Hocanın huzurunda bulunan veya bulunmayan bir öğrencisi için kendi eliyle bir veya birkaç hadis yazıp veya yazdırıp vermesi veya göstermesine kitabet denilmektedir. Bu, şeyhin mesmu’âtını tamamen ya da kısmen yazıp veya yazdırarak hazır veya gâib birisine göndermesidir.
Mukatebe de denilen bu usûl, münavelede olduğu gibi, ya icâzetle birlikte tatbik olunur, ya da icâzetsiz olur. [1]
İcâzete makrun olana şöyle yazar: (Eceztuke ma ketebtu leke) “Sana yazdığımı rivayete sana icazet verdim” veya: (Eceztuke ma ketebtu ileyke) veya (Eceztuke ma ketebtu bihi ileyke) bunlar gibi icâzeti ifade eden başka tabirler. Bu tabirler kuvvet ve sıhhat yönüyle münâvele-i makrûne’ye denktir.
İcâzetten mücerred kitabet’e gelince, bunun sıhhati hususunda ihtilâf edilmiştir. Âlimlerden bir kısmı bunun caiz olmadığını beyân etmişse de asl olan câiz olmasıdır. Eyyûb Sahtiyânî, Mansûr İbnu Mü’temir, Leys İbnu Sa’d… gibi. Tâbiîn ve Etbauttâbiîn’den bir çokları cevazına kâildirler. Onlardaki tatbikattan başka, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in de valilerine gönderdiği ahkâm tebliğ eden mektuplar da bunun cevâzına delil olmaktadır.
İcâzetten mücerred kitabetle ilgili sîgalar şöyledir: (ahbaranâ fülânun mükâtebeten)= Falan bana yazarak bildirdi veya (ahbaranâ fülânun kitâbeten kâle) veya (Ketebe ileyye fülânun kâle haddesenâ)
Bütün bu sîgalar icâzet manasını ihsan ettiği için mevsul addedilmiştir. Burada da mutlak şekilde Ahberenâ denebileceğini söyleyenler olmuş ise de, aslolan kitabeti belirtecek bir kaydın konmasıdır.[2]