İslâm dininde ‘niyet’ çok mühimdir; ameller niyetlere göredir, yapılan işler, faaliyetler, ibadetler hep, yapılış niyetine göre değerlendirilir:
İyi niyetle, hayırlı maksatla yapılmışsa yapan, ecir ve sevap kazanır; hatta hayırlı bir işi kul yapmaya niyet etmiş ama elinde olmayan bir mâni dolayısıyla yapamamışsa bile o iyi niyeti sebebiyle yine ecr ü sevâba nail olur; aksine dıştan normal ve iyi gibi görünen bir iş, emel ve ibadet kötü maksatla yapılmışsa, sahibi sevap değil günah kazanır, cezaya, itaba ve ikaba mâruz olur.
Bu sebeple daima güzel şeyler düşünülmeli, kalbimizde hep iyi niyet beslemeliyiz. Hayr ü hasenâtı ‘düşünmek’ ve ‘istemek’ büyük bir güç ve kuvvettir; hele topluca ve beraberce düşünülünce daha muazzam bir tesiri olur. Bu güç ve tesir, sadece mânevî ve psikolojik bir şey de sanılmasın; bilakis maddî ve gözle görülen, elle tutulan sonuçlar da hâsıl eden, esrarengiz bir vakıadır. Nitekim parapsikolojide telekinezi diye bilinen bir konu da vardır. Ayrıca yüce Peygamberimiz Muhammed-i Mustafâ (sallallahu aleyhi ve âlihî ve sellem) Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde: “Dua etmek, gelen belanın kalkmasına da gelecek belanın engellenmesine de fayda eder.”(1) buyuruyor.
O halde el birliği ile gönül beraberliği ile iyi, güzel ve faydalı şeyleri tam konsantre olarak düşünmeli ve onların tahakkukunu, cân ü gönülden istemeli, yana yakıla, şiddet ve hasretle murat ve temenni etmeliyiz: Buna ilaveten elimizi dergâh-ı Rabbi’l-izzete açıp hayırların fethi, şerlerin def’i için Ümmet-i Muhammed’in salahı ve felahı için yeryüzüne iyilerin ve iyiliğin hâkim olması için ısrarla dualar ve niyazlar eylemeliyiz.
Bizim halkımız umumiyetle maalesef istemeyi, murat ve temenni etmeyi bilmiyor, gönlünün arzusunu ortaya koymuyor. Birkaç misal vereyim:
Halkın büyük çoğunluğu İslâm’a samimi olarak bağlıdır ama tam Müslümanca yaşamak, hayatının her safhasında temel prensip edinmek hatır ve hayalinde değildir.
Halkın büyük çoğunluğu haram lokmayı sevmez ama kazancının tamamen helal olması için kazancı hakkında bir düşünme, eleme ve süzme gayret ve çabası içinde değildir. Halkın büyük çoğunluğu ahlâk, âdab, namus, örtünme ve tesettürden yanadır ama bunu gereği gibi uygulamaya yanaşmaz, halktan utanır, çekinir, moda seline kendini kaptırır gider.
Bakarsınız içli ve zarif bir Müslüman kardeşiniz, daima camide gördüğünüz iyi bir insan, kendisi çok kısa bir bikini, hanımı felaket bir mayo giymiş, deniz kenarında tatil yapıyor. Kahrolursunuz, üzüntüden mahvolursunuz.
Canım kardeşim! Erkekliğini, ev reisliğini ortaya koysana, karına kızına sahip olsana, kuldan utanacağına Allah’tan utansana! “Beni gericilikle itham edecekler.” diye çekineceğine ahiretin azabından çekinsene! Hanımına, çocuğuna, akrabana, çevrene, topluma karşı İslâmî tavrını ortaya koysana! Prensiplerinden niye fedakârlık ve feragat ediyorsun? Sen başkalarını taklit edeceğine, inancına uygun ana prensipleri sen ortaya koysan da herkes seni taklit etse ya!
Osmanlılar zamanında bu diyarlara gelen Avrupalı turistler bizler gibi giyinip örtünmeye mecbur kalırlarmış; biz şimdi kendi ülkemizde niye yabancılar gibi hayâsızca soyunmak zorunda kalalım? Niye camilerimize turistleri şortlu mayolu çıplak sokalım!
Ayrıca madem denizi, yüzmeyi, güneşi çok seviyorsun; bu işleri meşru şekilde yapabilmenin yollarını düşünsene?
Koca bir millet ve milyarlık bir ümmet, dilese tüm dünyayı değiştirebilir, her konuda kendi inancına uygun çözüm yollarını mutlaka ve muhakkak bulabilir, ama düşünmüyor, istemiyor murat ve arzusunu ortaya koymayı ve diretmeyi bilmiyor; aşağılık kompleksine, taklide, şahsiyetsizliğe, kendini inkâra, günaha ve harama düşürüyor; dünyada hor ve rezil, ahirette mücrim ve mahkûr olacak işler yapıyor, yanlış ve tehlikeli bir hayat tarzı sürüyor. Allah affetsin, korusun ve kurtarsın!
Aziz kardeşlerim, gayrimüslimleri şuursuzca taklit etmeyin, kendinize gelin, şahsiyet sahibi olun; tüm hayatınızı, evinizi, işinizi, tatilinizi, giyim, kuşam, moda ve muaşeretinizi İslâm’a göre yeniden gözden geçirin, yeniden düzenleyin; tam Müslümanca yaşayın, tam Müslümanca davranın, tam Müslümanca çalışın! Küfür dejenerasyonu bir millet için düşman istilasından çok daha büyük bir felakettir, uyanın ve gözünüzü açın ki sonra fayda vermeyecek pişmanlıklar içinde kıvranmayasınız!
Prof. Dr. M. Es’ad Coşan (Rha)’ın Ağustos 1991 tarihli Kadın ve Aile Dergisi Başmakalelerinden alınmıştır.
Dipnotlar
1. İbni Ömer’den (r.anhümâ) nakledilen hadis için bk. İbni Ebî Şeybe, VI, 22, hadis no: 29168; Tirmizî, “De‘avât”, 102, hadis no: 3548; Hâkim, I, 670, 675, hadis no: 1815, 1833.