Nefis terbiyesinin sistematik hali olan tasavvufta yalnızlık bir terbiye metodudur. Nefsi terbiye etmek için yalnızlığı tercih eden insan, gayesi itibari ile ulvi bir yalnızlığa sahiptir. Peygamber Efendimiz’in(sav) Hira mağarasında yalnız geçirdiği zamanlar ve itikaf uygulaması zaman zaman yalnız kalmanın insanın tekamülü için uygun fıtri bir yöntem olduğunun delilidir.
Diğer peygamberler de hayatlarında yalnızlık halini çeşitli vesilelerle tecrübe etmişlerdir. Mesela Musa aleyhisselamın Tur dağındaki inzivası, Yusuf aleyhisselamın kuyuda geçirdiği zaman, Yunus aleyhisselamın balığın karnında ki günleri… İnsanlardan uzak olarak geçirdikleri dönemler onları hem tefekküre yöneltmiş hem de daha sonraki tebliğ faaliyetlerinde yaşayacakları zorluklara hazırlamıştır. Bu yalnızlıklar, kemâle giden yolda peygamberlerin ortak sünneti olmuştur.
Tasavvuf ıstılahında kişinin yalnız kalma hali uzlet, halvet, çile ve erbain gibi çeşitli şekillerde isimlendirilmiştir. Sözlük anlamıyla uzlet; “kişinin önceden içinde bulunduğu bir durumdan kendisini soyutlaması, ayrılması, bağını kesmesi, uzaklaşması”nı, halvet; “kişinin kendisi veya bir başkası ile yalnız kalması”nı ifade eder. Erbain ve çile ise sufîlerin, Hz. Musa’nın Tur-i Sinâ’daki otuz güne on gün” daha ilave edilerek toplamda “kırk günlük” halvet tecrübesini kendilerine delil kabul ederek gerçekleştirdikleri 40 günlük yalnızlık halidir.( A’raf Sûresi, 7/142, Bakara Sûresi, 2/51.)
Yalnız kalma peygamberi bir nasihattir. Hz. Peygambere, insanların en faziletlisi sorulduğunda, “malı ve canı ile Allah yolunda cihat eden kişidir” karşılığını vermişlerdir. Hemen akabinde, “sonra kimdir” denilince de efendimiz: “Bir vadide yalnız kalıp rabbine kulluk eden ve insanları, kendi şerrinden koruyan kişidir.” buyurmuşlardır. İslam büyüklerinin tercihleri ve tavsiyeleri de zaman zaman hep bu yönde olmuştur. Zünnûn Mısrî yalnızlığın kulu, Rabb’ine karşı daha içten daha ihlaslı kıldığına vurgu yaparak şunları söylemiştir: “İnsanı, yalnızlıktan daha fazla ihlasa sevk eden bir şey görmedim. Kişi yalnız kalınca kimseyi görmez, etrafında kimse olmadığı için riyadan uzak, ihlasla kulluk eder.” “Dinini muhafaza etmek, kalbini ve cismini sükûnete kavuşturup, kederini azaltmak isteyen kişi, insanlardan uzak dursun! Cuma ve cemaat olmasaydı kapıyı üzerime kilitlerdim.” diyen Serî es-Sakatî’nin sözleri de dikkate şayandır. Tabakatı Sufiye’ de Yahya İbn Muâz yalnızlığa sabrı ihlasın alametlerinden kabul etmektedir. (“es-Sabru ale’l-halveti min alâmâti’l-ihlâs”)
Kimi zamanlarda yalnızlığı tercih bir kurtuluş yoludur. Toplumsal huzurun ve barışın bozulduğu dönemlerde Peygamberimiz yalnızlığı tercih etmemizi özellikle tavsiye eder. Efendimizin “Önünüzde karanlık geceler gibi fitneler vardır. Kişi, mü’min olarak uyandığı halde kâfir olarak akşamı karşılar. Ya da akşama mü’min olarak girer de sabaha kâfir olarak varır. O devirde, oturan ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen de koşandan daha hayırlıdır.” demesi üzerine Ashâb’ın Allah Rasûlüne bu durumda ne yapmaları gerektiğini sormalarına cevaben: “Evinizin hasırı gibi olun, dışarı çıkmayın” buyurmaları bunun örneğidir. İhya-u Ulûmid-Dîn’de Gazalî, “İyi arkadaş yalnızlıktan, yalnızlık ise kötü arkadaştan daha değerlidir” der.
Yalnızlık hali olan uzlet ve halvet bir nefis terbiye yolu olarak tavsiye edilmekle beraber asıl gaye bu zamanlarda kazanılan güzel hallerin halk içinde de devamını sağlayacak olgunluğa erişilmesidir. Halvet, tasavvufî eğitimin amacı değil, yalnızca kemâle kavuşturma yöntemlerinden birisidir. İnsan Allah’ın halifesi olarak yeryüzündedir. Toplum olarak yaşamak üzere var edilmiştir. Tasavvufta asıl olan topluma iştirak etmek ve faydalı olmaktır. Nakşibendi tarikatinde olduğu gibi “Toplumdan ve toplumsal olandan ayrılmadan, yaşamının her anında Allah’la beraber olduğu şuurunu zinde tutmak gayreti” ile yalnızlık anında elde edilen Allah ile birliktelik duygusunu tüm zamanlara ve mekânlara yaymak mümkündür. Nakşibendilerin “halvet der encümen” şeklinde prensip haline getirdikleri bu hal ile “eli kârda gönlü Yar’da(cc)” olan güzel insanlar her daim halkın hizmetinde olmuştur.
Ebû Ali Dekkâk’ın: “İnsanların giydiklerini giy, yediklerini ye fakat kalbin ve bâtının ile onlardan ayrıl.” tavsiyesini tatbik etme olgunluğuna erişmiş bir insan olabilmek asıl hedeftir. İbrahim Hakkî-i Erzurûmî hazretleri “Onlar (yani halvet der encümen yolunu esas alanlar), zahirde, halk ile ihtilat edip, hizmette olurlar ve ‘bâtın’da ancak hazret-i Hakk’ı bilirler ve bulurlar. Kendilerini ‘kesret’ içinde gizlerler, gönüllerinden ‘vahdet’ yolunu izlerler; bedenlerini halka, gönüllerini Hakk’a teslim ederler.” sözüyle meselenin özünü ortaya koymuştur. Modern insanın, Peygamberi yol olan yalnızlık halini tecrübe edip (en azından yılda bir defa itikaf sünnetini yerine getirerek), yine onlar gibi bu halde elde edilen güzellikleri tüm insanlığın faydasına sunabilen; günümüz Ahmed Yesevisi, Hacı Bayram Velisi, Mevlanası, Yunusu ( rahmetullahı aleyhim ecmain) olabilmesi kalabalıklar içindeki yalnızlığına çare olacaktır.
Hayrunnisa Suna Acar
Kaynakça
H. Tahsin Feyizli, Feyzül Furkan Tefsirli Kuranı Kerim Meali
Gazâlî, İhyâu Ulûmid-din,
İbn Manzûr, (Lisânü’l Arab)
Sühreverdî, Avârifu’l-maârif,
Attâr, Tezkiretü’l Evliyâ
Ebu Abdurrahman Es-Sülemi Tabakatı Suffiyye
Kur’an-ı Kerîm’de Anılan Bazı Peygamberlerin Yalnızlık Deneyimleri Yüksek Lisans Tezi (Selahattin Gölbaşı)