18 Şubat 2025 / 19 Şaban 1446

Ebû Zer El-Gıfarî (ra)

“Yer, Ebû Zerr’den daha doğru hiçbir kimseyi taşımamış, gök onun gibi hiçbir kimseyi gölgelememiştir.”

_Allah’ın Rasulü Muhammed (sav)_

Mekke’yi dış dünyaya bağlayan “Veddan” vadisinde “Ğıfar” kabilesi oturuyordu.

Ğıfar kabilesi Şam’a gidip gelerek Kureyş’in ticaret işleriyle uğraşan kafilelerin kendilerine verdiği basit şeylerle geçimini sağlıyordu.

Bazı zamanlarda da bu kafilelerin yolunu keserek geçimini sağlıyordu. Çünkü onlar, kendilerini memnun edecek şeyleri vermiyorlardı.

Künyesi Ebu Zerr olan “Cündüb ibn Cünade” Ğıfar kabilesinden birisiydi. Fakat onun yürekliliği, olgunluğu ve uzak görüşlülüğüyle onlardan farklı bir durumu vardı.

Hatta, kavminin Allah’a inanmayıp putlara tapması onun canını çok sıkıyordu. Araplarda gördüğü din bozukluğu ve inanılan şeylerin hiç değerinde olması onun hoşuna gitmiyordu. Bu sebeple o, insanların akıl ve gönüllerini dolduracak, onları karanlıktan aydınlığa çıkaracak yeni bir peygamberin gelmesini bekliyordu.

Bir müddet sonra –köyündeyken- Mekke’de ortaya çıkan yeni peygamberle ilgili haberler Ebu Zerr’e de ulaştı. Kardeşi Enîs’e:

“Sen Mekke’ye git, peygamber olduğunu ve kendisine gökten vahiy geldiğini söyleyen o adamla ilgili haberleri araştır ve konuşmalarından bir miktar dinle ve bu konuda bana bilgi getir.” dedi.

Enis Mekke’ye gitti. Rasûlullah’la (sav) görüşüp onun konuşmasını dinledi ve köye döndü. Ebu Zerr üzgün bir şekilde onu karşılayıp yeni peygamberle ilgili haberleri merakla ona sordu. O da:

“Ben ahlakın en güzeline davet eden, şiirle ilgisi olmayan sözler söyleyen bir adam gördüm”

Ebu Zerr:

“Ya insanlar onun hakkında ne diyorlar?”

Enîs:

“İnsanlar, o büyücü, kahin ve şairdir, diyorlar.”

Ebu Zerr:

“Vallahi sen benim susuzluğumu gideremedin, benim derdime derman olamadın. Sen benim çoluk çocuğuma bakabilir misin? Ben de gider onun durumunu incelerim.”

Enîs:

“Tamam ama Mekke halkından sakın!”

Ebu Zerr kendine yol azığı hazırlayıp yanına bir de küçük su tulumu aldı. Ertesi gün, peygamberle görüşmek ve onunla ilgili haberleri bizzat kendisi araştırmak üzere Mekke’ye doğru yola koyuldu.

Ebu Zerr, Mekkelilerden korktuğunu belli etmeden heyecanlı bir şekilde Mekke’ye vardı.

Kureyş’in tanrılarına olan kızgınlıkları ve Muhammed’e (sav) tabi olmayı düşünen herkesi cezalandıracaklarına dair haberler de ona ulaşmıştı. Onun için hiçbir kimseye Muhammed’i (sav) sormayı uygun görmedi. Çünkü o, soracağı kimsenin Muhammed’in (sav) taraftarı mı yoksa düşmanı mı olduğunu bilmiyordu.

Gece olunca, mescide girip yattı. Ali ibn Ebî Tâlib oraya geldi ve onun yabancı olduğunu anlayıp:

“Gel, bize gidelim” dedi. Ebu Zerr onunla gidip geceyi orada geçirdi. Sabahleyin, su tulumunu ve azık çantasını alıp mescide geri döndü. Ali’yle hiçbir şey konuşmamışlardı.

Ebu Zerr, ikinci gününü de Hz. Peygamber’e (sav) kendini tanıtmadan geçirdi. Akşam olunca mesciddeki yerine gitti. Hz. Ali yine onun yanına uğrayıp şöyle dedi:

“Niçin mescide yatıyorsun?” O gece de Ebu Zerr’i evine götürdü. Yine birbirleriyle hiç konuşmadılar.

