Şu sıralar üzerinde sıkça düşünülen, yazılan, çizilen bir kavram var. EQ-Duygusal zekâ…
Yıllarca kendisine çokça değer verilmiş IQ’nun (Intelligence Quotient) yerine geçmiş durumda EQ (Emotional Quotient-Duygusal zekâ)…
Peki, nedir duygusal zekâ?
Duygusal zekâ kavramını gündeme getiren ve üzerinde çalışmalar yapan Daniel Goleman EQ’yu şöyle tanımlar: “Kendini harekete geçirebilme, aksiliklere rağmen yola devam edebilme, dürtülerini kontrol ederek tatmini erteleyebilme, ruh halini düzenleyebilme, sıkıntıların düşünmeyi engellemesine izin vermeme, kendini başkalarının yerine koyabilme, umut besleme…”
Bu tanımı okuyunca pek de aşina olduğumuz kavramlar gözümüzün önünden geçiveriyor değil mi? İnsan-ı kâmil olma yolundaki o muhtevalı reçeteler bir bir geliyor akla…
Kendini harekete geçirebilme; niyet ve gayret üzerinde olmayı fısıldıyor bize…
Aksiliklere rağmen yola devam edebilme; her daim şükür üzerinde olmayı hatırlatıyor…
Dürtülerini kontrol ederek tatmini erteleyebilme; sabrı telkin ediyor…
Ruh halini düzenleyebilme deyince; tefekkür, murakabe, nefis terbiyesi gündemimize giriyor…
Sıkıntıların düşünmeyi engellemesine izin vermeme; vuku bulan olaylardaki hikmetlerin perdelerini aralamayı düşündürmekte…
Kendini başkalarının yerine koyabilme; diğergamlık ve geçmiş zaman olur ki dedirtiyor bize hasret kaldığımız kavramlardan biri olarak…
Umut besleme; “Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler”… Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin gönüllerimize her daim su serpen dizeleri gelir dilimize. Ne yaşarsak yaşayalım ve dahi ne yaşayacak olursak olalım baş edebilme ve hoş karşılayabilme gücü verir bize…
Eveeet… Tüm bu değerleri öğreten bir okul var mı derseniz… Sesinizi duyar gibi oluyorum “var” diyen. Pek tabi ki ilkokulumuz “evimiz, ailemiz”… Bu kavramları tanıdığımız, kavradığımız, eyleme geçirebildiğimiz ilk ortamımız… İyi bir sosyal çevre de, bu söylemlerin ve eylemlerin yeşerebileceği, büyüyüp gelişebileceği en önemli destek unsurudur tabi ki…
Dindar dostlar edinmek, ruhu da besleyen hoş sohbetlerde bulunmak büyük nimettir. Ve hayırlı komşular… Ne kadar da çok şey katar aile hayatımıza… Bu konu “ev alma komşu al” diyebilecek kadar öneme haizdir toplumumuzda…
Komşuluklar… Selamlaşmanın getirdiği muhabbetle açılır kapılar… Emekle, sevgiyle yapılan kekler, börekler ulaştırılır karşı kapıya… Boşalan tabaklara özenle hazırlanan yiyecekler konulup evin çocuğu ile iletilir tekrar karşı kapıya… Akşam dost sohbetleri çay eşliğinde… Gün be gün çocuklarımızın gelişimine katkı sağlar bu ilişkiler yumağı biz farkında bile olmadan. Selamlaşmayı, oturup kalkmayı, misafir ağırlamayı, diğergamlığı toptan öğretiverir.
Hele bu birliktelikler tefekkürü, murakabeyi, tesbihi, tevhidi, Kur’an-ı Kerim’i, Hadis-i Şerif’i içerir, manalarındaki inceliklerini anlamamıza imkân sunup nasihat imkânı da verirse tadına doyum olmaz. İzleri de aile hayatımıza sirayet eder, ediverir. Görünmez bir el gibi şekil verir, güçlendirir… İşte toplum olarak, eğitimden geçtiğimiz bu müessese hiç şüphesiz içinde salih ve güzel insanların olmasını umduğumuz “Sosyal Çevre”mizdir. Hanelerimizi mamur edebilecek belki de en önemli unsur da budur.
“Ailem için ne yapabilirim?” derseniz, hiç tereddüt etmeden “güvenebileceğiniz, salih aile dostlarınız olsun” derim… Sizin için, eşiniz için, evlatlarınız için…
Biliyoruz ki insan sosyal bir varlık… Gelişip serpilmesi, eğitilmesi için, fiziksel beslenmesinin yanı sıra ruhsal olarak da beslenmesi de gerek. Bundan dolayı “salihlerle bir arada olunan sosyal bir çevre” aileyi güçlendirme yolunda en kuvvetli desteğimiz, reçetemiz…
Aramakla bulunmaz ancak bulanlar arayanlardır (Bayezid -i Bistami) düsturu ile bu sosyal çevreleri bulmamız ve bu sosyal çevrelerde bulunmamız duasıyla…
Dr. Fatmanur Eneç Can