Millet kavramına yapılan tanımlarda din, dil, coğrafya, kültür, medeniyet, ülkü birliği gibi değerler önemli yer tutar. Aynı duyguyu, aynı hissiyatı, aynı değerleri paylaşmayan insanlar aynı soydan gelseler dahi millet olamazlar. Bu açıdan bakıldığında bu değerleri içinde barındıran en önemli şey sanattır. Sanatta ortak duygu, ortak düşünüş, hissediş ve zevk vardır.
Milletimizin tarih süreçte oluşturduğu büyük bir birikimin ve kültürün mahsûlü olan Klasik Türk Edebiyatı özellikle Osmanlı döneminde, milletimizin bütün fertleri için iftihar vesilesi olabilecek mükemmelliktedir. Duygu, hissediş, bakış, incelik, nezaket, zerâfet, idrak, irfan, ilim gibi sanatın aslını oluşturan temel değerler, “haddeden” geçerek milletimizde “yâl u bâl” olarak mücessemleşmiştir. Bu sanat eserleri içerisinde, bütün dönemlerde ön plana çıkan, çok okunan ve kendisinden ilham alınan şiirlerin başında Fuzûlî’nin 32 beyitlik “su” redifli na’t kasîdesi gelmektedir.
İslamî Edebiyatta en çok okunan, üzerinde yorumlar yapılıp şerh edilen üç önemli kaside vardır: Kâ’b b. Züheyr’in (ö.24/645) Arabistan çöllerinde yazdığı Kasîde-i Bürde, Muhammed b. Saîd el-Bûsîrî’nin (ö.695/1296) Mısır’da yazdığı Kaside-i Bür’e ve Fuzûlî’nin (ö.963/1556) Irak-ı Arap topraklarında yazdığı Su Kasidesi’dir. “Kâ’b b. Züheyr Kasîde-i Bürde’de, müşrik iken işlediği suçu affettirebilme ve iman ederek hayata dönebilmenin ızdırabını ve hasretini yazmıştır. Muhammed el-Bûsîrî Kasîde-i Bür’e’si ile felçli olup vücudunun yarısı tutmaz hale geldiğinde felce uğrayan hayatının verdiği ızdırap sonunda bundan kurtulmanın yollarını aramış, yazdığı şifa kasidesiyle hayata yeniden dönmüş, çekilen acı ve ızdırabı da sona ermiştir. Halbuki Fuzûlî’nin ızdırabı hayatı boyunca devam etmiş, hatta bu ızdırap o dereceye varmıştır ki “ âh u feryâdın Fuzûlî incidüpdür âlemi” diyerek bunu herkese ilan etmiştir. Ona ömür boyu ızdırap çektiren şey de gönlüne düşen aşk ateşidir. O aşkın safasından ziyade cefasını çeken muzdarip bir şairdir. O bu durumdan hiçbir zaman şikâyetçi olmadığı gibi aşk derdiyle hoş ve bundan memnundur.” (Şener, 1995: 67) Şiirlerini ve özellikle Su Kasidesi’ni bu aşk atmosferinde yazan Fuzûlî “umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrum olmayam” diyerek beklentisini kıyamet gününe ertelemiştir.
Eski telakkide hayatın devamı için anâsır-ı erbaaya (dört unsur) ihtiyaç vardır. Bunlar su, ateş, toprak ve havadır. Bu dört unsur özelliklerinden dolayı çeşitli peygamberlere tekabül eder: a) Toprak: Hz. Âdem (AS) beşeriyetin babası ilk insan, topraktan yaratıldığı için toprağa tekabül eder. b) Âteş: Nemrut tarafından ateşe atılan Hz. İbrahim’e (AS) tekabül eder. c) Hava: Gökyüzüne çıkarıldığı için Hz. İsa’ya (AS) d) Su: Tufan dolayısıyla Hz. Nuh’a, son Peygamber ve âlemlere rahmet olarak gönderilmesi hasebiyle Hz. Muhammed’e (AS) tekabül eder. Ayrıca çeşitli insan karakterleri de “nârî, âbî, turâbî, hevâî” gibi adlandırmalarla eski kültürümüzde yer almıştır. (Akyol, 1991: 46; Karlıağa, 1991:149-151)
Su diriliktir, hayatiyet unsurudur, rahmettir. Allah (CC) Kur’an-ı Kerim’de “Biz her şeyi su ile diri kıldık” (Enbiya: 30) buyurmaktadır. İnsanın aslî mayası sudur ve insan bir damla sudan yaratılmıştır. (Kehf: 37, Yasin:77) Su durmadan secde halinde olmasından dolayı Allah (CC) onu ibadetin anahtarı yapmıştır. Zira abdestsiz ibadet, susuz da abdest olmaz.
