4 Kasım 2024 / 2 Cemaziyel Evvel 1446

Kur’an’ı Anlayınca

O’nu anlayınca hayat güzelleşir.

“Hayır, öyle değil; kim muhsin olarak özünü Allah’a teslim edip (şirk karıştırmadan O’na iman ve itaat eder)se onun mükâfatı Rabbi katındadır, onlara korku yoktur, onlar üzülecek de değillerdir.” (Bakara Sûresi, 112)

Bu dünyaya geliş amacımız Allah’a kul olmaktır. Allah’a kul olmak, Allah’ın varlığına ve birliğine samimiyetle iman etmektir. Allah’a kul olmak, sadece O’nun emirlerini yerine getirmek, yasakladıklarından kaçınmaktır. Ayet-i kerimede kulluk için bir ön şart gösterilmiştir: “Muhsin olmak”

Muhsin olmak, kısaca işini güzel yapmaktır. Kur’an’ı anlama çabasındaki bir Müslüman bu şartı çok iyi belleyip, her işinde güzellik peşinde olmalıdır. İşin güzel sayılması için, öncelikle helal dairesi içinde kalmaya özen göstermek ve işin cinsi her ne olursa olsun, Allah’ın rızası gayesiyle işe koyulmak gerekir. O işi Allah’a takdim edeceğimiz bilinci ile hareket etmek gerekir. Böyle bir dünyada hayat ne kadar da güzelleşir.

O’nu anlayınca kıymet verilecek değerler değişir.

“Dünya hayatı, küfre sapanlara süslü gösterildi (dünyaperest/maddeperest oldular). Bu yüzden onlar(ın zenginleri, fakir) Mü’minlerle alay ederler. Halbuki takvâ sahipleri (Allah’ın emrine uygun yaşayan/aykırı davranmaktan sakınan o fakir Mü’minler), kıyamet gününde onlardan üstündürler. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.” (Bakara Sûresi, 212)

Yaşadığımız dünyada, insanoğlunun genel itibariyle önem verdiği değerler var. Ölçü, ilahi kaynaktan değil de insanın hevâ ve hevesinden belirlenince, elbette değerler de alt üst oluyor. Dünya hayatını gerçek hayat olarak gören insanlar için, en önemli değer de mal-mülk zenginliğidir. Mülkün sahibi ve rızkı taksim eden Allah Teâlâ olduğu halde, maddeci anlayışla zenginlik, bir övünç ve üstünlük sebebi kabul edilir; buna karşı fakirlerin hakir görüldüğü bir düzen gelişir.

Kur’an’a muhatap olduğumuzda ise kıymet verilecek tek değerin “takva” olduğu anlaşılır. İnsan bu geçici dünyanın diğer tüm değerlerini bir imtihan vesilesi ve oyalanma olarak idrak ettiğinde, ne kadar da yüce bir değer ölçüsü hayatımızı kuşatır.

O’nu anlayınca iyilik ve erdem şekilden öze doğru derinleşir. O’nu anlayınca takva anlaşılır.

“(Ey ibadet edenler!) İyi ve erdemli olmak (yalnızca) yüzlerinizi Doğu ve Batı tarafına çevirmeniz değildir. Fakat iyi ve erdemli (muttakî) kişi; Allah’a, âhiret gününe, meleklere, Kitab’a (Kur’an’a) ve peygamberlere inanıp malı(nı), sevgisine rağmen (Allah rızası için) akrabaya, yetimlere, yoksullara ve yolda/sokakta kalmışlara, dilenenlere ve boyunduruk altında bulunanlara (kurtulmaları için ihlasla) veren, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, ahitleştiği zaman sözlerini yerine getiren, sıkıntıda, hastalıkta ve savaşın şiddetlendiği anda sabredendir. İşte (imanlarında, yaptığı iyilik ve taatte) doğru olanlar onlardır. Ve takvâya erenler de onlardır.” (Bakara Sûresi, 177)

Müslümanlar, bir yerde namaz kılacakları zaman, kıblenin tayini konusunda çok hassas davranır. Hassas davranmak ve kıbleyi mümkün olduğunca doğru belirlemek zorundadır. Çünkü kıble namazın farzlarından biridir. Bu ayet bize namazın dışında da kul olduğumuzu hatırlatıyor. Zira namazını koruyan müminler, aynı zamanda itikadî değerlerini iyi bilmeli ve muhafaza etmelidir; ayette belirtilen davranışları aynı hassasiyetle uygulamalıdır ki Allah katında iyi ve erdemli kabul edilsin. İyilik ve erdemli davranışları namaz hassasiyeti ile uyguladığımız bir dünyada yaşamak ne kadar da huzur verir.

