

Mahmut Şebusteri 1000 yıl önce yazdığı Gülşen-i Raz’da, “Mantığa bilgi verip sonuç almak için şaşmaz bir akla sahip olmak gerekir” der. “Aksi takdirde sonuç çift ve şaşı olur” buyurur.

Bilinçten zekâya, akıldan düşünceye kadar her iletişim hep ruhun koordinatlarındaki ilâhi kudretten gelir. Araya mantık oyunları düştü mü, biliniz ki; nefs laboratuvarları acaib raporlarla bizi, aklımızın şehrinde yanıltmakta, gerçekleri yutmaktadır.

Tabii ki zekâyı, idrakı, düşünce ve bilinci, beyindeki bir elektrik akımı kadar basit görenlerde, insana yakışan düşünce sırrı doğmaz. Fikirler çoğu kez mantık oyunudur.

Düşünce, ruhun koordinatlarından yansıyarak, bizim dünyamızda gerçeği arayan bir ışık, bir tarayıcıdır.

Hayal, katıksız ve öz halinde ruh koordinatlarına, evrenden yansıyan gerçek şekillerdir. Nefs, bu şekilleri kendi istikametine celbedip, bozan kendi algılarını onun arasına sunabilir. Çünkü hayal, akıl ve zekânın eline geçip ideal ve düşünceye yansımazsa; perdede dalgalanan silik görüntüler gibi aslını kaybeder ve nefsin yanılgı fotoları, evhamlar bu perdeye yansır.

Demek ki mantık ve hayalde, nefs oldukça etkilidir. İdrak ve düşüncede güçsüzdür. Zekâ sönük şeklinde nefsin düzeninden etkilenir. Yüceldikçe, sıyrılır. Akıl, mantık oyunları ile kirlenmedikçe daima gerçek şehrindedir.

Bütün olaylarda olduğu gibi; bu yeteneklerimizin sağlıklı olması için bedenin sağlıklı olması, beyin kompüterlerinin iyi işlemesi elbette kaçınılmaz bir kuraldır. frtg

Yine önemli olanı, duygu sistemi gönül, bitkisel sinir sistemi yoluyla; zekânın, düşüncenin yansıma noktalarında etkili olduğu gibi; gönül iç planda ruhla birlikte bilinç ve düşünceyi gerçeğe yöneltmede büyük güç sahibidir.

(Onk. Dr. Haluk Nurbaki-İnsan Bilinmezi syf; 197-199)