4 Kasım 2024 / 2 Cemaziyel Evvel 1446

Çokluktan Birliğe Anlam Yolculuğu ve Huzur

Akıl ve irade sahibi bir varlık olan insan, hayatını üzerine inşa edeceği bir anlam arayışındadır. Bu anlam bireyin yaşantısına rehberlik edecek; karşılaştığı durumları algılamasında, problemleri çözmesinde etkili olacaktır.

Anlam arayışı, insanın kendisini ve etrafında olup biteni sorgulamasına ve dolayısıyla konfor alanından çıkmasına yol açar. Ancak sürecin sonunda elde edilecek huzur, terk edilen konforla kıyaslanamayacak kadar değerlidir.

İlk etapta insanı kuşatan konfor alanı, görece bir rahatlık sunmaktadır. Sadece günü kurtarmayı sağlayan bu rahatlık, en ufak bir değişikliğe tahammülü olmayan, zorluklar karşısında tutunamayan bir yapıdadır. Dolayısıyla henüz anlam arayışına çıkmayan kimseler için hayat, zaman zaman olduğundan çok daha zor bir hal dahi alabilmektedir.

Anlam dediğimiz kavram, varlığın delalet ettiği şeyi ifade eder. Bir kelime düşünelim. Anlamından bağımsız olarak değerlendirdiğimizde, bu kelime birden fazla harfin/sesin yan yana gelerek oluşturduğu birliktelikten ibarettir. Oysa o kelimeyle murat edilen, harf/ses birlikteliğinden başka bir şeydir. Murat edilen o kelimenin insan zihninde canlandırdığı, harften/sesten ari bir anlamdır. İnsanın yaşantısı ve hayata dair aradığı anlam arasında da bunun gibi bir ilişki bulunmaktadır.

İnsanın gördüğünün, duyduğunun, tecrübe ettiğinin bir anlamı vardır. Arayışın çilesine gönüllü olmayan insanlar, bilmediği bir yabancı dilde –alt yazısız- bir film izler gibi sade görüntü ile idare etmek durumundadır. O yabancı dile aşina olmadığı sürece o filmi gerçekten izlemiş olması mümkün değildir. Bu izleyici aslında filmi izlemek için zamanını harcamıştır ve bahsi geçen film de seyredilmek üzere oynatılmıştır. Ancak günün sonunda filmin içeriğini tam olarak anlayamamış, görüntüler üzerinden ancak tahmin yürütebilen bir izleyici vardır. Bir düşünelim; bu kimsenin senaryonun ana fikri, konusu ve karakterleri ile ilgili yapacağı değerlendirme ne kadar isabetli olabilir?

İnsana bahşedilen hayat, her an bir film gibi akıp gitmektedir. İnsan bazen bu filmin izleyicisi, bazen figüranı ve bazen başrol oyuncusudur. Ancak akıp giden bu hayatı gerçekten anlamak ve anlamlandırmak için onun dilini bilmek, sesin ve görüntünün delaletini araştırmak gereklidir. Bu bilme ve araştırma çabası, anlam arayışıdır ve en az hayatın kendisi kadar kıymetlidir.

İnsanoğlu var edildiği günden bu yana bu arayış süregelmiştir. Zira her insan kendi tecrübesini yaşamaktadır. Tüm arayış hikâyeleri, tek tek ortaya çıkan anlamların bir ahenk içinde ve bir bütünün parçaları olduğunu anlatmaktadır. Bu durumda insanlığın bu ortak tecrübesine dayanarak, insanın hayatındaki hiçbir anın, hiçbir yaşantının boşuna olmadığını ifade etmek mümkündür. Olgunun, olayın ardındaki büyük resmi görmeye en yakın olanlarsa ancak anlamlandırma çilesine talip olanlardır. Arayıştan uzak, günübirlik konforunu koruma çabasında kalanlar ise bütünü idrak etmenin huzurundan mahrum kalmayı tercih etmektedirler.

