13 Ekim 2024 / 9 Rebiül Ahir 1446

Dört Halife ve Kardeşlik -1

En Sevgilinin, En Sadık Dostu; Hz. Ebubekir 

İslam kardeşliğinin en mühim, en içten, en samimi örneklerini Asr-ı Saadet’te bulmak mümkündür. Düşünün bir kere; sahipsiz ve terk edilmiş halde yaşadığınızı sanırken, her şeyinizi yutacakmış gibi görünen o dünyanın Rabbi sizi muhatap alıyor.  Her adımınıza cevap olacak sözlerini ve emirlerini peyderpey kâh yüceltmek, kâh korkutmak, kâh müjdelemek için gönderiyor. İnananların böyle muazzam bir muhataplığın getirdiği yüce bir imana, teslimiyete, bağlılığa sahip olması hadisenin tabiatından gelir. Aynı cevher etrafında birleştiren bu inancın bütün müminleri de yücelir, kutsi bir makama yerleşir. Saadet asrının mesut müminleri de işte bu iklim içinde, ilâhî vahyin sürekli geliş halinden ötürü birleştirici, kenetleyici bir birliktelik seviyesine erişmişlerdir. Benzeri tarihin hiçbir döneminde görülmemiş bu sımsıkı, sarsılmaz ve parçalanmaz kardeşlik,  güncel tanımların ötesinde, üstündedir ve kıyamete kadar da bir daha gerçekleşecek değildir. Biz sonradan gelenler, ilâhî kitabımızda emredildiği için, o seviyeye erişmek hayaliyle çalışabiliriz, ancak yerimizi bilmek, bu gayretimizin önemli bir parçasıdır. Bu sebeple günümüzde kardeşlik ölçü ve sınırları ile Saadet Asrı’nın ölçülerinin mukayese kabul etmez olduğu gerçeğini bilmek bize yardımcı olacaktır. O derece ki; günümüzdeki Müslümanların gözünden bakıldığında, o dönemdeki kardeşlik kavramı, anlayışımızın üzerinde bir manzara sergilemektedir.

İslam tarihi sayfalarında en bilinen ve bize en tanıdık gelen bölümler arasında, İslam’ın yayılmaya başladığı ilk günler yani “Mekke Dönemi” gelir. Kime sorsak hafızasında o dönemle ilgili anlatacak birçok olay, bir çırpıda söylenecek birçok isim vardır. Hz. Ebu Bekir’in, İslam tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biri olarak hayatı bütün Müslümanlarca okunmuş ve anlatılmıştır. Bir o kadar daha anlatılsa ve okunsa yeridir. Zira zaman ve mekân olarak farklı bir durumda olduğumuz göz önünde bulundurulursa, ruh benzerliği elde etmemiz için defalarca ve defalarca, olabilecek en ince ayrıntısıyla büyük sahabelerin hayatlarını okumaya, daha da önemlisi anlamaya ihtiyaç duyarız. Kardeşlik söz konusu olduğunda da ilk akla gelen kişi Hz. Ebu Bekir Efendimizdir.

Allah’ın en sevgili iki kulu, bir ömür arkadaşlığın ve dostluğun temsilî halini sürdürmüş ve bir arada olmuşlardır. Hz. Ebu Bekir, Allah Resulü’nün ayağına diken batsa endişeye düşmüş, aklı hep Resulullah Efendimizde olmuş, nereye gitse ne yapsa hep bir adım gerisinde bulunmuştur. Hz. Ebu Bekir’in vefası, sadakati, sevgi ve bağlılığı gün geçtikçe artar, Hz. Ebu Bekir zihinlerimize nakşolan haliyle tarihin sadakatte zirve insanı haline dönüşmüştür. Bu, tasavvufta “fena” kavramı ile ifade edilen hali ortaya çıkarmış, dostlukları Peygamber Efendimizle aynı zihni, kalbi ve hali taşıyan bir mertebeye erişmiştir.

İki arkadaşın dünyada başlayan ve ahiret hayatında da devam edecek olan arkadaşlığı çok büyük sıkıntılar atlattı, büyük badirelerden geçti. Hz. Ebu Bekir, Allah Resulü(sas)’ne verilen görevin ihtişamını biliyor, bu derece önemli bir vazifeyle gelen bir peygamberin çekeceği sıkıntının ölçüsünü de tahmin edebiliyordu. Elinden gelse onun yerine bütün derdi, tasayı, sıkıntıyı, eziyeti çekerdi ama bu mümkün değildi. Yapabileceği tek şey sıkıntılara maruz kaldığında yanında olmaktı. Sadakat, sevgi, bağlılık ve dostluk bunu gerektirirdi. Resul-i Ekrem Efendimiz bir sıkıntıya uğradığında Hz. Ebu Bekir yanında değilse, haberi alır almaz koşar gelir, sözlerin kâfi gelmediği durumlarda varlığı ile Allah Resulü(sas)’ne teselli vermeye çalışırdı. Zaten hep yanındaydı, gölge gibi Allah Resulü(sas)’nü takip ediyordu. Birinci sebebi; onu korumak arzusunda oluşundandı. İkinci sebebi; koruyamazsa bile acıyı onunla birlikte yahut onun yerine çekebilmek içindi. Üçüncüsü ise; Rabbinden indirilen ayetleri ve emirleri geldiği anda duyabilmek, bir an önce öğrenebilmek ve uygulamasını bizzat ve ilk önce Allah Resulü(sas)’nden görmek içindi. İşte o böyle biriydi. O ashabın en büyüğü olmayı işte bu sebeple hak etmişti. Her şeyden önce o Hz. Peygamber(sas)’in çile ortağıydı. İslam öncesinde büyük bir dostluk olarak tanımlanabilecek beraberlikleri İslam’dan sonra da en büyük sahabe, en aziz yoldaş, en üstün gönüldaş ve en ince sırların sinesi, sırdaşı olarak derinleşti. Mekke’nin en zengin ve en itibarlı kişisi İslam yolunda hazinesini hiç yüksünmeden ve sakınmadan harcamaya başladı. Büyük serveti Hz. Ebu Bekir’in büyük cömertliğine fazla dayanamadı.  Ancak daha Müslüman olur olmaz elindeki 40 bin dinarın 35 binini sadaka olarak dağıttığını söylemek şimdilik yeterli olacaktır.

Araştırmacı Yazar Serpil Özcan