Üçüncü gece, Ali ona:

“Hâla, bana Mekke’ye gelme sebebini anlatmayacak mısın,” dedi.

Ebu Zerr:

“Beni aradığım şeye götüreceğine söz verirsen, sana Mekke’ye gelmemin sebebini anlatırım.”

Ali’den söz alınca, Ebu Zerr şöyle konuştu:

“Ben Mekke’ye yeni peygamberle tanışmak ve anlattıklarından bir miktar dinlemek üzere uzak yerden geldim.”

Hz. Ali’nin yüzünde bir memnuniyet ifadesi belirip şöyle cevap verdi:

“Vallahi o, gerçekten Allah’ın Rasulüdür. O… O… Sabah olunca nereye gidersem beni takip et, eğer senin için tehlikeli bir şey sezersem, sanki su döküyormuş gibi dururum. Şayet yoluma devam edersem, gireceğim yere kadar beni takip et.”

Gece boyunca Ebu Zerr, peygamberi görmek ve ona vahyedilenden bir miktar dinlemek heyecanıyla yatağında duramadı. Sabahleyin Hz. Ali misafirini Rasulullah’ın (sav) evine götürmek üzere arkasına düşürdü. Ebu Zerr sağına soluna hiç bakmıyordu. Nihayet Hz. Peygamber’in (sav) huzuruna girdiler.

Ebu Zerr:

“es-Selamu aleyke (Selam senin üzerine olsun) ey Allah’ın Rasulü!”

Rasulullah (sav):

“Ve aleyke selamullahi ve rahmetuhu ve berakatuhu (Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketleri senin üzerine olsun).” Böylece Rasulullah’a (sav) İslamî selamı ilk defa veren Ebu Zerr olmuştur. Bu şekilde selam verip alma bundan sonra yaygınlaşmıştır

Rasulullah (sav) İslam’a davet etmek ve kendisine Kuran’ı okumak üzere yerinden kalkıp Ebu Zerr’in yanına geldi. O da hemen kelime-i İehadeti getirdi. Böylece o, daha bulunduğu yerden ayrılmadan yeni dine girmiş oldu. İslam’a giren ya dördüncü ya da beşinci kişiydi.

Hikayesinin geri kalanını bize bizzat kendisinin anlatması için sözü Ebu Zerr’e bırakalım:

“Bundan sonra, Rasulullah’la (sav) Mekke’de kaldım. O, bana İslam’ı öğretti ve Kur’an’dan biraz okutturdu. Bana şunu da söyledi:

İslam’a girdiğini Mekke’de hiçbir kimseye söyleme, çünkü onların seni öldürmelerinden korkuyorum.” Ben de şöyle cevap verdim:

“Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki ben mescide gelip Kureyş’in ortasında hak davetini haykırıncaya kadar Mekke’den ayrılmam.” Rasulullah (sav) bu sözüme cevap vermedi.

Kureyşliler oturmuş, birbirleriyle konuşurken mescide geldim. Ortalarında durup sesimin çıktığı kadar şöyle haykırdım:

“Ey Kureyş topluluğu! Ben, Allah’tan başka tanrı olmadığına ve Muhammed’in (sav) Allah’ın Rasulü olduğuna şehadet ediyorum.”

Onlar, söylediklerimi duyar duymaz hepsi ürperip yerlerinden fırladılar ve şöyle dediler:

“Koşun şu dininden dönene!” Yanıma gelip beni öldüresiye dövmeye başladılar. Peygamberin amcası Abbas ibni Muttalib yetişip ellerinden kurtarmak için üzerime kapandı, sonra şöyle dedi:

“Yazıklar olsun size! Ticaret kafilelerinizin yolları ellerinde olan Ğıfar kabilesine mensup birini mi öldüreceksiniz.” Bunun üzerine beni  serbest bıraktılar. Kendime gelince, Rasulullah’ın (sav) yanına gittim.

Beni o halde görünce:

“Sana İslam’a girdiğini kimseye söyleme demedim mi?” dedi.

Ben de:

“Ya Rasulallah! Buna ihtiyacım vardı, yerine getirdim” dedim. Rasulullah (sav) bana şunları da söyledi:

“Şimdi sen kavmine git, gördüğünü ve duyduğunu onlara haber ver. Onları Allah’a davet et. Belki Allah, seninle onlara fayda ve onların yüzünden sana ecir verir. Davetimi açığa vurduğumu duyduğunda bana gel.”