Bütünü idrak etmek, insan için sonsuz bir huzur kaynağıdır. Çünkü gülün kokusuna meftun olan kimse dikenin acısına tahammül etmekte zorlanmaz. Çünkü ağrısına şifa olacağını bilen kimse ilacın acılığından şikâyet etmez. Çünkü sılaya varacağını bilen kimse yol yürümekten vazgeçmez. Yapboz tamamlamaya çalışan kimse nasıl ki o küçük parçanın eninde sonunda yerini bulacağını bilirse; bütünün anlamını bulmaya çalışan kimse de küçük parçalarda takılıp kalmaz, yoluna devam eder. Yeter ki gerçek anlam keşfedilsin!

Anlam arayışı ile ilgili yapılan saha çalışmaları gösteriyor ki fıtratını az ya da çok muhafaza eden insan, aradığı bu anlamın, kendisinden çok daha üstün bir varlık tarafından ikame edildiğine inanmaktadır. Kendisine ve kendisini kuşatan şeylere anlam yükleyen yüce bir varlığı kabul etmesinin, insanın potansiyel gücünü ortaya çıkarmasında oldukça etkili olduğu da bu çalışmalardan elde edilen veriler arasındadır.

İlgili çalışmaların ortaya koyduğu bir diğer önemli çıkarım da, din ve anlam arasındaki bağ hakkındadır. İnsanın anlamlandırma çabasında din, en önemli ögedir. Nitekim günümüzde de yaşayan her din, bir anlam dünyası kurma iddiası taşır. Ancak insan tarafından kurgulanan dinler, anlam bütünlüğünü, birliğini sağlamaktan uzaktır. Çünkü insan –kendisine anlam ve anlama kabiliyeti veren- mutlak üstün varlığın vahiy ikramından uzak kaldığında, eşyayı/yaratılmış şeyleri asıl kabul ederek, onlara tek tek anlam verme tuzağına düşmektedir. Bu çoğul bakış (kesret), insan için ancak oyalanma ve aldanma sürecidir.

Anlam arayışı yolculuğunda, insanı oyalanmaktan koruyan en önemli şey fıtratın muhafazasıdır. Hz. İbrahim as örneği bu gerçeğe işaret etmektedir. Tüm ilahi dinlerde önemli bir makama sahip olan Hz. İbrahim as. fıtratı temsil etmekte ve “…Ben, batıp kaybolanları sevmem…”[1] derken, anlam dünyasındaki birliğe vurgu yapmaktadır.

Fıtratını muhafaza eden ve aklını doğru metotlarla işleten insanların anlam dünyalarını nasıl kurduklarını, bize en öz şekilde şu ayet-i kerime anlatmaktadır: “(İşte) o (akl-ı selîm sahibi) kimseler ayaktayken, otururken, yan taraflarına yaslanarak yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler (ve derler ki:) “Ey Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın.”[2]

O kimseler, her hal ve durumda, kendilerini yoktan var eden Allah’ı hatırlarında tutarlar. Yer ve gök arasında –ki insanoğlunun dünya hayatı içinde bulunabileceği başka bir alan yoktur- karşılaştıkları her eşyayı, her durumu, her olayı anlamaya/anlamlandırmaya çalışırlar. Bu çabaları sonucunda her şeyin sahibi, yöneticisi olan Rabb’e yönelirler.

O kimseler anlam dünyalarını oluştururken büyük resmi tahayyül edebilmektedir. Büyük resmin görülmesi, anlam arayışında isabeti açısından son derece önemlidir. İsabet yani hedefine yakın olmak ise en değerli huzur kaynağıdır.

O kimseler kendini gerçekleştirme yolculuğunda önemli merhaleler aşabilen kimselerdir. Onlar, kendileri için oynatılan filmin her karesinden haberdar olan ve dolayısıyla kendilerine verilmek istenen mesajı doğru bir şekilde anlayabilen kimselerdir.

Hiçbir varlığın boş yere yaratılmamış olduğunu keşfeden ve hisseden insan, kendisini ve diğer varlıkları bu ilke ışığında anlamlandırır. Dolayısıyla insanlarla ve eşya ile ilişkilerini de bu bağlamda düzenler. “Yaratılanı Yaratan’dan ötürü seven” derviş Yunus, “Ballar balını buldum” derken bu huzuru anlatmak istemiş olabilir mi?

Zeynep Yaren Çelikbilek

[1] Kur’an-ı Kerim, 6.En’am Sûresi, 76. ayet-i kerime

[2] Kur’an-ı Kerim, 3.Âl-i İmran Sûresi, 191. ayet-i kerime