En zeki insan, sevgili okuyucular, Allah’ın razı olduğu yegâne din İslâm’a inanan, nefsine, heva ve hevesine hâkim olan, var gücüyle ahirete hazırlanandır; çünkü dünya fâni, ömür vefasız, zaman rüzgâr gibi geçicidir. Ölüm ansızın gelebilir; bir kalp krizi, bir trafik kazası bahane! Veya Allah etmesin, harp çıkabilir, ya uzun acı ve ızdıraplar ya da bir bomba, bir kurşun… O takdirde, işte ömür bitti, fırsat elden kaçtı. Allah cümlemize iman selametliği versin!
Allah, ancak başı derde girdiği zaman Allah’ı hatırlayan, duaya kalkışan, ama sıkıntı geçince evvelki gibi yine gaflete, günaha, harama, zevke, keyfe dalanı sevmez. Kullar güzel günlerde de O’nu hatırlamalı, vefalı olmalı, sonsuz nimetlerine, izzetlerine şükretmeli. O zaman, dara düştüğünde yaptığı dua süratle kabul olur.
Yunus bir ilahisinde kendi kendine soruyor: “Yunus! Sen bu dünyaya neye geldin?”, yine kendi kendine, ömrünü nasıl geçirmesi gerektiğini hatırlatıyor, azmini tazeliyor: “Gece gündüz Hakk’ı zikretsin gönlün!” Arkasından bir de Allah dostlarıyla dost olmayı, âlimleri sevmeyi, onlara bağlanmayı tavsiye, aksi halde büyük zarar ve mahrumiyetlere uğrayacağını ihtar ediyor:
Evliyâya uğramaz ise yolun…
Göçtü kervan kaldın dağlar başında![1]
Başka bir ilahide: “Dervişler hazır asker…” deniyor. Evet, öyle olmalı! Devamlı hazırlıklı, abdestli; aklı fikri, sevaplı, hayırlı işlerde, işi halka hizmet ve Hakk’a kulluk, kalbi sâfî, dili zikirde…
Konumuzla ilgili olarak İslam Tasavvufunda çok derin, çok faydalı, çok hikmetli prensipler vardır. Mesela Nakşî tarikatının esasları arasında bulunan “Hûş der dem”: Her nefeste uyanık bulunmak, şuurlu olmak, Allah’ın kendisini gördüğünü bilerek, edebe riayet etmek, gaflete düşmemek, cahilâne hareket etmemek… prensibi ne kadar güzeldir!
Hele “Halvet der encümen”: “Toplum içinde sanki halvette imiş gibi Hakk’ın zikrinde olmak” prensibi ne asil, ne arifâne, ne halisâne! İbrahim Hakkî-i Erzurûmî (1703-1772) hazretleri –kaddesa’llâhu sırrahu’l-azîz– bunu, Mârifetnâme’sinde şu veciz sözlerle açıklıyor:
“Onlar (yani Nakşibendiler), zahirde, halk ile ihtilat edip, hizmette olurlar ve bâtında ancak hazret-i Hakk’ı bilirler ve bulurlar. Kendilerini ‘kesret’ içinde gizlerler, gönüllerinden ‘vahdet’ yolunu izlerler; bedenlerini halka, gönüllerini Hakk’a teslim ederler, bu resm ü râh ile (bu usul ile) mahfîce (gizlice) Hakk’a doğru giderler, taşradan bigâne görünür, içerden hem-hane (hane halkı) olurlar; beden ağyar ile gönül Yâr ile kulak sada ile gönül Hudâ ile göz rakîb’de gönül Habîb’de, lisan (dil) güftâr (söz) ile gönül Dildâr ile el sanatta gönül hazretle, ayak gitmekte gönül zikretmekte, beden post ile râim, gönül dost ile kâim, beden rahatla mekânda, gönül seyahatle cevlanda, beden esbab ile gavgâda, gönül mutlak Üns-i Mevlâ’da bulunur.
“Beyt:
Sûretleri ‘kesrette’, mânaları ‘vahdette’
Sûretleri firkatte, siretleri vuslatta
“Onlar bu tarik ile hatırlarını mesrur ederler, her ne ederlerse gönülde mestur (gizli) ederler, mahabbetlerinin esrarı halka fâş olmaz ve gönüllerinin zevkine hiç halel gelmez. Pes şöhret âfetinden cüdâ ve hâssu’l-hâss-ı Hudâ olurlar…”(s. 444)
İşte sizler de bu prensiplerden ibret ve örnek alın, aziz ömrünüzü iyi değerlendirin, fırsatları zayi etmeyin, ahirete iyi hazırlanın, her an hazırlıklı ve uyanık olun.
Allah cümlenize hayırlı uzun ömürler ihsan buyursun, her zamanımızı ibadet ve taat, salih a’mâl, hayırlı icraat ile ihya eylemenizi, içinizi en güzel evsaf ile müzeyyen ve münevver kılmanızı nasip ve müyesser eylesin (âmîn bi-hürmeti Seyyidi’l-mürselîn sallâllâhu aleyhi ve âlihî ecmaîn).
Prof. Dr. M. Es’ad Coşan(Rha)’ın Aralık 1990 tarihli Kadın ve Aile Dergisi Başmakalesidir.
[1] Yûnus Emre Dîvânı, IV, 225.