Kalp esasen Arapça bir kelime. Sözlükte bir nesneyi geriye döndürmek, çevirmek, altını üstüne getirmek manalarına gelen “kalebe” fiilinden türetilmiş bir isim. Dil ve anlam dünyamızda bedenimizin bir organı anlamında maddi ve gönül anlamında manevi/ruhi olarak farklı anlamları da bulunuyor.
Bu konuyu manevi bağlamda ele alacağımız için kalp deyince; insanda kan dolaşımını sağlayan, göğüs kafesinin sol tarafında bulunan ve insan için hayati öneme haiz anatomik bir organ ve onun fiziksel işlevlerinden ziyade temel İslami kaynaklarda; insanın canı, ruhu, ruhunun özü, aslı, merkezi, rabbani ve ruhani/fizikötesi bir varlık olarak tanımlanan kalp/gönülden bahsetmek istiyoruz. Aslında her iki anlamı ile de hayati önem atfedilen bir cüz’ümüzden bahsediyoruz.
Bedensel bir organ olarak, kalbin biyolojik hayattaki rolü ne derece hayati ve önemli ise manevi anlamda kalp/gönlün de manevi yaşamımızdaki, ruh dünyamızdaki yeri o derece hayati ve önemli görülmüş.
Büyük İslam düşünürü Gazâlî (rha) kalp kavramının ruhani ve cismani olarak iki anlamı bulunduğunu belirtmiş ve ruhani varlık anlamında kalp/gönül kavramının iyi anlaşılması için kalbin ruh, nefs ve akıl kavramları ile ilişkisine değinmiş ve kalbin insanoğlunun özü, hakikati olduğunu ifade etmiştir. ( İhya III, shf 9)
Yine batı eğitim ve kültürüne göre teorik ve pratik anlamda psikoloji üzerine çalışmaları olan, hem de geleneksel anlamda tasavvuf ve tarikat tecrübesi edinmiş bir uzman olarak Robert Frager, manevi anlamda kalbin, insanın derin zekâ ve irfanını içerdiğini, marifetin mekânı ve insan içindeki ilahi kıvılcımın barınağı olduğunu ifade etmiştir. ( Kalp Nefs Ruh shf. 28 -Prof. Dr. Robert Frager)
Esasen kavram, manevi anlamdaki bu karşılığını temel olarak Kuran’ı Kerim ve Allah Resulü (sas)’nün mübarek hadisi şeriflerinde bulmaktadır. Bu meyanda konu ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de onlarca ayet olmakla birlikte bunlardan birkaç tanesine bakacak olur isek;
“De ki: Cebrail’e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah’ın izniyle Kur’an’ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak o indirmiştir.” (Bakara; 97 )
“Onlar Kur’an (ın söyledikleri) üzerinde düşünmezler mi? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitler mi var?” (Nisa; 82)
“Ey Rabbimiz! Bize ihsan ettiğin hidayetten sonra kalblerimizi haktan saptırma, bize kendi katından rahmet ihsan eyle! Şüphesiz ki, Sen bol ihsan sahibisin.” (Ali İmran; 8)
Bu ayeti kerimelerin ilkinden; Kur’an’ın kalbe indirildiğini, yani; sınırlarını keşfetmede aciz kaldığımız şu kâinatın yaratıcısı olan Allah(cc)’ın, yarattığı biz kullarına gönderdiği mesajında kalbimizi muhatap aldığını, ikincisinden; Kur’an’ın tam ve doğru olarak kalben anlaşılabileceğini, sonuncusundan ise hidayet (ki onu; hayatın gerçek anlamının doğru okunması/anlaşılması olarak tarif edebiliriz.) ve imanın melce’ ve makarrının kalbimiz olduğu düşüncesine ulaşabiliriz.
Yine bu ve benzer ayeti kerimelerde bahsedilen hususlar incelendiğinde insanın en temel karakteristik duygu ve yönelimlerinin kalp ile ilişkili olduğu, özellikle Sahih-i Buhari den aktarılan “…Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki o salih olursa bütün vücut salih, o bozulursa bütün vücut fasit olur. Dikkat edin! O, kalptir.” (Buhari, İman 39 ) şeklindeki hadisi şerif anlatımlarına göre de kalbin insanın merkezi mesabesinde değerlendirildiğini söyleyebiliriz.
Bu çerçevede; güven-güvensizlik/şüphe, cesaret-korku, sevgi/nefret, isar-hased, kabullenme/iman-inkâr, gibi duygu ve yönelimlerin tümü ile “kalp/gönül” ün fiil ve eylemleri olduğu düşünülebilir.
