İnsan, doğum ile ölüm arasındaki ömür yolculuğunda her an gelişmeye programlanmış bir varlıktır. Doğumdan itibaren çocukluk döneminde gözlemlediğimiz değişimler/gelişimler, biçim değiştirerek bir ömür boyu devam eder.
İnsanın fiziki gelişimi vücudun ihtiyaç duyduğu besinleri almasına bağlıdır. Doğru zamanda, yeterli miktarda, gerekli besinlerin vücuda alınması sayesinde sağlıklı büyüme ve yaşama imkânı oluşur. Yanlış zamanlama, az ya da fazla dozlar, zararlı maddeler ise vücudun sağlıklı gelişimine engel olacağı gibi bazı fonksiyonlarını yitirmesine de sebep olur.
İnsan, somut verilerle izah edebildiğimiz beden gelişimi yanında, kalben, zihnen, ruhen de gelişmeye/ inkişâf etmeye müsaittir ki insanı, insan-ı kâmil olma sürecinde muhafaza eden de bu gelişimlerdir. Aksi durumda yani kalben, zihnen ve ruhen gelişim gösteremeyen kimseler, sadece form olarak insana benzeyecek; ancak yaratıcısı tarafından, kendilerini donattığı meziyetleri hakkıyla kullanamadıkları için hayvandan bile aşağı mertebede olmakla zemmedilecektir.[1]
İnsan-ı kâmil, kendisinde bi’l-kuvve/potansiyel olarak bulunan özellikleri bi’l-fiil yaşayan/ açığa çıkartan insandır. Genelde semâvî dinlerin, özelde İslam dininin gayesi de insana, kendinde bulunan fıtrî kabiliyetlerini ortaya çıkaracağı imkânı göstermek ve insanı o doğrultuda yönlendirmektir.
Kur’an-ı Kerim, insana neden var olduğunu anlatan, varoluşa uygun davranış kodlarını veren bir kullanım kılavuzudur. Kılavuzumuz, insanın kişisel gelişim sürecini şöyle ifade eder: “O, ölümü ve hayatı, amel/davranış bakımından hanginizin daha güzel olacağını imtihan etmek için yarattı.”[2]
Ayet-i kerimede geçen daha güzel olma ifadesini şöyle anlamak mümkündür: Kim kendisini daha iyi tanıyacak? Kim, kendisine en uygun olanı bulacak? Kim özündeki güzelliği daha çok keşfedecek? Kim daha çok gelişecek? Kim daha insanî/insanca davranacak?
Kendini keşfetmek, varlık sebebini idrak ederek ona uygun davranışlar geliştirmek için insana verilen müddetin adına ömür deniliyor. İnsanın bu süreci sağlıklı bir biçimde devam ettirebilmesi için doğru rehber ve sahih bilgiye ihtiyacı vardır. Yanlış seçilen rehberler ve gerçek dışı/sağlıksız bilgiler, kişisel gelişimi sekteye uğratacak ve hatta kişinin gerilemesine, sahip olduğu birtakım güzellikleri kaybetmesine sebep olacaktır. İnsanın kendisini tanımasının ve varlık sebebini idrak etmesinin önünde bazı engeller vardır.
Kur’an-ı Kerim’de “Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın! Kim şeytanın adımları ardınca giderse, şüphesiz ki o hayasızlığı ve kötülüğü emreder.”[3] buyurulmaktadır.
Bir başka ayet-i kerimede “(Allah’ı ve hükümlerini unutup) hevâlarını/arzu ve heveslerini kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü?…” [4] diye sorulur. Devamında da “…Yoksa sen, hakikaten onların çoğunun, (hakkı) dinlediklerini veya düşünüp anladıklarını mı zannediyorsun? Hayır! Öyle değil. Onlar hayvanlar gibidir, hatta yolca daha şaşkındırlar.” diyerek kendi arzu ve ihtiraslarını rehber kabul edenlerin hazin durumu ilan edilir.
Bu ve benzeri ayet-i kerimelerden, şeytanın, insana rehberlik yapmak için çaba gösterdiğini öğreniyoruz. Oysa şeytan, kendi ihtirası sebebiyle gelişim sürecini bozguna uğratmış, lanetli bir varlıktır. Aynı zamanda insan kendi kendisini, yani arzuları, ihtirasları da rehberlik makamına oturtabiliyor. Kişisel gelişiminin önündeki bu engellere karşı durabilmek için insanın kendini korumaya alması gerekir. Peki, insanın kendisinden bile korunmasını gerektiren böyle bir süreç mümkün müdür?
