Dua, sözlükte çağırmak, istemek, yardım talep etmek manalarına gelmektedir. İslâmî bir kavram olarak ise, Allah’ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf etmesi, sevgi ve tazim duyguları içinde Cenâb-ı Hak’tan istekte bulunmasıdır.
Yaratılmışların en mükemmeli olan insan, fıtraten Cenâb-ı Hakka ulaşma, O’na sığınma ve O’nu tanıma arayışı içinde yaratılmıştır. Bundan dolayı insan, tarihin hiçbir döneminde duadan uzak kalmamıştır.
Dua, Allah ile kul arasındaki iletişimi ve irtibatı en güzel şekilde sağlayan bir ibadet ve râbıtadır. Zira İslam’da bir kul, hiçbir vasıtaya ihtiyaç duymadan halini Rabbine arz edebilir, karşılaştığı her türlü sıkıntı ve zorluklar için O’ndan yardım talebinde bulunabilir.
Dua, kulu Rabbinin huzurunda değerli kılan bir ibadettir. Çünkü yakarışı ve yalvarmasıyla ile kul, hem kendi acizliğini, hem de Rabbinin sonsuz güç ve kudret sahibi olduğunu kabul ve itiraf etmiş olur. Kulun sayısız talepleri ve ihtiyaçları ancak, sonsuz güç ve kudret sahibi Rabbi tarafından karşılanabilir. Diğer taraftan dua ilâhî rahmetin celbi, gazabın def edilmesine vesiledir. Nitekim âyet-i kerimede: “Rabbiniz şöyle buyurdu; Bana dua edin, duanıza cevap vereyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış bir halde cehenneme gireceklerdir,” (el-Mümin 40/60). Ayrıca dua Allah katında değer ve itibar sahibi olmanın da en önemli vasıtasıdır. Zira âyet-i kerimede: “Ey Muhammed de ki; duânız olmasa Rabbiniz size ne diye değer versin! …” buyurulmaktadır (el-Furkan 25/77).
Hadis-i şeriflerde de dua, ibadetlerin özü, en faziletlisi, en şereflisi olarak tarif edilmiştir.
Dua bir ibadet olduğundan onun esas karşılığı ve mükâfatı ahirette verilecektir. Şayet insanın dünyaya ilişkin talepleri karşılık bulmuyorsa, duam kabul olunmadı dememelidir. Efendimiz (sav); “Allah dua eden herkese karşılık verir. Bu karşılık ya dünyada peşin, ya da ahirete saklanır. Yahut da duası kadar günahından hafifletilmek suretiyle olur, yeter ki, günah talep etmemiş veya sıla-i rahmin (akrabalık bağlarının) kopmasını istememiş olsun. Ya da acele etmemiş olsun,” (Tirmizi, Daʽavât).
Diğer taraftan duanın kabulü için şeklî ve ahlâkî bazı hususlara riâyet edilmesi istenmektedir. Duanın adabı denilen bu hususları şöyle sıralayabiliriz:
1-İhlaslı Olunmalıdır.
İhlas duanın rükünlerinden biridir. Dua ederken Allah, insan şuurunun tek konusu olmalıdır. Başka yönelişler kalpten silinmelidir. Böyle bir yöneliş iletişimi kuvvetlendirir ve insanın gönlünü Allah’ın nazarına açık hale getirir. Aksi halde Allah kendisinden gâfil ve başka işlerle meşgul bir kalbin duasını kabul etmez. Kur’an-ı Kerim’de: “O diridir, O’ndan başka ilah yoktur. O halde sadece Allah’a itaat ederek (samimi olarak) O’na ibadet edin. Hamd âlemlerin Rabbine mahsustur”, (el-Mümin 40/65).
2-Helal Yenilip, İçilmelidir.
Duanın kabulünde helal lokma fevkalade önemlidir. “Bir kimse Allah yolunda uzun seferler yapar. Saçı başı dağınık, toza toprağa bulanmış vaziyette ellerini gökyüzüne açarak: Yâ Rabbi! Yâ Rabbi! diye dua eder. Hâlbuki onun yediği haram, içtiği haram, gıdası haramdır. Böyle birinin duası nasıl kabul edilir!” (Müslim, Zekât 65)
3-İnanarak Dua Etmek.