Maddi hayatın kaynağı sudur, manevi hayatın kaynağı ise imandır. İman ruhun diri olmasıdır. İmanın zıddı ise küfürdür, küfür ise manevî olarak ölümdür. Aslında insanlar da iman ehli ve küfür ehli olarak ikiye ayrılmışlardır. İman ehlinin önderi “âlemlere rahmet olarak gönderildiği için” Hz. Muhammed’dir (AS). Rahmet kelimesinin bir anlamı da su olup halk arasında yağmura da rahmet denmektedir.
Su Kasidesi, Fuzûlî’nin Hz. Peygamber’e karşı beslediği derin sevgi ve aşkını ifade eden Türk edebiyatının en güzel lirik kasidelerinden birisidir. Kaside su redifli olduğu için bu adla meşhur olmuştur. Şair, Hz. Peygamber’e karşı beslediği derin sevgi ve heyecanı su imgesini kullanarak anlatır. Fuzûlî söz, fikir ve bilgi birikimini de bu kasidesinde aksettirmiştir. Şiirde sevgiliye kavuşmak isteyen bir âşığın hali anlatılmaktadır. Su Kasidesi’nde üslup su gibi akıcıdır. İfadeler samimi, sade, gösterişten uzak ve sanatın incelikleriyle bezenmiştir. Şair bu kasidede tasannu ve gösterişten uzak kalmaya çalışmasına rağmen son derece samimi, içten lirik bir ifadelerle sanatının en güzel örneklerinden birini vermiştir.
Su redifli şiir yazmak İslâmî Edebiyatta bir gelenek olmuştur. Türk Edebiyatında ise su redifini şiirlerinde ilk defa kullanan şairin Ali Şîr Nevâî (ö.906/1501) olduğu bilinmektedir. (Üzgör, 2000: 242) Fuzûlî’nin de Su Kasidesi’ni yazarken Nevâî’den ilham aldığı anlaşılmakta olup kendinden sonraki onlarca şaire de ilham kaynağı olmuştur.
Gelenekte kasideler belirli bir plana göre yazılır. Genel olarak bir kasidede; nesib / teşbib, girizgâh beyti, tagazzül, medhiyye / maksûd, fahriyye ve dua bölümleri bulunmaktadır. Su Kasidesinde 1-15. beyitler nesib / teşbib bölümünü, 16. beyit girizgâh beyti, 17-29. beyitler medhiyye / maksûd bölümünü, 30. beyit fahriyye bölümünü ve 31-32. beyitler duâ bölümünü oluşturmaktadır.
Kasîde-i Der- Na’t-ı Hazret-i Nebevî
(Hz. Peygamber Hakkında Na’t Kasidesi)
1.Beyit:
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su
“Ey göz! Gönlümdeki ateşlere gözyaşından su saçma. Zira böyle tutuşan ateşleri su söndürmez.”
“Yaşlar akarak belki uçar zerresi aşkın
Âteşle yaşar, yaşla değil yâresi aşkın
Yanmaktır Efendim biricik çâresi aşkın
Ağlatma da yak, hâl-i perîşânıma bakma!” (Yaman Dede)
- Beyit:
Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Yâ muhit olmuş gözümden günbed-i devvâra su
“Bilmiyorum, dönen gök kubbe mi su rengindedir yoksa gözyaşlarım mı gökyüzünü kaplamıştır?”
