Bebeklik, çocukluk, gençlik, yaşlılık…
Dünya hayatını sürdüren insan belli dönemleri geçtikten sonra yaşlılık dönemiyle tanışmaktadır. Ömrü yeten her faninin erdiği bu dönemin anlamı/değeri dünya hayatının bütününe yüklenen anlamla ve verilen değerle doğru orantılıdır.
Hayat, anne karnında vücut bulmak ve ölüm arasında geçen sade bir canlılık hali olarak kabul edildiğinde kısa bir zaman dilimine karşılık gelmektedir. Bu kısa zaman diliminin bir kısmının yaşlılığa bağlı engellerle donatılmış olması, yaşlılığı yaşayabileceği güzelliklerin son demi olarak algılayan insan için çok da istenilen bir durum değildir.
Canlı olmanın her türlü hazzını hızlıca yaşamak isterken aynı hızla yaşlılığa doğru koşmak insanoğlunu kaçınılmaz bir tezadın içine sürüklemektedir. Bu tezat içinde yaşlılık bilinçaltı dünyasında “istenmeyen” olarak etiketlenmektedir. Dolayısıyla istenmeyen ama çaresizce beklenilen bir dönem olan yaşlılık, kişiyi hazdan ve hızdan mahrum bırakan bir engellilik hali olarak kabul edilmektedir.
Bu durumda yaşlanmanın getirdiği birtakım fiziksel gerilemelerle başa çıkmak olduğundan daha fazla güçleşir ve bununla bağlantılı olarak psikolojik ve sosyolojik olumsuzluklar da kendini gösterir.
Doğum ve ölüm arasındaki canlılık, insanın gelişim sürecine ve var oluş gayesine ulaşmasına bir zemin olarak kabul edildiğinde ise ömür evreleri daha farklı bir anlam kazanmaktadır. Bu anlayış biçiminde hayatın her anı birbirini tamamlamakta, her bir dönem bir sonraki dönemin alt basamağı olarak değer taşımaktadır.
Bu perspektife göre basamakların en üstünde bulunan yaşlılık, huzura erme ve bilgelik dönemidir. Yaşlılık o güne kadar bireyin kendisine yaptığı yatırımların karşılığını alma ve elde edilen kazancı değerlendirme zamanı olarak beklenilen ve arzu edilen bir süreçtir. Bu algı hayatın doğal süreci olan yaşlanmayı rahatlıkla kabullenmeyi sağlar.
Bu hüsnükabul sayesinde dönemin getirdiği fiziksel zorluklar rahat bir şekilde telafi edilir; sosyal statü değişikliği rahatlıkla kaldırılır ve yeni konuma uyum gösterilir. Bu durumdaki yaşlı birey çevresindeki insanlar için de huzur kaynağı olabilecektir.
Görüldüğü üzere yaşlılık hayatın bütününü kapsayan ve yansıtan bir dönemdir. Bu demek oluyor ki kişinin gençlik ve olgunluk döneminde iç dünyasına dair kazanımları yaşlılığının niteliğini de belirlemektedir.
Bireyin amacına uygun, yararlı bir yetişkinlik dönemi geçirebilmesi için çocukluktan itibaren geçirdiği tahsil hayatının ve ilişkilerinin önemi yaygın olarak bilinmektedir. Gençlik ve yaşlılık dönemi arasında da benzer bir ilişki vardır. Var oluş gayesini doğru tanımlayan bir genç, üretken ve nitelikli ilişkiler kuran bir yetişkin için olumlu bir yaşlılık hayal değildir.
Yukarıda geçen anlamlandırma biçimlerinden ikincisini benimseyebilmek ve yaşama yansıtabilmek için en ideal yöntem hayatı ölüm ötesiyle birlikte bir bütün olarak görmektir. Zira “O, ölümü ve hayatı, amel/davranış bakımından hanginizin daha güzel olacağını imtihan etmek için yarattı.”[1]
Tasarımcısı insana ölümü ve hayatı bahşetmiştir. Kendisi için bu dünyada bir hayat, ardından ölüm ve onun ardından yeniden bir hayat var edilmiş olan insana düşen, hayat ve ölüm arasında iyi bir çalışma gayreti göstermesidir. Yaratıcısı tarafından kendisine zaman ve mekân tahsis edilen insan adeta yüksek nitelikli bir görevli gibidir. Bu görev aynı zamanda en güzeli ortaya koyabilme yarışıdır. Bu yarış her an daha iyiye/güzele doğru yükselmeyi beraberinde getirmektedir. Nihai amaç insanın çok daha güzel bir hayata ulaştırılmasıdır.
Hayatı ve ölümü bu bütünlük içinde benimseyen insan için hayatın her bir evresi daha güzele yol almasını sağladığı için kıymetlidir. Her yeni dönemin bir öncekinden daha bilge, daha tatminkâr olması beklenen bu yarışta, yaşlılığı bu evrelerin en zengin dönemi olarak huzurla geçirmek için en başından itibaren yarıştan kopmamak önem arz eder.
Zeynep Yaren Çelikbilek
[1] Kur’an-ı Kerim, Mülk Sûresi 1