1240-1320 yılları arasında yaşayan Yunus Emre, manevi hayatıyla, her biri fena tecellilerinin tecrübelerini aksettiren ilahileriyle ve bu nutk-ı şeriflerinde vaz’ ettiği değerler sistemiyle Türk-İslam kültürü açısından fevkalâde önemli bir şahsiyettir. Önemlidir, zira o, yanlış bilinenleri yıkıp yeniden inşa eden bütün inkılâpçılar gibi divanında fikirleriyle zihinlerde, gönüllerde ve dilde yeniliklere imza atmış bir erendir.
İnsanı yeniden inşa etmek! Zamanı âna getirmek, insanlığın fikirlerini, hayallerini ve rüyalarını tekâmül ettirmek, insanlığı süfliden alıp ulviye taşımak, onu hakka, hakikate hazırlamak, kulluk bilinciyle donatıp Allah’a layık hale getirmek!
Esasen peygamberlerin ve onların izinden giden kâmillerin misyonu da, insanlığa mirası da, budur.
Bu miras, putların ve putlaştırdıklarımızın kırılıp insanın hakikatte yeniden inşa edilmesi şeklinde özetleyebileceğimiz değerler manzumesidir. Başka bir şey değil!..
Yunus Yeni Değerler Ortaya Koyan Büyük Bir İnkılâpçıdır
Burada mevzuumuz olan Yunus Emre de bazı değerleri yerinden söküp yerine değerler koyan büyük bir inkılâpçıdır. Bu bakımdan onun kimliğini ve tesirlerini merak edenlere şöyle bir tanımlama yapmak mümkündür:
Yunus, önceki gelenlerin sonuncusu, sonraki gelenlerin ilkidir.
Bu ne demektir?
Evet, hiç şüphesiz, Yunus, kendinden öncekiler gibi yaşadı, kendinden öncekiler gibi bir insan-ı kâmilin, bir mürşid-i hakikinin eğitiminden geçti, fakat o, “İlk adım Yunus idi adımı âşık takdım/Terk etdim ud u edeb şöyle haber bırakdım” diyerek, aşk ile sülûk ederek vardığı nihaî noktada eski Yunus’u ve adıyla beraber nefsî benliğini tarihe gömdü. “Adın değiştirmeyenler bu yola gelmediler!” dedi ve adını değiştirdi. Önceki Yunus’u sildi, yeni bir Yunus olarak karşımıza çıktı. “İki kere doğmayan insanların hakikatte ölü!” olduğunu biliyordu. İkinci kere doğdu ve bize turfanda haberler getirdi!
Değişmek lazımdı!
Değişmek lazımdı, zira, sülûk değişmek ve dönüşmek demekti. Önceki bilgilerinin taklidî olduğunu anladı ve “Şerîat, tarîkat yoldur varana marifet hakikat andan içeri” deyip de hakikate yöneldi. Irmaktan ve gölden geçti de ummana daldı. O biliyordu ki, zinde iken ölmek, unsurlar âleminde tamamlanmak, asıl olana yönelmek ve sonunda içindeki ben ile tanış-biliş olmak gerekiyordu. Küfür benliğini suya attı, miskinlik dediği yokluk ummanına gark olup Allah’a el sundu:
Adı sanı uşatdım
Küfrümü suya atdım
Miskinliğe el katdım
Allah görelim neyler