22 Mart 2025 / 22 Ramazan 1446

İsrafı Önlemede Kadınların Rolü

Uzunca bir süredir; biz 30-40 senedir dünya ise neredeyse 100 senedir çevre sorunları ile meşgul olmaya başladık. Bu bir farkındalığın sonucu olduğu gibi refah düzeyiyle de alakalı bir durumdur.

Batılı ülkeler bizden önce sanayileştiği için çevrelerini bizden önce tahrip ettiler. Haliyle bizden önce refah seviyesine ulaşıp, ürettikleri sorunları fark edip tedbir almaya başladılar. Biz ise nakil usulü sanayileştiğimiz ve henüz refah seviyesine ulaşamadığımız için, çevre sorunlarını da nakil usulü aldık. Üstelik onları çözmek için ne, çok hevesimiz ne de çok paramız var. Nakil usulü sanayileşmek yerine kendi gelişim evrelerimizi yaşamış olsaydık uyumlu çevre ve evren anlayışımız gelişir, daha az çevre sorunu üretirdik. Zira bizim inanç ve kültürümüzde yok etmek, tahrip etmek, doğayı kontrol altına almak, onu alt etmek gibi unsurlar yerine yaşatmak, beslemek, büyütmek, geliştirmek, sevmek, paylaşmak, birlikte ve iç içe yaşamak, evrenin tamamlayıcı parçası olmak, canlı cansız her şeyin hakkına riayet etmek, incitmemek, bozmamak, ifsad etmemek gibi değerler bulunur. Bu fırsatı sanayileşme telaşı içinde bir kez kaybettik. Şimdi ise unuttuğumuz veya çevreye nasıl uyarlayacağımızı bilemediğimiz bu değerlerle biz çevreye bakıyoruz, çevre de bize bakıyor…

Biz bu değerleri hazır biçimde, önümüzde, özümüzde, inancımızda, kültürümüzde bulduk. Bu değerleri zorunluluk veya sorunla karşılaştığımız için keşfetmedik, icat etmedik. Belki de bu sebeple kıymetini çok anlayamıyoruz. Uyarlama kabiliyetimizi de yitirdiğimiz için modern sorunlarla karşılaştığımızda çevre sorunları gibi inancımızda ve kültürümüzde var olan çözümleri görmüyor, fark etmiyoruz. Sorunlarla birlikte çözümlerini de ithal ediyoruz ama içselleşmeyen bu çözümler kısa vadeli ve sorunu kökten halletmede yetersiz, cılız kalıyor. Bir yaşam biçimi olan zarar vermeden yaşama bilincini bir aksesuar olarak yakamızda taşıyor gibi oluyoruz. Bizim inancımız ve kültürümüzde olan ve tevhid inancının bir parçası olan yaşama kültürünü “çevrecilik” gibi dar bir anlama sığdırmak imkansızdır. Bu kelime bizim tabiat ve evrenle olan alakamızı tarif etmek için son derece sığ ve yetersiz bir kelimedir. Bizim çocuklarımız yaratılmış olan her varlıkla birlikte uyum ve barış içinde yaşamayı önce sevgi dolu evlerinde, anne kucağında öğrenir.

Bizde ev her türlü iyiliğin, bereketin, hayrın, üretkenliğin, verimliliğin, enerjinin, sevginin ve bunlar gibi pek çok müspet durum ve duygunun kaynağıdır. Toplum dediğimiz de o koca birlikteliğin en küçük parçasıdır. O sebeple toplumda ne varsa evde-ailede o vardır, toplumda ne yoksa evde-ailede de o yoktur. Toplumda bir huzursuzluk, düzensizlik, bir illet bir dert varsa aynısı ya da benzeri evde-ailede de vardır. Her toplumsal saadetin kaynağı ev-aile olduğu gibi her toplumsal dert ve sorunun da kaynağı ev-ailedir. Bu sebeple ailenin diri, güçlü, sağlam, sevgi ve hayır dolu bir yer olması için el birliği ile hem sorunları dert eden fertlerin hem de toplumların çalışması, dayanışması gerekir. Sorunlar ilk olarak evde, ailede görülmeli, sezilmeli ve değerlendirilmeli, çözümler üretilmelidir. Her güzellik gibi her sorunu çözmenin de yolunun evden, aileden geçtiğini asla unutmayalım.

2017 yılında yapılan araştırmalar gösteriyor ki biz en çok “su, ekmek, gıda, enerji ve kağıt ” israf ediyormuşuz. Bu ürünler en çok nerelerde kullanılır? Elbette evlerimizde! Çünkü dünyada işletmeden, fabrikadan, işyerinden, okuldan vs. daha çok, ev vardır. Öyleyse israfın en büyük kaynağı evlerimizdir. Türkiye olarak biz de bunun dışında değiliz. Bütün o güzelliklerin öğretildiği, israf edilmemesi gerektiğinin ezberletildiği evlerimizde biz suyu, ekmeği israf ediyoruz. Acaba israf nedir, bilmiyor muyuz? Acaba “Allah nimetini kullarının üzerinde görmek ister.” sözünü yanlış mı anlıyoruz?

