Hocanın, kendisinden nakil ve rivayet etmesi için öğrencisine bir kitap ya da yazılı bir metin vermesine münavele denilir. Eğer hoca, kitabı verirken “Bunu sana temlik ediyor” veya “İstinsah için emanet ediyor ve rivayet etmene de izin veriyorum” derse, buna icazetli münavele (icazete makrun münavele) ismi verilir ve geçerli bir yoldur. Bunun için “Haddesena fulanun münaveleten ve icazeten” ifadesi kullanılır. Yok eğer hoca, öğrencisine “Benim işittiğim hadisler bunlardır” diyerek icazetten söz etmeden bir kitap teslim ederse bu, “icazetsiz münavele (mücerred münavele)”dir ve bu yolla elde edilen hadislerin rivayet edilmesi caiz değildir. [1]
Usûl uleması, her prensibe sünnetten bir örnek bulma gayretini bunda da göstererek Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın, Bedir Savaşı’ndan önce Batn-ı Nahl denen mevkiye gönderdiği seriyyenin (askerî birlik) komutanı Abdullah İbnu Cahş (radıyallahu anh)’a verdiği mektubu zikretmişlerdir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) mektubu verirken iki gün sonra açmasını ve içinde yazmış olduğu emirlere göre hareket etmesini söyler. Resûlullah’ın sünnetinde bunun benzeri başka vak’a da var.
Münâvele iki çeşittir:
1- İcâzet’e makrûn münâvele,
2- İcazetten mücerred münâvele.
İcazete makrûn münâvele, icazet çeşitlerinin en a’lâsıdır. Şu şekilde olur: Şeyh, mesmu’âtını hâvi “asl”ını veya onunla mukabele edilmiş “fer”i[2] tâlibe verir ve şöyle der: “Bu benim mesmu’atım’dır” veya: “Falancadan yazdığım rivayetimdir bunu rivayet et! – veya: “Bunun benden rivayeti hususunda sana izin verdim”. Sonra da bu “asl”ı onun yanında temliken veya istinsah etmesi için bırakır. Temliken vermediği takdirde bilâhare Şeyh’e “asl”ı iade edeceği tabiîdir.
Bunun bir başka sureti şöyle cereyan eder: Tâlib, şeyhten işittiklerini yazmış bulunduğu nüshayı, kendi rivayetlerine uygunluğunu kontrol ettirmek üzere Şeyh’e verir. Şeyh bunu gözden geçirerek kontrol eder ve tekrar tâlibe iade eder ve: “Bu benim hadislerimdir…” veya “…Rivayetimdir, bunu benden rivayet et!” veya “…Bunun rivayet edilmesi hususunda sana izin verdim” der.
Bu tarza birçok hadîs âlimi, münâvele değil arz demiştir. Daha önce de geçtiği üzere Şeyh’e okuma tarzına da arz denmiş idi. Bu sebeple ikisini tefrîk etmek için buna arzı’l-münâvele, ötekisine de arzı’l-kırâa denmiştir.
Bu münâvele, kuvvet yönüyle, bazı muhaddislere göre, semâ gibidir.
İcâzete makrun münâvele’nin bir başka şekli şudur: şeyh, mesmuâtını hâvi kitabı tâlib’e verir ve rivayetine müsaade eder, sonra şeyh derhal geri alır. Bu münâvele mertebece öncekinden düşüktür. Tâlib, bilahare bu kitabı, veya bununla mukabelesi yapılmış ve uygunluğu kesinlik kazanmış bir fer’ini ele geçirebildiği takdirde rivayeti caizdir. Ancak, Tâlib bunu, şartına uygun şekilde rivayet etse de, bunun değeri, herhangi bir kitabın icazet-i mücerrede ile rivayetinde elde edeceği mertebeden daha üstün bir mertebeye ulaşamaz.
İcazete makrun münavele’nin bir başka şekli şöyledir: Tâlib, şeyhe bir kitap getirip verir ve şöyle der: “Şu kitap senin maneviyatındır. Muhtevasını münâvele ile bana ver ve rivayetine müsade et”. Şeyh, tâlibe olan itimadına binâen, muhtevayı kontrol etmeden tâlibe kendi adına rivayet izni verir. Bu tarzda, tâlib bilinen sika birisi ise ve şeyh onun bu vasfı sebebiyle böyle davranmışsa hem münâvele, hem de icazet sahihtir. Aksi durumda, yani tâlib ihbarına itimad edilmez birisi ise münâvale de icazet de batıldır.
İcazetten mücerred münâvele’ye gelince, bu, şeyhin, tâlibe rivayete iznini ifade eden bir tâbir kullanmaksızın: “Bu benim sema’ımdır” veya “Bu, benim hadisimdendir” diyerek kitabı sunmasıdır. Fukaha ve usûlcülerin sahih olan kavline göre bundan rivayet caiz olmaz. Üstelik bunlar, caiz olduğunu söyleyen muhaddisleri ayıpladılar da. Esasen muhaddislerin de hepsi değil bir kısmı caiz görmüştür. Fahreddin-i Râzi bu meselede daha açık sözlüdür. Ona göre bir şeyh’in kitabını rivayet için ne izin ne de münâvele şarttır. Bir muhaddisin bir kitabı göstererek: “Bu benim falan şeyhten sema’ımdır” demesi kâfidir. Bu sözü işiten bir kimse o kitabı ondan rivayet edebilir. “Zira, der, bu işaret izin ifade etmekten uzak değildir.”
İcazet ve münâvele ile tahammül edilen hadisleri eda ederken kullanılması gereken görüşler ileri sürmüş, sema için kullanılan Ahberenâ ve haddesenâ tabirlerinin mutlak şekilde münâvele için de kullanılabileceğini söyleyenler bile olmuştur (Zührî ve Mâlik gibi). Ancak, cumhur, münâveleyi tasrîh eden bir kayıtla ihbar ve tahdîs sigalarının kullanılabileceğini kabul etmiştir. Büyük ekseriyetiyle tatbîkat da öyle olagelmiştir. İcâzeten, münâveleten tabirleri en ziyade kullanılan kayıtlardır:
(haddesena icazeten) Bize icazet yoluyla rivayet etti.
(haddesena münâveleten) Bize münâvele yoluyla rivayet etti.
(Ahberenâ icazeten) Bize icazet yoluyla rivayet etti.
(Ahberenâ münâveleten ve icazeten) Bize icazete makrun münâvele yoluyla haber verdi ki…
Ahberenâ münâveleten ve iznen.
Ahberenâ münâveleten fi iznihî.
Ahberenâ münâveleten fî-mâ ezine lî fîhi: İcazete makrun münavele ile bana haber verdi ki…
Haddesenâ münâveleten fî-mâ etlaka lî rivayetehu.
Münâvele yoluyla rivayet etti ve kendisinden rivayet etmeme izin verdi.