“…Hiçbir ümmet yoktur ki (onların) içinden bir korkutan uyarıcı (peygamber) gelip geçmiş olmasın.”[1]
İslam inanç esasları, üç ana başlık altında toplanır. Bunlar, ulûhiyyet, nübüvvet ve ahiret ile ilgili konulardır. Ulûhiyyet, Allah Teâlâ’nın varlığı ve birliği; nübüvvet, peygamberlik müessesesi; ahiret de ölüm ve sonrası ile ilgili iman edilmesi gereken esasları ihtiva eder. Bu esaslar bir bütündür. Mümin vasfını kazanmak için, her birine iman etmek gereklidir.
Nübüvvet, akıl sahibi kulların sorumluluk sahasındaki dünya ve ahiret işleri hakkında, Allah ile kulları arasında yapılan elçilik demektir. Elçiler/Peygamberler, insanlara doğru yolu göstermek, onların kötü hallerini düzeltmek için, Allah tarafından görevlendirilmiş seçkin kimselerdir. Allah Teâlâ, elçilerini kendisinin seçtiğini Kur’an-ı Kerim’de şöyle bildirmiştir: “Bu, Allah’ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.”[2] “…Allah, peygamberliği nereye (kime) vereceğini çok iyi bilir…”[3]
Allah ile kul arasında elçilik yapma sorumluluğunu taşımak, elbette bazı niteliklere sahip olmayı gerektirir. Öncelikle peygamberler, sadık/dosdoğru kimselerdir, asla yalan söylemezler. Allah Teâlâ, peygamberlerini anarken bu sıfatlarını ön plana çıkarmıştır. “Kitap’ta İsmail’i de an. Çünkü o, sözüne sadıktı ve (tarafımızdan) gönderilmiş bir peygamber idi.”[4] “Kitap’ta (bildirdiğimiz gibi) İdris’i de an. Çünkü o, çok doğru bir peygamber idi.”[5]
Peygamberler, emin kimselerdir. Gerek peygamberlik konusunda gerek diğer konularda, kendilerine her türlü güven duyulan şahsiyetlerdir. Şuâra Suresi’nde, 5 kez tekrarlanan, “Şüphesiz ben, sizin için (gönderilmiş) güvenilir bir peygamberim.”[6] ifadesi, farklı peygamberlerin diliyle bu gerçeğin ilanıdır.
Peygamberler, aklî melekelerini hakkıyla kullanan, son derece yüksek bir anlayışa, kuvvetli bir görüşe ve üstün bir zekâya sahip, yanılgıdan uzak kimselerdir. Onlarda, gaflet, yüksek duygu ve düşüncelerden yoksunluk düşünülemez. Hud (as) ve Nuh (as) ile kavimleri arasında geçen şu konuşmalar, peygamberlerin bu özelliğini ortaya koyar: “Halkından ileri gelen kâfirler: ‘Biz seni hakikaten bir beyinsizlik içinde görüyoruz ve hiç şüphesiz seni yalancılardan sanıyoruz.” dediler. (Hûd) dedi ki: ‘Bende hiçbir beyinsizlik yoktur. Ben sadece âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.’”[7] “Halkından ileri gelenler şöyle dedi: ‘Biz seni hakikaten apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz.’ (Nuh) dedi ki: ‘Ey halkım! Bende hiçbir sapıklık yoktur. Ben sadece, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim.’”[8] Ve Yüce Rabbimiz’in, Efendimiz (as) ile ilgili beyanı da şöyledir: “Onlar hiç düşünmediler mi ki, arkadaşları (Muhammed’)de hiçbir delilik yoktur. O, ancak (dünya ve âhiret azabı hakkında) açık bir uyarıcıdır.”[9]
Peygamberler, masum, günahsızdırlar. Günah işlemek, kulun gaflette olmasını gerektiren bir durumdur. Kul, gaflet halindeyken nefsinin heveslerine, şeytanın aldatmalarına karşı koyamaz ve günah işler. İşte bu hal, bir önceki paragrafta anlatılan özellik ile çelişkili bir durumdur ki bir peygamberde bulunması mümkün değildir. Onların ancak zelle adı verilen küçük hataları olabilir.
Peygamberler, tebliğ ile vazifeli kimselerdir. Kendilerine emredilen şeriat hükümlerini, olduğu gibi ümmetlerine bildirirler. Bu hükümlerden en ufak bir şeyi dahi unutmaları ya da gizlemeleri, ihtimal dışındadır. “(Peygamberler) öyle kimselerdir ki Allah’ın gönderdiklerini tebliğ ederler…”[10] ayet-i kerimesi, peygamberlerin bu görevlerini gösteren bir delildir. Peygamberlerin kavimlerine karşı kendi durumlarını ortaya koydukları, ayet-i kerimede geçen şu ifade de bir başka delildir: “…Ey kavmim! Ant olsun ki Rabbimin gönderdiği hükümleri size duyurmuştum…”[11]
Peygamberler, elçilik vazifelerini yerine getirirken, Allah’tan başka hiç kimseden korkmazlar. Allah Teâlâ, onların bu özelliklerini şöyle ifade eder: “(Peygamberler) öyle kimselerdir ki Allah’ın gönderdiklerini tebliğ ederler, Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka hiçbir kimseden korkmazlar…”[12]
Peygamberler, insanlara Allah’ın ayetlerini okuyan, Kitap ve hikmeti öğreten, onları maddi ve manevi kirlerden temizleyen kimselerdir. Bu gerçeği, İbrahim (as)’ın duasından öğreniyoruz. “Ey Rabbimiz! Onlara içlerinden, senin ayetlerini kendilerine okuyacak, onlara Kitab’ı ve hikmeti öğretecek ve onları (şirkten ve kötülükten) arındıracak bir peygamber gönder. Şüphesiz sen, azîz ve hakîm (hüküm ve hikmet sahibi)sin.”[13]
“Buna karşı sizden bir ücret de istemiyorum. Benim mükâfatımı vermek âlemlerin Rabbi olan (Allah’)dan başkasına ait değildir.”[14] ayet-i kerimesinden anlaşılan, bir diğer husus, Peygamberlerin dünyada hiçbir menfaat beklentisi içinde olmadıklarıdır. Şayet aksi söz konusu olsaydı, elçilik makamının güvenilirliği zedelenirdi.