Dua eden mümin, duasının kabul edileceğine inanarak dua etmelidir. Nitekim Peygamber Efendimiz: “Kabul edileceğine kesin olarak inanarak Allah’a dua ediniz ve biliniz ki, Allah gafil bir kalpten gelen duayı kabul etmez” (Tirmizi, Daʽavât, V, 517).
“Dua ettiğiniz zaman, İsteğinizi kesin olarak isteyin. “Allah’ım! Dilersen beni affeyle, dilersen bana merhamet eyle” demeyiniz. Çünkü Allah’ı zorlayacak herhangi bir güç yoktur” (Buhârî, Daʽavât 21, VII, 153), buyurmaktadır.
4. Israrla Dua Edilmelidir.
Bir mümin, duasının kabulü konusunda aceleci olmamalıdır. Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: “Allah dualarınızı kabul eder. Ancak kabul edilmesi için acele etmeyin; dua ettim de kabul edilmedi demeyin” (Buhârî, Daʽavât, 22, VII, 153).
Allah kulun her duasına mutlaka cevap vermektedir. Şöyle ki, Allah kulun isteğini hikmetine binaen bazen kabul bazen reddetmektedir. Bazen de istediğinin daha iyisini kuluna vermektedir. Her üç durumda da bir cevap söz konusudur.
5. İçten ve Yalvararak Dua Edilmelidir.
Kul dua ederken taşkınlık göstererek ihlas ve tazarru sınırının dışına çıkmamalı, samimi bir dil ile yalvararak dua etmelidir. Nitekim bir ayet-i kerîmede şöyle buyurulmaktadır: “Rabbimize alçak gönüllü olarak ve için için dua edin. Çünkü o, haddi aşanları sevmez.” (el-A’raf, 7/55).
Sahabeden Ebû Musa el-Eş’arî der ki: Allah Resulü ile birlikte bulunduğumuz bir seferde, tepelere çıktıkça, derelere indikçe yüksek sesle tekbir ve tehlil getiriyorduk. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Ey İnsanlar! Kendinizi yormayınız. Çünkü sizler sağır ve uzaktaki birine değil, her an sizinle olan, her şeyi duyan Allah’a dua ediyorsunuz.” (Buhârî, Cihad 131, IV/16) buyurarak bizi uyardı.
Bu sebeple, dinleyenleri rahatsız edecek şekilde, gereksiz yere bağırıp çağırarak, yapmacık hareketlerle duada bulunmak doğru değildir. Dualar ibadet şuuruyla yapılmalıdır.
6. Ümit ve Korku İçinde Dua Edilmelidir.
Kul, dua ederken, Allah’a karşı korku ve saygı içinde bulunmalı, aynı zamanda istekli ve ümitli olmalıdır. Kur’an’da bu şekilde dua edenler övülmekte ve şöyle buyurulmaktadır: “… Onlar gerçekten hayır işlerinde yarışırlar, (rahmetimizi) umarak ve (azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize derin saygı duyan kimselerdi,” (el-Enbiya, 21/90).
7. Duaya Allah’ı Zikir, Hz Peygamber’e Salât-ü Selâm İle Başlanmalı ve Bitirilmelidir.
Peygamber’imizin duaya başlarken ve duayı bitirirken Allah’ı zikrettiği hakkında çok sayıda sahih rivayet bulunmaktadır. Bu bağlamda Seleme b. el-Evka’ şöyle demektedir: Hz. Peygamber duaya, سُبْحانَ رَبَّيَ الْعَلِيُّ ﺍﻷعْلَى الوَهَّاب “Yücelerin yücesi ve bağışlayıcı olan Rabbimi, bütün noksanlardan tenzih ederim” diyerek başlardı, (Ahmed b. Hanbel, IV, 54.)
Fadâle İbnu Ubeyd (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resûlullah (sav) dua eden bir adamın, dua sırasında Hz. Peygamber (sav)’e salât ve selâm okumadığını görmüştü. Bunun üzerine; “Bu kimse acele etti” buyurdu. Sonra adamı çağırıp: “Biriniz dua ederken, Allah-u Teâlâ’ya hamd-u senâ ederek başlasın, sonra Hz. Peygamber(sav)’e salât okusun, sonra da dilediğini istesin” buyurdu. (Tirmizî, Daavat, 66/3473, 3475).