Kalbimiz, algılarımızın merkezi olmakla her bilgiye, her olaya kalben muhatap olduğumuz ifade edilmiştir. Kalp; insanın duyu organları ile ulaştığı, hafızasında biriktirdiği, aklen elde ettiği bilgileri kullanmakta olup bu anlamda yönlendirmeye açıktır. İradi-gayrı iradi edindiğimiz bu bilgiler (gördüklerimiz ve işittiklerimiz ) ya da içimizde gelişen rahmani, nefsani veya şeytani arzu, istek, düşünce, fikir, vesvese ve benzeri hep kalbimize ulaşmakta ve bir etki potansiyeli taşımaktadır.
Kalp maruz kaldığı bu bilgilerin kiminden hoşlanıp bağlanmakta, kiminden şüphe duyup uzaklaşmakta, kimine duyarsız kalmakta vs bu süreç biteviye devam etmektedir. Bu anlamda kalbi kontrol önemlidir. Nitekim namaz, zikir, tefekkür benzer ibadetler aslında kalbin kontrol altında tutulmasını sağlar. Bu çerçevede tasavvufi anlamda rabıta için de bir kalp kontrolü egzersizidir denilebilir.
Kalbin halleri ve kontrol edilmesinin önemi konusunda Allah Resûlü (sas) en çok yaptığı dualardan olan; “Ey kalpleri bir halden bir hale çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzere sabit eyle!’ (Tirmizi Deavat -89 ) duası da konunun ehemmiyetini yeteri açıklıkta ortaya koymaktadır.
Peki ya kalp temizliği…
Temizlik, temiz olma ifadesi karşıt anlamlısı ile tanımlanmaktadır; kirli olmamak.
Hz. Peygamber (sas) bu konuda şöyle buyurmuştur: “Mümin kul günah işlediğinde kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer pişman olarak bağışlanmasını dilerse nokta silinip kalbi cilâlanır. Günah işlemeye devam ederse siyahlık kalbini sarar. (Müsned, II, 297; Tirmizî, “Tefsîr”, 83/1). Yani her günah ve kötülüğün, bir kalp kiri niteliği taşıdığı ifade edilmektedir. Bu yön üzerinde düşündüğümüzde aslında işlenen her günahın, özünde yüce yaratıcımız Allah(cc)’a verilen söze sadakatsizlik anlamı taşıdığı söylenebilir. Bu anlamda günahtan tevbe ve istiğfar da, kişinin bezm-i elestte Allah’a(cc) verilen sözü hatırlaması ve bu sözle çelişen durumunu düzelterek yeniden Allah’a(cc) yönelmesi, duruşunu düzeltmesi ve ahdini tazelemesidir.
Kalbin insanın merkezi olduğu yönündeki değerlendirme çerçevesinde insan tüm sevgilerini, aidiyetlerini, bağlılıklarını kalben yaşamaktadır. Sevgi bağlılık anlamındaki tüm davranışlarımız tercih ve kararlarımız esasen kalbimizdeki durumun bir yansımasından ibarettir. Onun için kalp/gönül bir aynaya benzetilmiştir.
Elest bezminde verdiğimiz söz, kalbimizin odağına/zirvesine sadece Allah(cc)’ı koymamızı gerektirmektedir. Allah(cc) Kuran’ı Kerim’de “…Hâlbuki imana ermiş olanlar, Allah’ı başka her şeyden daha çok severler…” (Bakara 165) diyerek kendisine duymamız gereken aidiyetin önemine dikkat çekmekte, yine “Allah bir adamın içinde iki kalp yaratmadı. …” (Ahzab 4) ayeti kerimesi ile de bu aidiyetin biricik olması gerektiğine işaret etmektedir.
Unutmayalım ki her ilişkinin temeli güvendir. İman aslında bir anlamı ile güven anlamına gelmektedir. İşte hasta ve kirli kalp, Allah(cc) ile olan ilişkisi ve bağlantısı ve O’na olan güveni güçlü olmayan, şüpheler içindeki bir kalptir. Temiz kalp ise tümüyle Allah’ a (cc) yönelmiş ve bağlanmış ve bu bağ ile aidiyetini hep diri ve canlı tutan, buna sadakat gösteren selim bir kalptir.
Sözü bir gönül üstadı olan Şemsi Tebrizi’ye atfedilen muhteşem bir dörtlük ile noktalayalım;
Gönül ayinesin sofi
Eğer kılur isen safi
Açılır sana bir kapı
Ayan olur cemalullah…
Mevlayı zülcelal bize cemalini seyredebileceğimiz gönül safiyeti ihsan eylesin.