- Beyit:
Zevk-i tîğünden aceb yok olsa gönlüm çâk çâk
Kim mürûr ilen bırakur rahneler dîvâra su
“Kılıç gibi keskin bakışların gönlümü parça parça etse buna şaşılmaz. Çünkü su aka aka zamanla duvarda yarıklar açar.”
- Beyit
Vehm ilen söyler dil-i mecruh peykânun sözin
İhtiyât ilen içer her kimde olsa yâra su
“Yaralı gönül senin ok gibi kirpiklerinin temreninin sözünü korkarak söyler. Nitekim yarası olan kimse suyu ihtiyatla içer.”
- Beyit:
Suya virsün bâğbân gülzârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse bin gül-zâre su
“ Bahçevan boş yere zahmet çekmesin, gül bahçesini sele versin. O bin gül bahçesine su verse senin yüzün gibi bir gül açılmaz.”
“Şebnem-i gül-zâr-ı ruhsâr-ı Resûlullah’dır
Neşr-i ıtriyle kılur her dem anı iş‘âr gül”
“Gül, Resûlullah’ın gül bahçesi gibi olan yüzünün şebnemidir. Gül her dem koku yarak O’nu hatırlatır.”
- Beyit:
Ohşadabilmez gubârını muharrer hattuna
Hâmenin bakmakdan inse gözlerine kara su
“Yazanın bakmaktan kalem gibi gözlerine kara su inse, gubari yazısını senin yüzündeki ayvca tüylerine benzetemez.”
- Beyit:
Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânım n’ola
Zâyi’ olmaz gül temennasıyla virmek hâra su
“Senin yüzünü anarak kirpiklerim gözyaşımdan ıslansa ne olur? Gül elde etmek için dikene su vermek boşa gitmez.”
“Yar içün ağyâra minnet etdügüm aybeyleme
Bâğ-bân bir gül içün min hâre hizmet-kâr olur”
“Sevgili için düşmana minnet ettiğimi ayıplama. Çünkü bahçıvan bir gül için bin dikene hizmet eder.”
- Beyit:
Güm güni itme dil-i bîmârdan tîgün diriğ
Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su
“Gam günü hasta gönülden kılıç gibi keskin bakışını esirgeme. Karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir.”
- Beyit:
İşte peykânun gönül hecrinde şevkum sâkin it
Susuzam bir kez bu sahrâda benümçün ara su
“Gönül sevgilinin ayrılığından O’nun kirpiklerinin oklarını iste, arzunu onlarla yatıştır. Susuzum. Bu sahrada bir kez de benim için su ara.”
“Gözde hûn âlûde peykânun hayâliyle hoşem
Her biri gûyâ ki bir berg-i gül-i terdür bana”
“Senin kana bulanmış temreninin hayali daima gözümün önünde. Ben bununla bahtiyarım. Sanki o temrenlerin her biri taze gül yaprağıdır.”
- Beyit:
Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelür huş-yâra su
“Ben senin dudağını özlüyorum. Sofular ise kevseri istiyorlar. Nitekim sarhoşa şarap içmek, ayık kimseye de su içmek hoş gelir.” Leb-dudak tasavvufta vahdeti ve kelamı, (Uludağ, 2012:228) kevser ise kesreti temsil eder.
Yâ Habîballah ya Hayre’l-beşer müştâkunam
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hem-vâra su
“Ey Allah’ın Sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı! Dudağı susuzluktan çatlamış olanların hararetle yanıp her an su istemeleri gibi ben de seni öyle özlüyorum.”
“Şerbet-i la’lün ki dirler çeşme-i hayvan ana
Ol virür can dem-be-dem uşşâka vü cân ana”
“La’l dudağının ilacı ki ona âb-ı hayât derler. Âşıklar ona can verir, ben de ona can veririm.”
- Beyit
Ravza-ı kûyına her dem durmayup eyler güzâr
Âşık olmuş gâlibâ ol serv-i hoş-reftâra su
“Su galiba o nazlı giden salınarak yürüyen servi boylu güzele âşık olmuş. Onun için durmadan her an onun bulunduğu bahçeye doğru akıp gider.”