Evlerde en fonksiyonel kişiler annelerdir, kadınlardır. Onları bu rollerinden ötürü toplumun da en fonksiyonel bireyleri olarak tanımlamak yanlış olmaz. Dolayısıyla çevreye dair meselelerde de israf ve tüketime dair meselelerde de en birinci, en büyük, en önemli görev annelerin-kadınlarındır. Anneler-kadınlar isterlerse (ki istemelidirler) israfın her türlüsünü, çevre sorunlarının -üretmek-tüketmek-kirletmek-ayrıştırmak-korumakla ilgili bölümlerinin- büyük bir kısmını evlerinde ve en çok etkili olabilecekleri kitle içinde çocukları, kardeşleri, eşleri arasında çözebilirler. Böylece sorunların büyük bir kısmı ortaya çıktığı yerde, belki ortaya çıkmadan önce veya çıkar çıkmaz önlenmiş ve çözülmüş olacaktır.

Bireyler hak, hukuk, hakkaniyet, adalet kavramlarının öğrenildiği yer olan ailede bir karşılıklılık gerektiren bu değerlerin canlı, cansız bütün mahlûkatı kapsadığını bildiklerinde adımlarını atarken yerdekileri, nefes alırken havadakileri, hareket ederken etraflarındaki her şeyin de şuurunda olacaklardır. Bu şuurla ne cansızı ne de canlı herhangi bir varlığı insanı, hayvanı, böceği, bitkiyi rencide edecek, zarar verecek davranışlardan sakınacaktır.  Canlılar gibi cansızların da şahsiyeti olduğunu bilerek hürmet duyguları ile yaşayacak, varlıklar arasında uyum içinde süzülen bir kelebek gibi narin ve hassas olacaktır.

Gerçek ihtiyacın ne demek olduğunu öğrenen aile fertleri, israfı yani tüketim zihniyetine dönük davranışları terk edeceklerdir. Suya ihtiyacın ne olduğunun ve ne kadar olduğunun bilindiği, ihtiyaçtan fazla kullanmanın olumsuz sonuçlarının öğretildiği bir evde hiçbir bahane ile su israfı olmayacaktır. Anneler-kadınlar temizliğin ölçüsünü, temizlikte israfın ne olduğunu bildikleri sürece su ve enerji israfı olmayacaktır. Evde üreten, ürettiklerinin kıymeti bilinsin isteyen bireyler, dünyanın en önemli hayat kaynağı olan enerjinin üretiminin ne kadar zahmetli olduğunu fark edecek ve elektrik tüketiminde daha duyarlı olacaktır. Üreten insan, ürün denilen şeyin kıymetini en iyi bilendir. Üretilmiş olana hürmeti daha az olan ise bir şey üretmeyen veya üretme becerisi olmayanlardır.

Giydiğini kendisi dikmediği, örmediği, dokumadığı, işlemediği için kıymetini bilmiyor, hemen yerini doldurabildiği için gözü hep daha iyisi ve yenisinde oluyor. Ambalajlar, kutular, kavanozlar, çantalar, poşetler, plastikler, camlar, metaller… hepsi bir tasarımın, fikrin, düşüncenin ürünü olduğu gibi madencilerin, işçilerin, camcıların, mühendislerin vs. de emeğinin ürünüdür. Bütün bu malzemeleri gözünü kırpmadan ıskartaya çıkaranlar aslında sadece bir kavanoza değil bütün bu insanlar topluluğuna hürmetsizlik etmiş oluyorlar. Bizim evlerimizde annelerimiz bize hürmeti, saygıyı, kadir bilmeyi, değer vermeyi, teşekkürü öğretmiyorlar mı? Öğretiyorlar ama böyle değil! Oysa hürmet, takdir, ihtiram, şükran bizim damarlarımızda akması gereken en mühim değerlerimizdendir.

İnancımızın ve kültürümüzün içselleştirilmesi ve hayatımızın her anını kapsayacak bir hale gelmesi onu yaşayan ve hisseden annelerin sayesinde olacaktır. Evlerin merkezi konumunu tutan annelerin-kadınların tüketimin de merkezi durumunda olan evlerdeki üretim ve tüketimi hatta atık üretmeme-atmama, atarken ayrıştırma-sınıflandırma gibi işlemleri de kolayca ve kadınlığa yaraşır bir düzen içinde çözecekleri muhakkaktır. Atmadan dönüştürme eylemi ise işi eğitme, dönüştürme, biçim verme, bozulanı ahlak da olsa eşya da olsa onarma kabiliyeti, yetkinlik ve becerisi olan annelerin-kadınların elinde muazzam bir çevre eylemine dönüşecektir.

Elbette babaların rolü de büyüktür ama terbiye edici annedir, o sebeple anne üzerinde duruyoruz. Bir gün babaları da yazarız.

Serpil Özcan