Peygamberler, elçi olduklarını ispat etmek için, olağanüstü olaylar gösterirler. Bunlara mucize adı verilir.
İman esasları çerçevesinde, Allah’ın kullarını uyarmak için peygamberler gönderdiğine ve her bir peygamberin bu vasıfları haiz olduğuna iman etmek gereklidir. Ve dolayısıyla, din kavramı içinde nübüvvetin kapsadığı alan ve sahip olduğu önem açık bir şekilde fark edilir. Zira peygamberlik müessesesi, dinin temel taşıdır. Dini esaslar, insanoğluna peygamberler aracılığı ile bildirilmiştir.
Peygamberlik sayesinde, insan vahiyle muhatap olmuştur. Yaratılış hikmetini ve yaratıcısına karşı sorumluluklarını öğrenmiştir. Dünya ve ahiret mutluluğunun yolunu gösteren vahiy, insanın aklı ile keşfedemeyeceği meselelerin yegâne bilgi kaynağıdır. Nübüvvet de insanın vahiyle buluşmasının ve vahyi anlamlandırmasının yegâne yolu olduğu için önemlidir.
Bu önemi gören din düşmanları, tarih boyunca peygambere düşmanlık yaparak, ona zarar vermek ya da onu pasifleştirmek için çaba sarf etmişlerdir. “(Onlar) kendilerine, içlerinden bir uyarıcı (peygamber) geldiğine şaşıp kaldılar. O kâfirler dedi(ler) ki: ‘Bu yalancı bir sihirbazdır.’”[15] “Peygamberler onlara: ‘Allah’tan başkasına kulluk etmeyin.’ diye (her fırsatta) önlerinden ve arkalarından geldiği zaman onlar: ‘Eğer Rabbimiz dileseydi, (bize) melekler indirirdi (oysa siz insansınız). Onun için biz, sizin (bize tebliğ için) gönderildiğiniz şeyleri inkâr ediyoruz.’ dediler.”[16]
Seçkin kimseler olan Allah’ın elçileri, ümmetin önderleri, yol göstericileridir. “…Her toplumun da bir yol göstericisi (davet edeni) vardır.”[17] Allah Teâlâ, onlara vahy ederken; aynı zamanda vahyin uygulanmasını da öğretmiş, ümmetlerine uygulamalı olarak öğretmelerini sağlamıştır. Bu sebeple de, peygambere iman etmek, iman esaslarından olduğu gibi; peygambere itaat etmek de Allah’a itaatin gereğidir. “(Ey Resûlüm!) De ki: ‘Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir.’ (Yine) de ki: ‘Allah’a ve Peygamber’e itaat edin.’ Eğer yüz çevirirlerse (kâfir olurlar), şüphesiz ki Allah kâfirleri sevmez.”[18]
Bize bir şahit, bir müjdeci, bir uyarıcı, Hakk’a davetçi ve nur saçan bir kandil olan[19] peygamber(ler)i gönderen Rabbimiz’e hamd; kıymetli elçilerine salât ve selam olsun.
Halide Eren
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Mustafa Asım Köksal, Hz. Muhammed (as) ve İslamiyet
Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali
Hasan Tahsin Feyizli, Feyzu’l-Furkan Kur’an-ı Kerim Meali
[1] Fatır Sûresi, 24 [2] Cuma Sûresi, 4 [3] En’am Sûresi, 124 [4] Meryem Sûresi, 54 [5] Meryem Sûresi, 56 [6] Şuârâ Sûresi, 107-125-143-162-178 [7] A’raf Sûresi, 66-67 [8] A’raf S’uresi, 60-61 [9] A’raf Sûresi, 184 [10] Ahzab Sûresi, 39 [11] A’raf Sûresi, 79-93; Bkz: A’raf Sûresi, 62-68 [12] Ahzab Sûresi, 39 [13] Bakara Sûresi, 129 [14] Şuârâ Sûresi, 109-127-145-164-180; Bkz: Furkan Sûresi, 57; Sebe Sûresi, 47 [15] Sâd Sûresi, 4 [16] Fussilet Sûresi, 14 [17] Ra’d Sûresi, 7 [18] Âl-i İmran Sûresi, 31-32; Bkz: 3/164; 4/80; 7/158; 24/63; 33/21. Ayrıca Hz. Peygamber’in emrine aykırı davrananlar için bk. 4/14; 24/63; 33/36 [19] “Ey Peygamber! Muhakkak biz seni, (ümmetin üzerine) bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak, hem de Allah’ın izniyle, bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.” Ahzab Sûresi, 45-46