Temel bilimlerde sebep-sonuç ilişkilerini ortaya koymak kontrollü laboratuvar ortamlarında kolaydır. Olaylar fiziksel kanunlar çerçevesinde net bir şekilde açıklanabilir. Sosyal bilimlerde ise süreçler daha karmaşık ve kontrol dışıdır. Çünkü temel bilimlerdeki gibi sınırları net belirlenmiş kanunları yoktur.
Sosyal bilimlerde kişilerin bakış açılarına göre değişen sonuçlar elde edilir. Bu bakımdan bilimsel objektifliği sağlamak çok zor olup sonuçlar genelde sübjektiftir. Olayların teleolojik akıl yürütmelerle açıklanması yanılgılara yol açabilir. Sosyal olaylarla ilgili elde edilen sonuçlar çoğunlukla mutlak gerçeklik değil, algılanmış gerçekliklerdir (perceived reality) Algılanmış gerçekler: Duyularımızla algıladığımız ve aklımızla yorumladığımız olgular bütünüdür. Hangi algılanan gerçeğin, mutlak gerçeklikle örtüştüğünü tespit etmek zordur. (Bu ancak ciddi bir analiz ve kritik süreçlerle tespit edilebilir) Dolayısıyla sosyal bilimlerde karşımıza çıkan olgular aslında gerçeğin kendisi değil, olguları bize ulaştıran muhtelif kanalların filtreleri ve kendi akıl filtremizin süzdüğü bir tercihli algılar bütünüdür.
Tercihlidir, çünkü o şekilde algılamayı, o şekilde görmeyi biz seçmişizdir. Bir başka kişi kendi şartlarının etkisiyle farklı bir tercih yapacaktır. Yakın zamanımızdan örnek verirsek bir ülkede isyan çıkartanlar için o ülkenin yöneticileri terörist isimlendirmesini tercih ederken, isyan çıkartanları destekleyen başka ülkelerin yöneticileri ise aynı kişileri “özgürlük savaşçıları” diye adlandırabilmektedir. Burada özellikle farklı grupların menfaatlerinin-çıkarlarının farklı olması algılamalardaki farklılığı belirlemektedir.
Çünkü içinde bulunduğumuz çağda, kendi algısını herkesin algısı haline getirebilenler genelde başarılı olmaktadır. Eğer bir taraf için terörist olan kişiler herkes tarafından terörist olarak kabul edilebilirse, yapacaklarını daha rahat yapabilmekte, arkasında maddi ve manevi destekçileri daha rahat bulabilmektedirler. Aynı durum “özgürlük savaşçıları” algısını topluma yaymaya çalışanlar için de geçerlidir.
Peki, mutlak gerçek nedir. Mutlak gerçek olayların tüm taraflar açısından ele alınmasıyla, ciddi analizler ve kritikler yapılarak ortaya çıkartılır. Bir görüşü savunanlar kimlerdir, o savunanlara destek olanlar kimlerdir. Destekçiler gerçekten haklı olanın kazanmasını mı istemektedir, yoksa çıkarları için mi destek olmaktadır. Olayları başlatanlar kimlerdir. Gerçekten kendileri mi başlatmış yoksa başkalarının planları doğrultusunda kullanılmışlar mıdır? Bu ve benzeri soruları artırarak doğru soruları ve doğru cevapları bulmak gerekir. Bu soruları her iki taraf açısından da ele alarak, tek yere odaklanmadan büyük resmi görmeye çalışmak gerekir. Çünkü mutlak gerçek büyük resme daha yakındır.
Bunu bazı medya kuruluşları çok iyi kullanırlar. Kendi ideolojisine ve/veya çıkarlarına uygun olan algıyı sunarlar. Bu algıyı farklı farklı şekilde paketleyerek tekrar tekrar sunarlar. Böylece kendi algısını tüm toplumun algısına dönüştürme gayreti içine girerler. Bu durum farklı ideolojideki her bir medya kuruluşu için ayrı ayrı incelenebilir.
Bazen de çıkarlar o kadar büyür ki artık bahsedilen şey “algılanan” değil, “algılanılması istenilen” şey haline gelir. Yani artık kendisi de öyle algılamadığı ve öyle olmadığını bildiği halde öyle algılıyor gibi görünür. (Bu durumu daha iyi açıklayan “kasıtlı bilgi çarpıtma – dezenformasyon” dosyasını inceleyebilirsiniz) Çünkü kendi çıkarlarını ve amaçlarını gerçekleştirebilmesi için toplumun o şekilde algılamasını sağlaması gerekmektedir. Yakın tarihimizde Amerika Irak savaşı öncesinde “Irak’a özgürlük götürme” yönünde toplumda algı oluşturmak için medya kuruluşları aracılığıyla diğer toplumlara çeşitli iletiler göndermişti. Amerika gerçekten öyle mi algılamaktaydı. Yoksa öyle algılamadığı, öyle olmadığını bildiği halde toplumda o yönde bir algı oluşturmayı mı denemişti?
Algılanan gerçekten, mutlak gerçeğe aklı en iyi şekilde kullanarak ulaşmak mümkündür. Burada sadece akıl ile ulaşılamayan aklın soyut zekâsından daha derin ve daha sağlam temele dayalı bir kavrayıştan yani hakikat ve hikmet’ten de bahsetmek gerekir.
“O, (Allah) hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet nasip etmişse, muhakkak ona çok hayır verilmiştir. (Bu âyet ve öğütleri) olgun akıl sahiplerinden başkası düşünemez.” (Bakara – 269)
Algılanan gerçek; bir tarafın kendi filtresiyle gördükleri iken,
Mutlak gerçek; olayı, tüm taraflar açısından ele alıp, aklı kullanarak en doğruya ulaşmak.
Hakikat ise; olayın, yaratıcı/yaratılış açısından da görülmeye başlanması; böylece hem en doğru şekilde hem de sırlarıyla, hikmetiyle birlikte olaylara/eşyaya vakıf olunması denilebilir. Hakikat mutlak gerçekten farklıdır ve ondan da sonraki bir basamaktır.
Algılanan gerçekte bir yerler karanlıkta bırakılmıştır, mutlak gerçekte her yer aydınlatılmıştır. Hakikatte ise dışarıdan gelen ışığa ilaveten bir de kişinin içerden aldığı ışık vardır.
Medyayı KAD ile takip ettiğimizde algılanan gerçeklerden çıkabilir ve mutlak gerçeklere ulaşabiliriz. Eğer KAD bizi tefekküre, feraset, basiret ve hikmete taşıyabilirse o zaman hakikate de ulaşabiliriz. Doğru ile yanlışı en iyi şekilde ayırabilmek için hedeflenilmesi gereken şey de bu olsa gerektir…
…
*Kritik Analitik Düşünme Platformu web sitesinden alınmıştır.
http://www.kritikanalitik.global/kendi-algisini-toplumun-algisi-yapmak/