- Beyit:
Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek
Çün rakîbümdür dahi ol kûya koyman vara su
“ Sevgilinin bulunduğu yere gitmesini engellemek için toprak olup tutmalıyım. Çünkü su benim rakibimdir. Çünkü o yere gitmesine müsaade etmem.”
- Beyit:
Dest-bûsu ârzûsuyla ger ölsem dostlar
Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su
“Dostlar! Şayet sevgilinin elini öpme arzusuyla ölürsem toprağımdan testi yapın ve onunla sevgiliye su sunun.”
- Beyit:
Serv ser-keşlük kılur kumri niyazından meğer
Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su
“Servi, kumru yalvardığı halde dikbaşlılık ediyor. Meğer suyun eteğini tutup ayağına kapanıp yalvarmasını ister.”
- Beyit:
İçmek ister bülbülün kanın meğer bir reng ile
Gül budağınun mizacına gire kurtara su
“Gül fidanı bir hile ile bülbülün kanını içmek istiyor. Onu bu durumdan suyun gül dallarının damarına girmesi kurtarabilir.”
- Beyit:
Tiynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i ‘âleme
İktidâ kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtâr’a su
“Su Hz. Ahmed-i Muhtâr’ın (AS) yoluna uymakla temiz yaratılışını açıkça göstermiştir.
- Beyit:
Seyyid-i nev‘-i beşer deryâ-yı dürr-i ıstıfâ
Kim sebüpdür mu‘cizâtı âteş-i eşrâra su
“Bütün beşeriyyetin efendisi, kıymetli inci deryası olan Hz. Muhammed’in (AS) mucizeleri kötülerin ateşini su serpip söndürmüştür.”
“Muhammedun beşerun lâ ke’l-beşer
Bel hüve yâkutun beyne’l-hacer”
“Muhammed beşerdir ama beşer gibi de değildir. Bilakis O, taşlar arasında yâkut gibidir.”
- Beyit:
Kılmag içün tâze gül-zâr-ı nübüvvet revnakın
Mu‘cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su
“Nübüvvet gül bahçesinin parlaklığını taze kılmak için mucizesiyle sert taştan su çıkarmıştır.”
- Beyit:
Mu‘cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş ‘âlemde kim
Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffâra su
“Onun âlemde uçsuz bucaksız bir deniz gibi olan mucizesinden kâfirlerin binlerce ateşhanelerine su ulaşmıştır.” (Yani onların ateşlerini söndürmüştür.)
- Beyit:
Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ‘
Barmağından virdügin şiddet günü Ensâra su
“Şiddetli bir günde Ensar’a parmağından su verdiğini (akıttığını) kim işitse hayret ile parmağını ısırır.”
- Beyit
Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su
“O’nun dostu yılan zehri içse âb-ı hayat olur. Düşmanı da su içse elbette yılan zehrine döner.”
- Beyit:
Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz
El sunup urgaç vuzû’ içün gül-i ruhsâra su
“O, abdest almak için gül yanağına eli ile suyu vurunca herbir su damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.”
“Gül-i ruhsâruna karşu gözümden kanlu akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı?”
“Gül yanağına karşı gözümden daima kanlı yaşlar dökülüyor. Ey Habibim! Bu gül mevsimidir. Akar sular elbette bulanacaktır.”
- Beyit:
Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdir muttasıl
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su
“Su ömrü boyunca ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak avare avare gezer durur.”
- Beyit:
Zerre zerre hâk-i der-gâhına ister salınur
Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su
“Su zerre zerre eşiğinin toprağına salınarak ulaşmak ister. Eğer parça parça olsa da o dergâhtan dönmez.” Bazı metinlerde, bu beyitte geçen “salınur” kelimesi “sala nur” şeklinde okunmuştur ki o zaman beytin anlamında “suyun Hz. Peygamber’in ravzasına nur saldığı” gibi bir anlam çıkmaktadır. Halbuki Hz. Peygamber’in kendisi nûrun kaynağıdır. Dini bilgilere ve divan şiirinin sanat anlayışına göre “su”ya benzetilen bir Peygamber âşığının, bir mü’minin “dergâhının toprağı” da kendisi gibi “nûr” olan Yüce Peygamber’e “nûr salması” da mümkün değildir. (Dilçin, 2010:176)
- Beyit:
Zikr-i na’tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ
Eyle kim def’-i humâr içün içer mey-hâre su
“Sarhoşlar, başağrılarını gidermek için nasıl su içerlerse günahkârlar da na’tının zikrini dillerinden düşürmemeyi derman bilirler.”