8. Duada Eller Açılmalı ve Kıbleye Yönelmeli.
Sahabeden Cabir b. Abdullah şöyle demektedir: “Hz. Peygamber dua ederken ellerini kaldırdığında yüzüne sürmedikçe indirmezdi”, (Tirmizi, Da’avât, 11.V, 463-464).
9. Duada, Meşrû İsteklerde Bulunulmalı.
Cenâb-ı Hak’tan dinimizce yapılması ve istenmesi günah sayılan hususlarda istekte bulunulmamalıdır. Resûl-i Ekrem Efendimiz (sav): “Kul, günah talep etmedikçe veya sıla-i rahmin kopmasını istemedikçe duası icabet görmeye (kabul edilmeye) devam eder”, (Müslim, Zikr, 25. III, 2096) buyurmuştur.
10. Duaya Konu Olan İşin Gerçekleşmesi İçin Gerekli Şartlar Yerine Getirilmelidir.
Kul dinî bakımdan meşru olan her konuda, maddi ve manevi her hususta dua edebilir. Ancak duaya konu olan dileğin gerçekleşmesinde maddi sebepler söz konusu ise, öncelikle bunlara başvurulmalıdır. Kişi, gerçekleşmesini istediği ihtiyaçları için gereken şartları ve sebepleri, öncelikle bizzat çalışarak yerine getirmeli, sonra da lisanıyla Allah’tan kolaylık dilemelidir. Zira sebeplere başvurmak fiilî bir dua olup, sözle yapılan duadan önce gelir. Kişinin, gerekli olan maddi sebeplere başvurduktan sonra, onun samimi dua ve yönelişini, Allah karşılıksız bırakmaz.
11. Duadan Önce Tevbe Ve İstiğfar Edilmelidir.
Günah işleyen, haramlardan uzak durmayan bir kulun duası tevbe etmedikçe kabul edilmeye layık değildir. Peygamberimizin şu hadisi çok dikkat çekicidir. “Allah yolunda seferler yapmış, üstü başı tozlanmış bir adam ellerini semaya kaldırarak, Ya Rabbi Ya Rabbi’ diye yalvarıyor. Oysa yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, gıdası haramdır. Böyle birisinin duası nasıl kabul olur? (Müslim, Zekât,19 No: 1015. I,703)
DUADA ZAMAN VE MEKÂN
Dua, her zaman ve her yerde yapılabilir. Bununla birlikte mübarek yer ve zamanlarda yapılan duanın kabule daha yakın olduğu hadislerde ifade edilmiştir. Arefe gün ve gecesinin, Ramazan ayının, Cuma gün ve gecesinin, seher vaktinin kıymetli zamanlar olduğu hadis-i şeriflerde belirtilmiştir. Peygamberimiz (sav): “Gecede bir an vardır ki, kişi ona rastlar da dünya ve ahiret için bir şey dilerse şüphesiz Allah dileğini yerine getirir. Bu an her gecede vardır” (Müslim, Salâtü’l- Müsâfirîn, 23, I, 521) buyurmuştur.
Kâbe’de, Arafat’ta, Müzdelife’de, Mina’da ve Mescid-i Nebi’de yapılan duaların da başka yerlerde yapılan dualardan daha kıymetli olduğu hadislerde vurgulanmıştır.
Secde hali de duanın daha makbul olduğu anlardandır. Bir hadis-i şerifte:
“Kulun Rabbine en yakın olduğu an, secdede bulunduğu andır. O halde secde halinde bolca dua ediniz”, (Müslim, Salât, 42. I,350) buyurulmuştur. Bir diğer hadis-i şerifte ise şöyle buyurulmuştur: “İki şey vardır, asla reddedilmezler: “Ezan esnasında yapılan dua ile insanlar birbirine girdikleri savaş sırasında yapılan dua.” (Muvatta, Nidâ 7/1, 70; Ebû Dâvud, Cihâd 41/2540).
Sonuç olarak samimi ve içten bir dua, sadece dil ve dudaklarla yapılan değil, kalp ve ruhun da iştirak etmesiyle yapılan duadır. El açıp Allah’a dua ederken, vicdanlarda bir titreme meydana gelmeli, gönül bir vecd ve istiğrakla kaplanmalı, ruh harekete geçmelidir. Yalvarırken, insanı korku ve haşyet bürümelidir.
Dua sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile iletişime geçtiği bir ibadettir. Dua, manevi dertlerin devası, gönüllerin sefasıdır.