“Sıcak, ziyâde sıcak bir geceydi; baktım ki:
Oturmak evde ölümden beter, dedim; Belki,
Çıkar dışarda gezersem biraz nefeslenirim;
Epey de yorgunum amma gelince dinlenirim.”
Mehmet Âkif bunları yıllar önce söylemiş olsa da, bugün bu mısraları okuduğumuzda nasıl da içimize işliyor. “Şöyle bir gezip gelmek” günlük kullanımın dışına çıkıp, her zaman erişemediğimiz bir lüks olduğunda cümlelerin anlamı değişiverdi ruh dünyamızda. Yoğun vakitlerde “Biraz da evde otursam, trafik görmesem, yataktan çıkmasam,” demişliğimiz vardır. Fakat öyle bir dönemden geçtik ki şairin mısraları toplumsal olarak ruh halimiz oluverdi. Fırsatını bulduğumuzda sadece yorgunluk değil, birçok şey pahasına çıktık evimizden.
Şu son yıllarda yokluğunu yaşadığımız nimetler arasında camilerimiz de vardı. Mehmet Âkif, Fatih Câmii şiirinde ne güzel anlatıyor sabah namazına gidişini. Adeta bizi de katıyor peşine, yürüyoruz geçtiği yollardan camiye doğru.
“Zalâmı sîneye çekmiş yatan sokaklardan
Kemâl-i vecd ile geçtim. Önümde bir meydan
Göründü; Fatih’e gelmiştim anladım, azıcık
Gidince, ma’bede baktım ki bekliyor uyanık!
Sokuldum artık onun sîne-i münevverine,
Oturdum öndeki maksûreciklerin birine.”
Camiden, cemaatten, cemiyetten uzak kalmalarımız durumumuzu anlatmaya yeter mi bilemiyorum. Ailemizi göremedik bazen, aynı evde bile olsak. Salgın beraberinde karantinayı getirirken odaları da ayırdı. Yalnızlığın çok çeşitleri olduğunu anladık. Bizden çok önce düşünmüştü bunu şairler. Gelin bir de onlardan okuyalım yalnızlığı.
İstiklâl Marşı şairinden boş sokakların bir aksi yankılanıyor adeta:
“Kendi feryâdımdır ancak ses veren feryâdıma…
Kimseler yok, âşinâdan büsbütün hâlî diyâr.”
Kitapta okumasak bugün söylenmiş zannedeceğimiz mısralar çıkmış Necip Fazıl’ın kaleminden de:
“Bir cümbüştür kopsa da, gece, yakamozlarda;
Münzevî balıklarız ayrı kavanozlarda…”
“..ah şu yalnızlık/ kemik gibi/ ne yanına dönsen batar” diyor Cahit Zarifoğlu da.
Bu yalnızlık dönemlerini hepimiz farklı geçirdik. Eşlerimizle, çocuklarımızla yalnız kalmak da zordu elbet. Kısıtlı mekânlarda hiç olmadığı kadar yan yana geldi nefislerimiz. Belki imtihanların en güçlüsü de buydu. Bayrak şairi Arif Nihat Asya’nın da dediği gibi, en zor pehlivandır çünkü nefis.
“Yere getirmek ne hoştur
Bu yıkılmadık belleri!
Yenmek, yenmek… fakat önce
Kendini, sonra elleri!”
Konu nefs olunca Çile şairinin mısraları geliyor aklıma:
“Hep nefs çıkar karşıma, ölüp ölüp dirilsem;
İnsandan kaçmak kolay; kendimden kaçabilsem…”
Varlığında fark etmediğimiz ya da şükrünü eda edemediğimiz şeyler, yokluklarıyla terbiye etti bu dönemde bizi. Dış âleme bakıp hasret çekerken, iç âlemimize bakıp biraz da utandık şükrü unuttuğumuz zamanlardan. Henüz tam da atlatamadığımız bu salgın günlerinde benim farkına vardığım en büyük şey, erteleme hastalığım oldu. Ertelemek ve daha fazlasının, sonrasının hayalini kurmak. Necip Fazıl’ın da dediği gibi:
“Hangi dağa tırmansam, muradım ötesinde;
Murad, bugün yerine her günün ertesinde…”
Hayat seçimlerden ibaret ve bir şeyi erteliyorsam, muhtemelen yapamayacağım. Bir düşünelim. Okurum diye kenara koyduğumuz kitaplar, zamansızlıktan yakınıp ertelediğimiz işler, belirsiz bir ‘sonra’ya bıraktığımız ne varsa unutuldu, tozlandı ya da daha kötüsü bir yük olarak bindi sırtımıza. İşlerimiz ne zaman azalsa, başka işler doldurdu yerlerini. Ertelenenlere sıra geldi mi hiç? İşte bu durumu anlatıyor Âkif Hasbihâl’inde. Şu geçtiğimiz günlerde, dünyamız ve ahiretimizden neleri erteledik, gelin şairin öğüdünü dinleyip beraberce düşünelim:
“Büyük bir şâirin düstûr-i hikmettir şu ihtârı;
Velev duymuş da olsan yolsuz olmaz şimdi tekrârı:
“Geçen geçmiştir artık; ân-ı müstakbelse mübhemdir,
Hayâtından nasîbin: Bir şu geçmek isteyen demdir.”
…
Sakın ey nûr-i dîdem, geçmesin beyhûde eyyâmın;
Çalış hâlin müsâidken… Bilinmez çünki encâmın.”
Biz biliyoruz ki mümin hiçbir zaman zararda değildir. Bollukta şükür, darlıkta sabırla beraber birçok fark edişler yaşarız. Bu zor dönemleri de güzellikle atlatabilmek duasındayız. İşte tam da bunu düşünürken, ruhumuzu diriltip şöyle bir silkelenmemizi sağlayacak mısralarla baş başa bırakıyorum sizi. Diriliş Şairi’nin kalemiyle nihayete erdirelim yazıyı:
“Kem küm etmesin artık doktorlar doktoru
Bu başka bir nabız atışı başka bir kalb vuruşu
Slogan çağı tükendi tanımlar yenilenecek
Yeniden işte bugün işte bu ay denecek
Kuşlar dirildi tepelerde ve tepeler ölümden kurtuldu
Yeni maske gaz zerreciklerini tuttu
Tanrıdan başkası kalmadı bir bakıma
Her şey birden yok oldu O’nun karşısında
Her şey yeniden var oldu O’nda
Ve sen yeniden ayak bastın dünyaya
Aparı bir gönülle
Tûr’dan inen bir akıl
Miraç’tan dönen bir ruhla
Yeniden açıyorsun kapılarını Kent’in
Sözü uzatmanın yeri yok inan bana
Tek kelimeyle: dirildin söyleyeyim sana”
Zor günlerimiz, dirilişimiz olsun.
Zehra Binark