Elbette mümkündür. Hz. Muhammed (sav) gerçek manada bir insan-ı kâmildir. Yaratıcının kullanım kılavuzunda murat ettiği insan tipi, onda tezahür etmiştir. Onun ahlakıyla bezenmeye, ahlak anlayışını idrak etmeye çalışmak, takipçilerine de bu imkânı sunacaktır.
Elbette mümkündür. İnsanın tasarımcısı/ yaratıcı, var ettiği insanın mükemmele giden yolculuğunda önüne çıkacak engellere takılmaması için de muhteşem bir sistem tayin etmiştir. İnsanın başucundaki kılavuzunda, Kur’an-ı Kerim’de bu sistem verilmiştir. Biz birkaç örnek vermekle yetineceğiz. Ancak konu ile ilişkilendirilecek çok sayıda ayet-i kerime vardır.
“Kitab’dan sana vahyedileni oku ve namazı da dosdoğru/gereğine uygun olarak kıl. Çünkü namaz hayasızlıktan/utanmazlıktan ve kötü sayılan şey(ler)den alıkoyar. Allah’ın zikri (namaz) elbette ibadetlerin en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.”[5]
“Ey iman edenler! Sizden önceki (ümmet)lere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç tutmak yazıldı (farz kılındı). Olur ki bu sayede takvâya erersiniz.”[6]
Namaz ve oruç gibi belli vakitlerde yapılması gereken ibadetler, kişinin iradesi üzerinde son derece olumlu rol oynar. Ancak iradesi sağlam olan kimseler, gelişimin önündeki engellere takılmaktan korunabilirler. Aynı zamanda bu ibadetler, kişiye kendini belli periyotlarla muhasebe etme fırsatı verir ki hayatın akışı içinde kaybolup gitmesin.
Bir başka ibadet olan zekât malî bir sorumluluktur. Mülk sahibi olmak, mülkün gerçek sahibini unutmaya giden yolu açabilir ve dolayısıyla insanın şımarmasına sebep olur. Şımaran insan, gelişim süreci yolunda, yukarıda bahsedilen arzu ve hırs engeline takılır. Zekât/sadaka ibadeti ile sevdiği varlığını infak etmek, bu engeli ortadan kaldırmanın en güzel/yegâne metodudur.
İbadetini, yaratıcısının emri üzere yerine getiren insan gözetim/denetim altında olduğu bilincini içselleştirir. Kişisel gelişimin en önemli şartı da kişinin iç denetim mekanizmasına sahip olmasıdır. Nitekim ibadetlerin canlı tuttuğu hesap günü anlayışı da bunu gerektirir.
Kur’an-ı Kerim, daha güzel davranmayı kendisine şiar edinen yani insan-ı kâmil olmayı arzu eden insanlar için rehber olarak gönderilmiştir. O rehbere uyan kimseler, içlerindeki mükemmelliğin tezahürlerini ortaya çıkarabilecek ve ömrünün sonuna kadar, yaratıcısının tasarladığı biçimde kişisel gelişim yolculuğunu sürdürecektir. Maksat hasıl olduğunda, gerçek mutluluk tadılacaktır.
“(Bu âyetler) güzel davrananlara doğru yol gösterici ve rahmet olarak (indirilmiştir). O (iyi davranışta buluna)nlar namazı dosdoğru/gereğine uygun kılarlar, zekâtı (tastamam) verirler ve onlar âhirete de kesin inanırlar. İşte onlar, Rablerinden (yana) bir doğru yol üzerindedirler. İşte onlar, kurtuluşa/maksûda erenlerin ta kendileridir.”[7]
Zeynep Yaren Çelikbilek
[1] “…onların kalpleri vardır, onlarla (ilâhî hakikatleri) anlamazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler, hatta daha aşağı/daha şaşkındırlar. İşte onlar, (düşünce, inanç ve yaratılış gayesinden ve Allah’a kulluktan) gafil olanların ta kendileridir.” A’râf Sûresi, 179. ayet-i kerime
[2] Kur’an-ı Kerim, Mülk Sûresi, 2. ayet-i kerime
[3] Kur’an-ı Kerim, Nur Sûresi, 21. ayet-i kerime
[4] Kur’an-ı Kerim, Furkan Sûresi, 43. ayet-i kerime
[5] Kur’an-ı Kerim, Ankebut Sûresi, 45. ayet-i kerime
[6] Kur’an-ı Kerim, Bakara Sûresi, 183. ayet-i kerime
[7] Kur’an-ı Kerim, Lokman Sûresi, 3-4-5. ayet-i kerimeler