Allah Teâlâ, Ra’d suresinde, aynı suyla sulandıkları halde tatları bakımından çok farklı olan meyve sebze ve diğer toprak mahsullerine dikkatimizi çekmektedir.
Diğerlerini bir kenara bırakıp sadece meyveleri incelediğimiz zaman bile nice olağanüstülüklerle karşılaşıyoruz. Meyvelerin önce renkleri dikkatimizi çekiyor. Kavun sarı; karpuz, nar kırmızı; portakal turuncu; hurma başka bir renkte; üzüm, incir, elma değişik renklerdedir.
Bu saydığımız meyvelerin her birinin kendine has tadı var. Hatta aynı adı verdiğimiz meyvelerin değişik cinste olanlarında dahi tat farkı bulunuyor.
Tatlı olan meyveler var, ekşi olan meyveler var. Bu meyvelerin aynı bölgelerde yetişenleri var, iklim farklılığından dolayı bazı bölgelerde yetişip diğer bölgelerde yetişmeyenleri var. Ama netice itibariyle hepsi toprakta yetişmekte aynı suyla sulanmaktadır.
Meyvesi olmayan ağaçlarla meyveli ağaçlar bir değildir. Meyveli ağaçlara da verdikleri meyveye göre değer atfedilmektedir. Meyve ne kadar kıymetliyse o meyveyi veren ağaç da o kadar kıymetlidir. Meyvesi her mevsimde yenebilen bir ağaç ayrı bir değere sahiptir.
Meyvesi olmadığı halde kökü derinlerde olan, dalları alabildiğine yükseklere uzanan ağaçların da bir değeri vardır.
Bu girişten sonra esas konumuz olan sözle ağaç arasındaki benzerliğe geçebiliriz.
Rabbimizin, güzel sözü güzel ağaca benzettiği Ayet-i Kerimelerin meali şöyledir:
Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı: (Tevhit ve şahadet olarak) güzel söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. Ki o (ağaç) Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir.
Söz nasıl olmalı ki kökü muhkem, dalları yükseklerde olsun ve meyvesinden her zaman istifade edilebilsin.
Birçok tefsirde, Ayet-i Kerimedeki güzel söz Tevhit Kelimesi olarak açıklanmıştır. Tevhit inancı bütün semavi dinlerin temel ilkesidir. Allah’tan başka tanrı olmadığına inanmaktır. Bu inancımızı dile getirirken kullandığımız ifadeye Tevhit kelimesi denmektedir.
Tevhit kelimesinin aslı Allah’ın bir olduğunu, eşinin ortağının bulunmadığını kalp ile tasdiktir. Bu tasdik ağacın köküne benzemektedir. Kalpteki bu tasdikin dille ifadesi ağacın gövdesi gibidir. Tasdik ettiğimiz ve dilimizle de herkese duyurduğumuz “gerçek”e uygun güzel ameller de ağacın dalları gibidir.
Hasan Basri Çantay, Kur’an-ı Kerim mealinde, Rebi’ bin Enes’in, bu ayetteki güzel sözün benzetildiği şey imandır; iman güzel bir ağaçtır; onun sabit olan aslı, kökü ondaki ihlas, yukarılara uzanan dalı ise Allah korkusudur dediğini naklettikten sonra şunları söylemektedir:
Ayet-i kerimede güzel ağaca benzetilen güzel söz kimin kalbinde olması gerektiği gibi tamamıyla yerleşir, kalbi onunla vasıflanır, bu şekilde en güzel boya olan Allah’ın boyasıyla boyanırsa artık o kimse, Rabbini tanır, onun dili buna şahadet eder, organları da bunu kabul eder. Bu gerçek ve onun gerektirdiği şeyler, onları elde etmiş olan kimseyi masiva (Allah’tan başka her şey) dan uzaklaştırır, onun kalbi ile dilini birleştirir; artık o, tam bir uyum içerisinde bütün varlığıyla Allah yolunda çalışır.
Bir ağacın damarları, gövdesi, dalları, meyvesi vardır. İman ve İslam da böyledir.
Onun damarları ilim, marifet, şeksiz şüphesiz bilgidir.
Gövdesi ihlas (yaptığı her şeyi yalnız Rabbini razı etmek için yapmak) tır.
Dalları iyi amellerdir.
Meyvesi, güzel amellerin gerektirdiği makbul ve övgüye layık eserler, övülmüş sıfatlar, güzel huylardır.
Bu ağaç canlı kalmak için sulanmak, bakılmak ister. Bunlar ihmal edilirse ağaç kurur. Kalpteki İslam ağacı da böyledir. Eğer sahibi, onu, faydalı ilim, salih amel, tezekkür ve tefekkür (gördüklerinden ibret almasını sağlayan düşünce) ile her zaman bakıp gözetmezse kurumak tehlikesiyle karşılaşır.
İmam Ahmed bin Hanbel, Ebu Hureyre radiyallahu anhden aşağıda mealini vereceğimiz Hadis-i Şerif’i nakletmiştir:
Resulullah sallallahu aleyhi vesellem buyurdu ki: Elbise nasıl yıpranır, eskirse kalpteki iman da öylece yıpranıp eskir. O halde imanınızı daima tazeleyin.
Mustafa Kutlu’nun aşağıda okuyacağınız ifadeleri, kökü kalbimizin derinliklerinde olan güzel sözle güzel ağaç arasındaki benzerlikten mülhem gibidir.
“İçimizdeki ağacı fark edebiliyor muyuz?
Onun kalp atışlarını, kökten yapraklara doğru süzülen öz suyunu, gece gündüz zikreden dallarını, şükreden çiçeklerini hissedebiliyor muyuz?
Yoksa içimizdeki ağaç gün-be-gün zayıflayıp kuruyor mu?
Yaprakları, çiçekleri dökülüyor mu?
Ona toprak, ona su, ona hava, ona güneş verebildik mi?
Yoksa derin bir gafletin karanlığına terk edip o güzelim gövdeyi çürüttük mü?
Bir tek meyve veremeden göçüp gidecek miyiz?”