O’nu anlayınca sonu cennet olan tüm zorluklara dayanma iradesi kuvvetlenir.

“Yoksa Allah içinizden cihat edenleri ayırt edip ortaya koymadan, sabır (ve sebat) edenleri belirleyip meydana çıkarmadan (kolayca) cennete gireceğinizi mi sandınız? ” (Âl-i İmran Sûresi, 142)

Dünya bir imtihan yurdudur. Burada imtihanı başarılı olarak tamamlayanlar için ahirette Rabbimizin cennet vaadi bulunmaktadır. Ayet-i kerimeden Allah’ın insanları cihat eden ve etmeyen, cihat yolunda sabır gösteren ve göstermeyen olarak sınıflandırdığını anlıyoruz. Muvaffak olup cennete girmek, bu sınıflandırmada nerede bulunduğumuza bağlıdır. Öyleyse yolu ve yordamı ile yapılan cihat ne kadar kutlu bir yoldur.

O’nu anlayınca, ilişkiler değişir.

“(Ey iman edenler!) Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, yoksa korkaklaşırsınız da rüzgârınız (hızınız, cesaretiniz) kesilir (kuvvet ve devletiniz elden gider). Bunun için sabırlı (ve müsamahalı) olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal Sûresi, 46)

İnsanlar, birbiri ile niye anlaşamaz? Çoğu zaman nefsimizin yönlendirmesi ile karar veririz ilişkilerimize. O sebeple çekişmeler başlar ve sürer. Bu sebeple gücümüz, enerjimiz heba olup gider. Oysa O’nu anlasaydık… Birbirimize karşı sabır ve hoşgörülü olduğumuz bir dünya, imkânsız değil.

O’nu anlayınca, önder edindiklerimiz değişir.

“(Dünyada İslâm’a uymayan işlerde kendilerine uyan kimseler, o uydukları ve yolunu takip ettiklerine:) “Doğrusu siz, bize sağdan (güya doğru görünüşlü) gelir (bizi yanıltır)dınız.” derler.” (Saffat Sûresi, 17)

İnsan sosyal bir varlık olduğu için, herhangi bir konuda, o konuyu kendisinden daha iyi bildiğini düşündüğü kimseyi kendisine rehber seçer. Rehber seçtiğimiz kimseler, bizi hakikaten doğruya mı götürüyor, yoksa doğru elbisesi giydirilmiş yanlışa mı? Ölçmeli tartmalı, ona göre rehber seçmeliyiz. Yoksa yakınmak için çok geç kalmış olabiliriz.

O’nu anlayınca her şey değişir.

“Her canlı (nefis) ölümü tadacaktır. Ecirleriniz (yaptıklarınızın karşılıkları) ancak kıyamet günü tastamam verilecektir. (O gün) kim ateşten uzaklaştırılır da cennete konulursa artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı, ancak aldatıcı bir metâ (geçici zevk ve faydalanma)dan ibarettir.” (Âl-i İmran Sûresi, 185)

Bu ayet-i kerime, insanın hayatını düzenlemesinde çok önemli bir yol çiziyor. Sonu mutlaka ölüm olan bir yolda yürüyoruz. Yolun sonunda, yolda topladığımız şeylere göre belirlenecek ölüm ötesi hayat bizim kaçınılmaz gerçeğimiz iken, yolda yol ile oyalanmak niye! Bunu anlayınca yol uğruna, yolun sonunu feda edişimiz yaralar yüreğimizi. Yaralar da dünya ile aldanıp oyalanmaktan vazgeçeriz. İşte o zaman her şey değişir.

Zeynep Yaren Çelikbilek