Oradan ayrılıp memleketime geldim. Beni kardeşim Enîs karşıladı:

“Ne yaptın?” diye sordu. Ben de:

“İslam’a girdim ve onun söylediklerini tasdik ettim.” dedim. Çok geçmedi, Allah onun kalbini de açtı:

“Benim senin dinine nefretim yok. Ben de İslam’a giriyorum ve onu tasdik ediyorum” dedi.

Daha sonra annemize gidip onu da İslam’a davet ettik. O da:

“Benim sizin dininize karşı bir nefretim yok, ben de Müslüman oluyorum” dedi.

O günden itibaren bu mümin aile bıkıp usanmadan Ğıfar kabilesini Allah’a davet ettiler. Bunun üzerine Ğıfarlı birçok kişi Müslüman olup namaz kılmaya başladılar. Bir kısmı da:

“Biz eski dinimizde kalacağız. Peygamber Medine’ye gidince Müslüman olacağız” dediler. Onlar da Rasulullah (sav) Medine’ye gidince Müslüman oldular.

Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Allah Ğıfar’a mağfiret etmiş, Eslam’i de selamette kılmıştır.”

Ebu, Zerr, Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına geçinceye kadar köyünde ikamet etti, sonra Medine’ye gelip Rasulullah’la (sav) birlikte olmaktan ve ona hizmet etmekten çok memnun oldu.

Rasulullah (sav) onu başkalarına tercih eder ve ikramda bulunurdu. Her karşılaştığında onun elini sıkardı. Ona gülümser, karşılaştığı için memnuniyetini belirtirdi.

Rasulullah (sav) vefat edince, Ebu Zerr efendisinden ayrı düşüp sohbetlerinden mahrum kaldı ve artık Medine-i Münevvere’de oturmak ona zor geldi. Bunun üzerine Şam tarafına gitti. Hz. Ebu Bekir’le Ömer’in halifelikleri zamanında oralarda kaldı.

Hz. Osman’ın halifeliği sırasında Şam şehrine indi. Kendisinin daima çekinip garipsemesine rağmen, Müslümanların dünyaya meyledip rahat ve konfora daldıklarını gördü. Hz. Osman onu Medine’ye davet etti ve oraya geldi. Bir müddet sonra halkın dünyaya düşkünlüğüne canı sıkıldı. Halk da onun kırıcı söz ve tenkidlerinden hoşlanmadı. Bunun üzerine Hz. Osman onun Rabeze’ye gitmesini istedi. (Rabeze, Medine’nin küçük bir köyüdür.) ve oraya gitti. Halktan ve ellerindeki dünya malından uzak bir halde, Rasulullah (sav) ve iki arkadaşının (Hz. Ebu Bekr ve Ömer) yaptıkları gibi ahreti dünyaya tercih ederek orada ikamet etti.

Bir defasında yanına birisi gelmişti. O şahıs evin içinde göz gezdirmeye başladı. Evde hiç eşya göremeyince:

“Hani eşyalarınız Ebu Zerr!” dedi. Ebu Zerr şöyle cevap verdi:

“Bizim ötede (Ahirette) bir evimiz var, eşyalarımızın iyisini oraya gönderiyoruz.” O kişi, onun ne demek istediğini anlayıp şöyle cevap verdi:

“Fakat bu evde (dünyada) yaşadığın müddetçe de sana bazı şeyler lazım.” Ebu Zerr ise:

“Fakat ev sahibi bizi bu evde bırakmıyor” dedi.

Şam emiri ona üç yüz dinarla birlikte şu haberi göndermişti:

“İhtiyacını karşılamak için gönderdiğim paraları kullan.” Ebu Zerr de ona, parayla birlikte şu haberi gönderdi:

“Şam emiri kendince, benden daha düşük Allahlık bir kul bulamamış mı?”

Rasulullah’ın (sav), hakkında:

“Yer Ebu Zerr’den daha doğru hiçbir kimseyi taşımamış, gök de ondan başkasını gölgelememiştir” dediği bu abid ve zahid kişi hicretin otuz ikinci senesinde vefat etmiştir.

 

Sahabe Hayatından Tablolar

Yazan: Dr. Abdurrahman Ra’efet el-Bâşa

Terceme: Dr. Taceddin Uzun

İslam Dergisi Yayınları