“Kalp, zat-ı İlahi zikriyle canlandığı ve kurb duygusunun latif rüzgârıyla dalgalı bir deniz olduğu zaman nefsin ahlak kanallarından tertemiz huylar ve güzel sıfatlar akmaya başlayarak ahlak-ı ilahi tahakkuk etmiş olur.”
Ebu Hafs Şihabüddin Ömer es-Sühreverdi
Birilerine uyularak düşülen hatalardan dolayı “Hep senin yüzünden, keşke sana uymasaydım” gibi pişmanlık cümlelerine karşı “Aklını kullansaydın” cümlesi hepimize tanıdık gelir herhalde. Nedir bu akıl? Akıl-zekâ, kalp-gönül aynı şeyler mi? Kalp kırılır, gönül konulur. Hangisi insana daha fazla acı verir acaba? Hangi durumlarda aklımızı kullanırız, ne zaman zekâmız devreye girer?
İnsan sorumlulukları, yükümlülükleri olan varlıktır. Allah katında da sorumlu tutulabilmek için gerekli şartlardan biridir akıl. Tabi iman ve ilim rehberliğinde kullanılırsa akıl, bizi iyi ve doğruya yönlendirecek, doğruyu görebilmeyi sağlayacaktır. Bütün hikmetler akıl vasıtasıyla çözülebilir diyen İmam Gazali İhya’sında, “Dini ilimlerin ahiret yolunun aydınlanmasına vesile olduğu herkesin malumudur. Bu ilim ise ancak aklın selim oluşu ve zekânın saffeti ile bilinir. Akıl, insana verilen nimetlerin en şereflisidir. Aklın en şerefli bir nimet oluşunun esas sebebi, Allah’ın emanetinin ancak akılla kavranabilmesi ve yapılabilmesidir. Bu emirleri yerine getirmek suretiyle Allah’a yakınlaşılabilir.” ifadelerine yer verir. Hayatımız boyunca keşkeli cümleleri fazla kullanmak istemiyorsak, Âl-i İmran Suresi 190. ayeti kerimesinde geçtiği üzere (Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün ‘birbiri ardınca gelip gitmesinde’ (ve uzayıp kısalmasında) akl-ı selîm sahipleri için (Allah’ın birliğine ve kudretine ait ibret verici) deliller vardır.) günahlarla veya tevhidi bozan şeylerle kirlenmemiş, vahiyle birleşen, buna göre düşünebilen, nefsin esiri olmayan akıl anlamında kullanılan akl-ı selim davranabilme gayreti içinde olmalıyız.
Gönüllere hâkim olan Rabbimize yalvarırken, göz yumup açıncaya dek nefsimizle baş başa kalmamayı murat ederek, her an olabilecek bir değişimden yine O’na(cc) sığınıyor ve “Ey Allah’ım! Ey kalpleri istediği istikamete çeviren Rabbim! Kalplerimizi Sana ibadet ve taat yönüne çevir.” diyoruz Efendimiz (sav) gibi. Zira bu hal üzere olan kalp, kolay kolay kirlenmeyecektir. Aksi gerçekleşirse, dünyanın ve nefsinin maddi-manevi her türlü kirinden hemen tevbe ile arınma yolunu seçecektir.
Fahreddin er-Râzi kalbin, hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayırt etme özelliğine işaret ederek düşünce ve inancın merkezinin de kalp olduğunu ifade eder. Tabi kalbin olgunlaşmasında günah kirlerinden uzak kalmanın, onu ahlak-ı hamidelerle donatmanın önemi unutulmamalıdır. Elbette sahip olunan bedenin, maddi ve manevi temizliği, helal gıdalarla gıdalanıp haramlardan uzak durulabilmesi de kalbin ve aklın tezkiyesinde önemlidir.
Akıl, kalp ve beden bütünlüğü ile baktığımızda yaradılış gayemiz doğrultusunda, kalp ve beden temizliğine gösterilen titizlikle sağduyulu, selamete ermiş bir akıl sayesinde dereceler yükselir, muhabbetullaha erişilir Allah-u âlem. Yolumuz açık, akıbetimiz hayr olsun.