İnsanın bu dünyaya geliş gayesi yaratıcısına kulluk etmesidir. [1] Kulluk, kulu olunan varlığın hükmü altına girmek ve dolayısıyla ondan çok daha aciz olduğunu, her konuda ona muhtaç olduğunu kabul etmektir. Yaratıcısının hükmü altında olmanın insana yüklediği bir takım sorumluluklar vardır. Bu sorumluluklardan biri olan dua ise insana hissettirdiği hal ile kulluğun özü / ibadetin iliği mahiyetindedir.[2]
Dua kelimesi (aynı kökten geldiği) davet kelimesi gibi çağırmak anlamına gelir. Dinî terim olarak ise alt makamdan üst makama arz edilen talep ve yalvarış anlamını taşımaktadır.
İnsanın kendi acizliğini ve muhtaçlığını itiraf ettiği, Rabbinin hâkimiyetini ve yüceliğini ikrar ettiği hal, duanın bizzat kendisidir. İnsanı yaratılış gayesi ile örtüşen duygu ve düşüncelere sevk ettiği için dua kulluğun/ ibadetin özü kabul edilmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de ilgili ayet-i kerimleri incelediğimizde dua ve kulluk arasındaki bu bütünlüğü görmemiz mümkündür.
“(Resûlüm!) Kullarım sana beni soracak olurlarsa (bilsinler ki) ben, şüphesiz onlara çok yakınım. (İsterse gönlünden geçirsin.) Bana dua edenin duasına icâbet eder (kabul eder)im. O halde onlar da benim davetimi kabul ed(ip bana itaat et)sinler ve bana iman(da sebat) etsinler. Tâ ki bu sayede doğru yola (kurtuluşa) ulaşmış olsunlar.”[3]
İnsanın yaratıcısını merak etmesi ve araştırması fıtratında (yaratılış kodlarında) bulunmaktadır. Bununla birlikte kendisinden çok daha yüce bir varlığı bizzat idrak etmesi mümkün olmayan insan bu idrak için yaratıcısının varlığını hissedeceği işaretlere ihtiyaç duyar. Bu çerçevede ayet-i kerimede kulun Rabbiyle samimi bir şekilde kuracağı iletişime yani duaya dikkat çekilmiştir. Kulun duaya yönelmesi, duasına karşılık verecek yüce bir makamın varlığını ve yakınlığını hissettiğine işaret eder. İşte kulluğun özünü oluşturan dua bu duyuşsal farkındalık halidir.
Ayet-i kerimede Allahu Teâlâ kullarına yakın olduğunu bildirirken bu yakınlığın işareti olarak kulunun duasına cevap vermesini göstermiştir. Yaratıcının bu icabet vaadi ve yakınlığı karşılığında kula düşen O’nun davetine icabet etmek ve O’na karşı hissettiği farkındalık halinde sebat göstermektir.
Bu farkındalık halinden uzak kalmak insanı duaya tenezzül etmemeye götürür. Bu durum ise Kur’an-ı Kerim’de kullara yönelik bir tehdit olarak bildirilmiştir: “Rabbiniz buyurdu ki: ‘Bana dua edin, (isteyin) size karşılık ver(ip duanızı kabul ed)eyim. Çünkü bana ibadet/kulluk etmeye karşı kibirlenip (buna) tenezzül etmeyenler, aşağılıklar olarak cehenneme gireceklerdir.’”[4]
Allah’ın kulunun duasına icabeti –bir önceki ayet-i kerimede belirtildiği üzere- mutlaka gerçekleşir. Yani Allahu Teâlâ kulun samimi duasını mutlaka kabul eder. Bununla birlikte duaya icabetin (duanın kabulünün) farklı usulleri vardır. Duaya yönelmiş olan kimse hangi usulde olursa olsun medet çağrısının karşılık bulacağından emin olmalı, azabından korkarak ve rahmetini umarak O’na dua etmelidir.[5] Bunun aksi kulun Rabbi nazarında değersizleşmesine yol açacaktır. Zira “Dua (ve ibadeti)niz olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?”[6]
Zeynep Yaren Çelikbilek
[1] Bknz: Kur’an-ı Kerim, Zâriyât Sûresi, 56
[2] Bknz: Tirmizî, Daavât, 1
[3] Kur’an-ı Kerim, Bakara Sûresi, 186
[4] Kur’an-ı Kerim, Mü’min Sûresi, 60
[5] Bknz: Kur’an-ı Kerim, A’raf Sûresi, 56
[6] Kur’an-ı Kerim, Furkan Sûresi, 77