“Amân lafzı senin ism-i şerîfinle müsâvîdir
Anunçün âşıkın zikri amândır yâ Resûlallâh” (Yaman Dede)
- Beyit:
Yâ Habîballah ya Hayre’l-beşer müştâkunam
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hem-vâra su
“Ey Allah’ın Sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı! Dudağı susuzluktan çatlamış olanların hararetle yanıp her an su istemeleri gibi ben de seni öyle özlüyorum.”
- Beyit:
Sensin ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi’râc’da
Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâre su
“Sen Mi’rac gecesinde sâbitlere ve seyyarlara feyz ulaştıran keramet denizisin.”
- Beyit:
Çeşme-i hûrşidden her dem zülâl-i feyz iner
Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mi’mâre su
“Senin kabrini onaran mimara su lazım olsa güneş çeşmesinden her an saf, tatlı su akar.”
- Beyit:
Bîm-i dûzâh nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma
Var ümidim ebr-i ihsânun sepe ol nâra su
“Cehennem korkusu yanık gönlüme gam ateşi salmış. O ateşe senin ihsan bulutunun su serpeceğini ümit ediyorum.”
“Bakma yâ Rab sevâd defterime
Anı yak âteşe benim yerime” (Lâ edrî)
- Beyit:
Yümn-i na’tünden güher olmuş Fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsândan dönen tek lü’lü’-i şeh-vâra su
“Seni övmenin bereketinden dolayı Fuzûlî’nin sözleri nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su damlası gibi birer inci olmuştur.”
“Olup durur sözümün nazm u nesri na’tinde
Hemîşe gevher-i manzum u lü’lü-i mensûr”
- Beyit:
Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr
Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su
“Mahşer günü gaflet uykusundan uyanan düşkün göz, sana duyduğu hasretten su döktüğünde… (ağladığında)
- Beyit:
Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrum olmayam
Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su
“… mahşer günü güzel yüzüne susamış olan bana vuslat çeşmesinin su vereceğini, beni mahrum bırakmayacağını umuyorum.”
İbrahim AKYOL·
KAYNAKÇA
Akar, Metin, (1994) Su Kasidesi Şerhi, Ankara.
Akyol, İbrahim, (1991) “Fuzûlî’nin Su Kasidesinin İlk On Beytinin Şerh Denemesi” İslâmî Edebiyat Dergisi, S.12.
Akyüz, K., Beken, S., Yüksel, S., Cunbur, M., (1990) Fuzûlî Divanı, Ankara.
Çalışkan, Âdem, (1992) Fuzûlî’nin Su Kasidesi ve Şerhi, Ankara.
Dilçin, Cem, (2010) “Su Kasidesi’nin Bir Beytindeki Yaygın Yanlış Üzerine” Fuzûlî’nin Şiiri Üzerine İncelemeler, İstanbul.
Güneş, Mustafa, (2014) Su Kasidesi Şerhi, İstanbul.
Karlıağa, Bekir, (1991) “Anâsır-ı Erbaa” TDVİA, c.3, İstanbul.
Pala, İskender, (2008) Su Kasidesi, İstanbul.
Şener, Halil İbrahim, (1995) Kaside-i Bürde Kaside-i Bür’e ve Su Kasidesi, İzmir.
Tarlan, Ali Nihat, (1985) Fuzûlî Divanı Şerhi, İstanbul.
Uludağ, Süleyman, (2012)Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul.
Üzgör, Tahir, (2000) “Su Redifli Şiirler ve Fuzûlî’nin Su Kasidesi’nin Kompozisyonuna Dair” İlmi Araştırmalar Dergisi, S.9.