Hayat olumlu ve olumsuz yanlarıyla, varlık ve yoklukla, başarı ve başarısızlığıyla, gözyaşı ve tebessümle, sağlık ve hastalıkla bize kendimizi tanıma, anlama ve bilme imkanı sunar. Olumsuzluklardan kaçınarak ve sakınarak yaşamak realist olmadığı gibi insanî de değildir.
Ruhsal, bedensel, manevi, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarımızı sağlıklı bir şekilde ayrıştırmazsak bize kimin yardım edebileceğini veya neyin fayda edeceğini bilemeyiz. İnsan, sorunlarına çözüm ararken öncelikle neye ihtiyacı olduğunu iyi analiz etmelidir. Aksi takdirde profesyonel yardım gerektiren bir durumda yanlış kapılarda oyalanır dururuz. Madden ve manen suistimal edilebiliriz.
Doğu geleneğinde insan; ruh, beden, zihin, nefs, gönül, kalp gibi kavramlarla izah edilmeye çalışılan kompleks bir yapıya sahiptir. Kendini, yaratılışını, nerden geldiğini ve nereye gideceğini düşünmeyen insan, herşeyi bu dünya hayatına sığdırmaya çalışmanın acizliğini yaşar. Cenneti sadece burada arar. Ölümlüyüz ve hata yapmaya meyilliyiz. Hatalarımızla insanız. Asıl değişimin, gelişimin ve dönüşümün başladığı yer de burasıdır; hata yapabilen bir varlık olduğunu görebilmek ve kabullenmek. Devamında; acziyetini kavramak, varoluşunun gayesini idrak etmek, bize hediye olarak verilen özelliklerimizin farkına varmak, dünya ve varlıkla olan özel/kişisel bağımızı keşfetmek adımları gelir. Bize ne verilmişse kaynağına/yaradana rücû ederek talep etmek, gelen başarı ve ilerlemelerde şımarmamak, ego şişmesi yaşamadan ihsana teşekkürü hakiki mercine teslim etmek gerekir. Bize özel, biricik kişisel gelişim/insanî tekâmül yolumuz ancak bu şekilde selâmetle yürünebilir ve umulur ki kemâle doğru evrilir. İnsan tüm hatalarına rağmen kemâl yolculuğuna layık görülmüş ahsen-i takvîm üzere yaratılmıştır bir varlıktır.
İslam kültür ve medeniyet coğrafyasında insanî gelişim/tekâmül modeli ahlâkî gelişim yöntemleriyle birlikte verilmektedir. Bu yaklaşımın en dikkat çekici örneklerini tasavvuf geleneğimizde görmekteyiz. Tasavvuf geleneğinin güzel örneklerinin unutturulması ve bazı çevrelerce olumsuz gösterilmesi neticesinde oluşan boşluk fırsatçı modern zaman gruları, ruhanî rehberleri tarafından dolduruldu.
Tasavvuf insanın kendi hakikatine yolculuğunda uzun ve çetin bir süreç öngörür. Maddi/bedenî ve manevi fedakârlıklar insanî gelişim sürecinin bir parçasıdır. Tasavvufî tecrübe nesilden nesile yaşam pratikleriyle hiçbir karşılık beklemeksizin aktarılır. İnsan dünya hayatına yönelik farkındalıklarını adım adım, aşama aşama, sindire sindire oluşturur.
Kişisel gelişim akımının çalışmalarına katılan kişilerde bazı yüzeysel farkındalıklar oluşsa bile tasavvufî gelenekte olduğu gibi hayatın tümüne yayılan bir mütekâmiliyete ulaşılamadığı görülmektedir. Beden-ruh-zihin bütünlüğünde olgunlaşmaya vesile olacak yol yürünmedikçe, bir ayna bulup kendimize bakmadıkça, mizacımızı, karakterimizi, kişiliğimizi oluşturan her bir parçayı hakkıyla tanımadıkça dengeye ulaşmak zor.
Bize denge vaadeden kişisel gelişim uygulamalarından nefsin bataklık tarafına düşmeden istifade etmek için dikkatli olmak gerekli. Kişisel gelişim sözlüğünden egonun şişirildiği replikler; kendini sev, kendini kabul et, kendini şımart, kendine iyi bak, içindeki sesi dinle (içimizden iyi kötü bir çok ses dolanır, hangi ses diyen yok!?)
Bu tarz söylemlere bir şerh düşülür, güya bunun narsizimle ilgisi yoktur, derindeki ruhsal varlığımızdır “kendiyle” kastedilen! Sıkıntılarla boğuşan beden-ruh-zihin dengesi bozulmuş kişi derindeki ruhsal varlığıyla irtibat kurduğunu nereden bilecektir!
Kim bu kendim dediğim, nerden geliyorum nereye gidiyorum diye sormadan varlığınızı anlamlı bir amaç ve temele oturtmadan “kendi” diyerek egoya, nefse tabiri caizse gaz vermek kalbi hasta eder. Hasta bir kalbin sesi dinlendiğinde netice hayrımıza olur mu!? Selîm bir kalbin mihmandarlık yapmadığı, nefsin arzularının egemen olduğu her gayret dengemizi bozacaktır.
Doğunun kadim geleneğinde insanın dünya yolculuğunu kolaylaştırsın, karanlıkta ışık, zorluklar karşısında rehber olsun diye çok kıymetli eserler yazılmıştır. Bazen bir hükümdara bazen bilgiye tâlip olan bir topluluğa bazen de kendi nefsine ihtâr olsun diye yazılmış bu eserler. Her dönemde bu kıymetli eserlerin okunduğu, şerh edildiği alıcısının kabına göre ikramlar sunulan, sohbet ve ilim meclisleri kurulmuş. Sıkıntılar, problemler ve arayışlar karşısında toplumun kendi dinginliği ve bilgeliğinden şifa kaynakları fışkırmış adeta. Tâlip olan, tâliplilerden de nasibi olan istifade etmiş. Günümüzde ise toplumun bu dönüştürücü, şifalandırıcı yapılarını yeniden canlandırmanın ve yaymanın yollarını aramak gerekliliğini görüyoruz.
Her ne kadar kişisel gelişim çalışmaları istifade edilebilecek konu ve alanları barındırıyor olsa da konuları ele alış, uygulayış biçimi açısından sakıncalar içerebilmektedir. Batı kaynaklarından birebir nakil yerine kültür ve medeniyetimizden beslenerek kendi dilimizi ve usulümüzü oluşturmalıyız.
Elif İlay Hüsmen