13 Ekim 2024 / 9 Rebiül Ahir 1446

Hizmetin Planlanması ve Kesenin Ağzının Açılması

Bir bina yapılacağı zaman ozalite çekilmiş, altı metre boyunda, katlanmış bir kâğıt karşınıza gelir. Tesisat planı, alt kat planı, yandan görünüşü, önden görünüşü, üstten görünüşü, detaylar, girintiler çıkıntılar, baca delikleri, lavabonun konulduğu yer, vesaire vesaire… Modern insan, planı o kadar güncel hale getirmiş ki o kadar tabii hale getirmiş ki peynir ekmek gibi, yani her köşe başında bulunan alelade şeyler gibi olmuş ve bunlar her sahada uygulanıyor.

Fakat günümüzde İslam’ın binasının yapılmasında maalesef ne plan var, ne proje var, ne böyle sayfa sayfa çekilmiş ozalit kâğıtlar var! Hiçbir şey görmüyoruz. Bunu muhtelif defalar ifade ettim. Bu bizim büyük kusurumuz! Sosyal olayların da hizmetlerin de mutlaka –hiç olmazsa, bir apartmanın yapılışı kadar– planlı olması gerekmez mi?

Allahu Teâlâ hazretleri bize çok imkânlar vermiştir. İşte bu imkânları kullanmamamızın bize vebali olabilir. Potansiyelimiz yüksek olduğu halde, imkânımız çok olduğu halde, “Ol mâhîler ki derya içredirler, deryayı bilmezler!” durumunda olmamız bahis konusu…

İdeolojik bakımdan, emsalsiz bir ideolojiye sahibiz. Dünya, Müslümanların elindeki potansiyeli görüyor, korkudan tir tir titriyor; bunu bilin! Yayınlarında da var, tir tir titriyorlar; “Aman, bu Müslümanlar gelirse, uyanırsa, halimiz ne olur?” diye. Allah bize böyle bir imkân vermiş.

Jeopolitik durumumuz, fevkalade müsait… Ekonomik imkânlarımız, hiç kimseye el açmaya lüzum bırakmayacak kadar yeterli… Nüfus imkânımız, kalabalıklığımız yeterli… Dünyadaki her beş insandan bir tanesi Müslüman; yani, dünyanın beşte bir nüfusuna sahip bulunuyoruz. Ve elhamdülillah –bizden önceki nesillere göre– sizler ve bizler, çok rahat bir dönemde yaşıyoruz. Kıbrıs harbi hariç, biz harp görmemiş bir nesiliz. Dedelerimiz İstiklal Harbi’ni gördüler, her yıl bir harple darbe yiyip zaafa uğramak, nüfusun kırılması, iş yapacak insanların helak olması, paraların heba olması; böyle bir durum yok. Bu kadar sene harpsiz gelmiş olmamız fevkalade büyük bir avantaj.

Bizden öncekilerin hayal ve tahmin edemeyecekleri kadar, hareket imkânlarına şu anda sahibiz. Yani, bundan 40 yıl önceki insanlar, belki bu diyarlarda İslam’ın bekasından ümitlerini kesmişlerdi… Elli yıl önceki insanlar belki, “Artık buralarda Allah’a ibadet edilmez.” diye düşünüyorlardı… Ama şu anda, onların hayallerine sığmayacak kadar, tahmin edemeyecekleri kadar hareket imkânına sahibiz. Elhamdülillah Müslümanlar, memleketini seven insanlar, bu imkân ve fırsatlara sahip olmuş durumdadırlar… Hizmetlerin başına gelmiş durumdadırlar… Çalışma ve hizmet fırsatı var… Çalışma ve hizmet fırsatı oluştu, doğdu ve karşımızda duruyor. Bir kadro personeli patlama noktasına gelmiştir. Muazzam bir potansiyele sahibiz ve bu potansiyeli Avrupa görüyor, Amerika görüyor… İngilizce, Almanca, Fransızca kitaplar neşrediliyor; “Müslümanlar geliyor, İslam yayılıyor!” diye. Rusya’da kitaplar yayınlanıyor, siyasilerin dilinden gazetelere dökülüyor. Şimdi bizde un var, şeker var, yağ var; helva yapmıyoruz. Gıdasızlıktan, kenarda aç bîilaç serilmiş yatıyoruz. Durumumuz bu.

O bakımdan şu boş zamandan, şu imkândan, şu hürriyetlerden, şu fırsatlardan olanca gücümüzle faydalanmalıyız. Bizim hepimizin ana gayesi, Allah’ın dinine hizmet etmektir. Şimdi, bizden can istenmiyor, mücadelenin şekli değişti; teknik çalışma isteniyor. Yani, bir çalım attın mı karşı tarafı alt edebilirsin. Çalım isteniyor, çalışma isteniyor… Bu kadar basit.

