14 Ekim 2024 / 10 Rebiül Ahir 1446

Kıymetinin Farkında Olmadığımız Nimetler

Elhamdülillah, İslâm bize Allah’ın en yüce lütfu, en büyük nimeti, en değerli ikramı! Yalnız, İslâm’ı iyi bilmek, tam anlamak ve doğru vurgulamak lazım.

Ortada herkes bir şeyler söylüyor ama İslâm’ı gerçek iç yapısı; muhteşem, manevi dokusu ve şahane, emsalsiz özü ile ancak, ihlaslı, muttaki âlimler; arif ve zarif mürşid-i kâmiller; samimi, şeriate bağlı mutasavvıflar tam anlamış ve iyi kavramışlar.

Tasavvuf terbiyesi kazanmamış Müslümanlar görüyoruz ki ham ve yavan kalıyor. İslâmî yaşantı ancak gerçek tasavvufla, yani güzel ahlâk, mârifetullah ve muhabbetullahla can buluyor; çok samimi, çok tatlı, çok renkli, çok hoş ve çok latif oluyor. Bunu, yurt içi ve yurt dışında, gittiğimiz her yerde çok net, ayan-beyan müşahede etmekteyiz.

Görülüyor ki ancak tasavvuf ehli ve erbabı olanlar gönül alıcı, gönle girici! Çünkü onlar, aldıkları terbiye icabı, diğer insanlara maddî çıkar ve menfaat için değil, Allah rızası için yaklaşıyor, hasbetenlillah, karşılık beklemeden, sevabını Allah’tan umarak hizmet veriyor; dövene elsiz, sövene dilsiz, boynu bükük, kalbi yanık, ele geçeni ikram ediyor; aklına geleni mertçe, kalbinden geçeni açıkça söylüyor, samimi konuşuyor, hakkı tutuyor, hayrı işliyor, yardıma koşuyor, vefakâr, cefakâr, çilekeş, has, halis, öz kardeş gibi davranıyor.

Ayrıca da bir araya gelip, organize bir cemaat teşkil ediyor; muhabbetli, samimi, tatlı ve güzel bir topluluk oluşturuyor, birbirini kuvvetle destekliyor, yardımlaşıyor, ortaklaşıyor, birleşiyor, güçleniyor, daha büyük teşebbüslere girişebiliyor, daha bereketli, kuvvetli, mutlu, rahat, huzurlu, tesirli, sevaplı, ecirli, başarılı ve muvaffakiyetli oluyor.

Avrupa’da, Müslüman olmuş bazı kişilerle hasbihal ederken onlara sormuştum:

“Nasılsınız, neler hissediyorsunuz, ne gibi dert ve problemleriniz var, sizlere nasıl yardımcı olabiliriz?” diye. Cevaben dediler ki:

“Maddî problemimiz yok; en büyük sıkıntımız, sosyal ve psikolojik yönden. İslâm’ı inceledik, beğendik, Müslüman olduk, eski Hristiyan çevremizden koptuk, fakat özellikle dil farklılığı dolayısıyla, buradaki Müslümanlarla kaynaşamıyoruz; yeni, muhabbetli bir kucak ve canlı, sıcak bir ocak, aktif bir sosyal çevre bulamayınca ortada yapayalnız, kendi kendimize ve gariban kalıyoruz; sıkıntıya ve strese düşüyoruz. Bu düğüm ve durum iyi çözümlense İslâm Avrupa’da çok daha hızlı yayılabilir…

Evet, bu çok doğru! Yalnızlık hiç de kolay değil. Bir toplum içinde ömür boyu, dostsuz, yârsız, arkadaşsız, desteksiz, dışlanmış yaşamak çok zor! Ağacı ve çiçeği, kökü örten toprağın beslediği gibi, insanoğlunu da sosyal çevresi besleyip geliştiriyor.

Sosyal çevresi sağlıklı, sağlam, seçme ve yüksek olanlar, rahat, huzurlu, mutlu, başarılı ve faydalı oluyor, aksine, çevresi olmayan veyahut da çevresi bozuk ve zihniyetine ters olan insanlar ise huzursuz, problemli, endişeli, sinirli, mutsuz, başarısız, hatta zararlı ve tehlikeli olabiliyorlar.

İyice anlaşılıyor ki cemaatleşmenin; organize, muhabbetli bir toplum haline gelmenin çok büyük önemi ve sayısız faydaları vardır.

Bu sebeple,

  1. Eğer yaşadığınız yerde henüz kendiniz ve aileniz için uygun, İslâmî bir çevreniz yoksa her şeyden önce ve derhal, kafa dengi ve gönüldaş insanlardan müteşekkil bir çevre kurmaya başlayınız; dikkat, itina, ihtimam, sabır ve temenni ile âdeta ilmik ilmik örerek, iplik iplik dokuyarak, tuğla tuğla dizerek bunu kurmaya ve teşkil etmeye çalışınız.
  2. Böyle İslâmî, meşru ve mübarek bir çevre zaten mevcutsa, onun kıymetini çok iyi biliniz, onun için Allah’a şükür ediniz; ondan uzak kalmamaya ve kopmamaya çok gayret ediniz; onu geliştirmek ve daha verimli, daha faydalı, daha hoş ve renkli hâle getirmek için kendi adınıza üzerinize düşen görevleri, zevk ve şevkle yerine getirmeye çalışınız.
  3. Etrafınızdaki sosyal yönden yalnız ve arayış içindeki kimseleri kollayıp, onların da cemaate katılmasına yardımcı olunuz.

Ne mutlu bizlere ki şu ecdat yadigârı topraklarda elhamdülillah, camilerimiz, tekkelerimiz, vakıf şubelerimiz, derneklerimiz, sıcak toplantılarımız, samimi sohbet halkalarımız, kardeşçe ziyaretlerimiz, cömertçe ziyafetlerimiz, evliya büyüklerimiz, melek küçüklerimiz, fırtına gençlerimiz, mücahide kızlarımız, vefakâr kardeşlerimiz, fedakâr ihvanımız, candan yâranımız, hayırhah ahbabımız, muhlis duacı dostlarımız var; Allah’a sonsuz şükürler ederiz.

Rabbimiz bizi bu saydıklarımızdan koparmasın, sevdiklerimizden ayrı düşürmesin, ‘çevre’siz bırakmasın, kimsesizliğe itmesin, hicrana atmasın; cümle sevdiklerimizle ve saydıklarımızla beraber, iki cihanda aziz ve bahtiyar eylesin!

Âmîn bi-hürmeti seyyidinâ eşrefi’l-verâ Muhammedini’l-Mustafâ ve âlihî ve sâdâtinâ ve meşayihinâ ve hulefâ’ihim –kaddesallâhu ervâhahum– ecmaîn.

* Prof. Dr. M. Es’ad Coşan (Rha)’ın Şubat 1993 tarihli Kadın ve Aile Dergisi Başmakalelerinden alınmıştır.