Baharın gelişiyle birlikte hayatımızda neler neler değişti… Değişim, bizi gayemize doğru yaklaştıran bir süreç mi yoksa zıddıyla karşımıza çıkan bir durum mu oldu desem; elbette bu soruya herkesin aynı cevabı vermesi beklenemez. Zira şartlar aynı değil. Mübarek Ramazan ayında Süleymaniye’de camileri tıklım tıklım doldurup aşk ile teravihleri eda edememenin hüznünü; minaresinden yayılan tekbirlere, Salat-ü Selamlara eşlik ederek dindirmeye çalıştık. Eyüp Sultan’a giderek boynumuzu büküp dualar edememenin üzüntüsünü; minarelerinden yapılan dualara âminlerle teselliye çalıştık. Her işimiz gibi bayramlaşmalarımız da uzaktan oldu. Daha güzel günler için buna da razı olduk. Bu kez sevdiğimiz için el öpmedik, kucaklamadık…
Hacı Bayram Veli’nin;
“Bayramım imdi, bayramım imdi
Bayram ederler yâr ile şimdi
Hamd-ü senalar, hamd ü senalar
Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm.
ifadelerinde belirtilen bayrama erişmek hepimizin nasibi olsun.
Hüzünlü ama bir o kadar da umutlu olarak evlerimizden hayatlarımızı sürdürdük. “Gel de birbirimizin kadrini bilelim. Çünkü ansızın ayrılacağız birbirimizden.” diyen Mevlana’ya herkes kulak verdi. Sarılamadığımız anne- babalarımız, evlatlarımız, arkadaşlarımız, uzun zamandır arayamadıklarımız, dünyanın koşuşturmacası içinde kaybolan değerlerimiz ve daha niceleri ne de kıymetli imiş, iliklerimize kadar hissettik. Hayatın bir alışverişten, ticaretten ibaret olduğunu söyleyen Mevlana ebedi mutluluğu bu dünyadaki kârlı ticarete bağlar. İşte bizler de her şerde bir hayır olabileceğine inancımızla, fert, toplum ve dünya olarak ferahlığa, maddi ve manevi güzelliklere, sevgi, huzur, barış ve mutluluğa ulaşalım diye milletçe birlik ve beraberlik gayretinde olduk.
Sosyal medyada paylaşılan sofralar; o sofraları kuramayanlara gönderilerek, israf sayılabilecek tutumlardan vazgeçilerek, askıda faturalarla, kapatılan zimem defterleriyle… Ve sınanıyor olma şuuru ile ulaştığımız Ramazan Bayramımızın da kardeşliğin, birliğin, dirliğin, hakkın, merhametin, vefanın ve dahi cümle erdemlerin hayatımızda sabitlenmesine vesile olmasını diliyoruz.
Kendimiz için istediğimiz şeyleri kardeşimiz için de istemedikçe gerçekten iman etmiş olmayacağımız bilinci ile kardeşlik bağlarının güçlenmesi, toplum ilişkilerinin sağlıklı ve güçlü olması için şu süreçte herkes kendince bir şeyler yapmaya çalıştı, çalışıyor. Öyle ki, sadece yakınımız değil, kimi duyarsak ona koşmaya çalıştık, sınır tanımadık, sınır ötelerine ulaştık. Tüm insanlık için dedik.
Bu sayımızda da öyle bir birlik ve beraberlikten bahsedeceğiz ki, onun adını “Mersus Kardeşliği” koyduk. Saff Suresi’nde geçtiği üzere; kurşunla kenetlenmiş sağlam yapılar olan bir kardeşlik. Aldığının, verdiğinin, yaptığının sadece her şeyimizi borçlu olduğumuz Yaratıcı adına yapıldığı, hakiki kurtuluş gayretidir bu kardeşlik.
“Sosyal bir varlık olan insanın, hayatını yalnız başına sürdürebilmesi çok zordur. Yalnız insanların, birlik ve beraberlik algısı, aidiyet hissi ve empati kurma yeteneği gelişemez.” diyen yazarımız, hayatı sağlıklı bir şekilde sürdürebilmek için verdiği tavsiyelerini “Birlik ile Gelen Kuvvet” başlıklı yazısında sizler için paylaştı. Toplum sağlığının nasıl muhafaza edileceğini, hem dünya hem ahiret yurdunun mamur olması için “Kardeşlik Çarkı”nın nasıl döndürüleceğini de bu sayımızda bulabilirsiniz. “Birlik ve Beraberlik Şuurunu Elde Etmede Dil Öğreniminin Etkisi”, Empati ve Diğerkâmlık üzerine yaptığımız röportajı, Prof. Dr. M. Es’ad Coşan(Rha)’ın çevirisini yaptıkları “İslam’da Dostluk ve Kardeşlik Âdâbı” kitabının tanıtımını ve istifadenize sunduğumuz diğer yazılarımızı 81. sayımızda okuyabileceksiniz.
“Ulu çamlar fırtınalı diyarlarda yetişir.” der Cemil Meriç. Bu badireler de atlatılır; yeter ki ibret nazarı ile yola devam edilsin, milli ve manevî değerlere sahip çıkılıp, fitne ve fesat tohumlarının atılmasına izin verilmesin.
Hoşça bakın kendinize, eşinize dostunuza, komşunuza, vatanınıza, milletinize ve dahi tüm insanlığa…