Onun için herkes azami mesaisini, azami imkânını, İslam’a tahsis etmek; yani, ölmeyecek kadarını kendisine ayırıp, olanca gücüyle İslam’a hizmet etmek zorundadır bugün! Tüm mesaisiyle, tüm çalışmasıyla, tüm mesleği ile İslam’a hizmet edecek; birazcık dünyalık çalışmaya pay ayıracak… Asıl çalışması İslam’a hizmet olacak; birazcık da dünyalık çalışacak… Afganistan’a sarf edilen masrafların, maddî masrafların, yani Afgan mücahitlerine verdiğimiz paraların onda birini sulh zamanında harcasaydık Rusya gelmeden önce; nice Afganistanlar Müslümanların olurdu! Suriye elden çıkmazdı. Irak maceralara sürüklenmezdi. İran başka türlü olurdu. Dünyanın her yerini elde ederdik. Bir büyük, tesirli gazeteyi veya dergiyi çıkartmak için feda edeceğimiz miktar bir jet uçağının fiyatının kim bilir kaçta kaçıdır. Kaç tane jet uçağı düşüyor, kaç tane füze atılıyor, kaç tane bomba patlıyor? Harp olduğu zaman, bu kadar masraf yapıyorlar da fırsat olduğu zaman, sulh zamanında onun onda birini yapmıyorlar! Çok büyük şaşkınlık, çok büyük cahillik, çok büyük basiretsizlik, çok büyük vebal, çok yanlış bir durum! Yani, iş işten geçtikten sonra kurtarma çalışmaları… Trenin altında adam ezildikten sonra ayağını alçıya al, dalağını dik, böbrek nakli yap, kan ver, bilmem şöyle yap, böyle yap… Hurda olmuş bir insanı, ihya etmeye çalışıyorsun. Düşman hücum etmiş bir memlekete, kurtarmaya çalışıyorsun. Düşman hücum etmeden çalışsana! İş işten geçmeden çalışsana!

Böyle cihat, böyle hizmet, böyle rızâ-yı Bârî’yi tahsil mümkün olmaz! Allah sorar; çünkü Allah, bizim sakladığımız, kullanmadığımız imkânları da biliyor! Neyi, ne gibi imkânları hizmete sunduğumuzu, ne gibi imkânları hizmetten esirgediğimizi Allah biliyor. Allâmü’l-guyûb, her şeyi bilen Rabbimiz’in karşısında hesap vereceğiz.

Onun için devir fedakârlık devridir ve fedakârlıktan bir zarar hâsıl olmaz! Size bir zarar hâsıl olmaz, bana bir zarar hâsıl olmaz… “Vallahi, zekât vermekten, sadaka vermekten mal azalmaz!”(1) diyor Peygamber Efendimiz. Malınız da azalmaz, Allah daha fazlasını verir. Zaten insanın rızkı, midesinin aldığı kadar bir şeydir; gerisi havaya gidiyor. Havaya gidiyor, hava atmaya gidiyor, fiyaka yapmaya gidiyor, boşa gidiyor… Yani, bindiği zaman basit bir araba insana yetiyor ama Mercedes’in 500’ünden aşağısına binmiyor, zengin olduğu zaman adam… Hava, iki manasıyla hava olmuş oluyor.

O bakımdan, tüm imkânlarımızı Allah’ın bildiği ve hesap soracağı şekilde, dîn-i mübîn-i İslam’ın hizmetine sunmak durumundayız. Bu, çok tatlı bir hizmet, çok risksiz bir hizmet, çok kolay bir hizmet… Burada can pazarlığı bahis konusu değil, insanın ölmesi bahis konusu değil. Ama eğer bunu yapmazsanız gün gelecek, canınızı isteyecekler! Canınızı da vermezseniz, cihattan kaçmış insanlar olarak öleceksiniz! Onun için önce mal imtihanını başarmamız lazım ki öteki şeye hacet kalmasın…

* Prof. Dr. M. Es’ad Coşan (rha)’ın Mart 1993 tarihli Kadın ve Aile Dergisi Başmakalelerinden alınmıştır.

Dipnotlar

  1. Ebû Hüreyre’den nakledilen hadis için bk. Mâlik, “Sadaka”, 12; Müslim, “Birr”, 69; Tirmizî, “Birr”, 82, hadis no: 2029; Ahmed b. Hanbel, II, 235, 386, hadis no: 7205, 8996; Dârimî, “Zekât”, 35, hadis no: 1676; İbni Huzeyme, IV, 97, hadis no: 2438.