18 Şubat 2025 / 19 Şaban 1446

Kur’an’ın Kendisi İle İlgili Ayetler – 4

“Sana Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren O’dur. Onun bir kısmı muhkem (açık ve kesin) ayetlerdir ki onlar Kitab’ın anası (temeli)dir, bir kısmı da müteşâbih ayetlerdir. İşte kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve (kendi arzularına göre) yorum yapmak isteyerek, onun müteşâbih olanlarına uyarlar. Hâlbuki onun yorumunu ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar da: “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır.” derler. (Bunu) akl-ı selim sahiplerinden başkası düşünemez.” Âl-i İmran Sûresi, 7

“Sana Kitab’ı indiren O’dur…” Kitap ile kastedilen Kur’an-ı Kerim’dir. Surenin ikinci ayetinde Allahu Teala, Kayyûm (yarattıklarını gözetip yöneten) olduğunu beyan eder. Yüce Rabbimiz bu ayette de, kitabı indirenin kendisi olduğunu ifade ederek, Kayyûm oluşunu delillendirmiştir. Zira yarattıklarının faydasına olacak her şeyi yerine getiren zât kendisidir. Allah, dünya ve ahiret saadetini kazanmanın metodunu ihtiva eden ve dolayısıyla insanoğlunun en çok ihtiyaç duyduğu ve fayda sağlayacağı kitap olan Kur’an-ı Kerim’i, yarattıklarının maslahatını gözeterek indirmiştir.

“..Onun bir kısmı muhkem ayetlerdir…” O kitabın ayetlerinin bir kısmı muhkemdir, delalet ettiği mana kesindir, kelime ve cümleleri başka anlamlara çekilemeyecek kadar sağlam ve açık ifadelidir.

“..onlar Kitab’ın anasıdır…” Onlar yani muhkem ayetler, Kur’an’ın temelini oluşturur. Arapçada ana (=ümm), bir şeyin kendisinden meydana geldiği asıl ve temel demektir. Muhkem ayetler, şüphe ve tereddüt esnasında dönülecek, müracaat edilecek asıllardır.

“..bir kısmı da müteşâbih ayetlerdir…” Ayetlerin diğer bir kısmı da müteşâbihdir. Yani çeşitli anlamlandırma ihtimali olan ayetlerdir ki her biri Yaratıcının muradı olabilecek gibi görünmekte birbirine benzerdir. Bu manalar içinden, şu kesindir diye seçim yapmak mümkün değildir. Aslında söyleyene (Allahu Teâlâ’ya) ve gerçeğe göre, hiçbir şüphe ve tereddüt yoktur. Ancak dinleyene göre bizzat anlaşılması hafi (gizli), müşkil (zor), mücmel (kapalı), mümteni’ (imkânsız) bulunur.[1]

Müteşâbih ayetlerin bu kapalılıkları veya birçok anlama gelme olasılıkları muhkem ayetler ile mukayeseleri sayesinde giderilebilir. Muhkem ayetler, açık, seçik ve net; müteşâbih ayetler de ancak muhkem yardımı ile anlaşılır olduğundan, muhkem, müteşâbihin annesi gibi olmuş olur.

“..İşte kalplerinde eğrilik olanlar fitne çıkarmak ve yorum yapmak isteyerek, onun müteşâbih olanlarına uyarlar…”  Eğrilik, doğru yoldan/haktan sapmak ve dönmek anlamına gelir. Kur’an’da asıl uyulacak olanlar, ümmü’l-kitap (=kitabın anası) olan muhkem ayetler olduğu halde, doğruluktan hoşlanmayıp eğrilikten, yamukluktan ve sapıklıktan zevk alanlar, muhkem olanı bırakırlar da kitabın müteşâbih olan ayetlerinin peşine düşerler, onları esas alırlar. Çünkü fitne çıkarmak isterler. Bu ifade batıla sarılan, kendi batıl düşünce ve inancını savunmak için müteşâbih ayetlerin teviline müracaat eden herkesi içine alır.

Ayet-i kerimede geçen “fitne” ile ilgili, tefsir kitaplarında şunlar yazılmıştır: İnsanlar böyle müteşâbih meseleleri kurcalayınca, dini meselelerde birbirine muhalif düşmüşlerdir. Bu da birbirleriyle savaşmalarına ve karışıklıkların çıkmasına sebebiyet vermiştir. İşte burada bahsedilen fitne budur. Yine bu müteşâbih ayetlere tutunmak, tutunanın kalbine bid’ati ve batıl düşünceyi yerleştirir. Böylece de o kişi, sürekli bu batıl ile ilgilenir ve hiçbir şekilde bundan geri duramaz da fitneye düşmüş olur. Genel bir bakış açısıyla da dinde fitne, dinden sapmaktır. Din konusundaki fitne ve fesattan daha büyük bir fitne ve fesat yoktur. Yani fitne çıkarmak demek, şüphe uyandırmak arzusu; müminlerin, işin içerisinden çıkamayarak aralarının bozulmasını istemek ve herkesin kendileri gibi sapık görüşlere dönmesini sağlamak demektir.

Kâdî, kalplerinde eğrilik bulunan insanların, müteşâbih ayetleri iki şekilde tefsir ettiğini belirtir. Müteşâbihi, gerçek manasının dışında bir manaya hamlederler ki bu sırf fitne çıkarmak için yapılır. Bir de müteşâbih ayetlerden, delili olmayan hükümler çıkarırlar. Bu da ayette geçen yorum yapmanın karşılığıdır.

“… Halbuki onun yorumunu ancak Allah bilir…” Hâlbuki onun tevilini, yani manasının ve sonunun nereye varacağını Allah’tan başka kimse bilmez. Genel anlamda müteşâbih içinde, özel anlamda (mutlak) müteşâbih olan bir kısım vardır ki, bunun mealini, gerçek maksadına uygun olarak ancak Allah bilir. İyi niyetle, Kur’an’ın bütününe uygun yorumlar yapılması uygun görülmüşse de bu yorumlara kesinlik kazandırılmamış, bunların ayetle murat edilen mana olabileceği şeklinde ifade edilmesi, uygun görülmüştür.[2]

“… İlimde derinleşmiş olanlar da “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır.” derler…” İlimde derinleşmiş olanlarla ilgili Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Yeminine bağlı kalan, diliyle doğru söz söyleyen, kalbi de dosdoğru olan kimsedir.”[3] İlimde derinleşen (=er-râsihûne fi’l-ılmi) kişi, Kur’ân’ın bir müteşâbih ayetini görüp, Allah’ın muradının o ayetin zahirî manası olmadığını anlayınca, ayetin başka bir manası olduğuna hükmeder; bu durumun da Kur’an’ın sıhhatine zarar vermeyeceğini bilir.

İbn Abbas (ra) tefsiri, kimsenin anlamakta zorluk çekmediği, Arapların lisanlarından dolayı bilebildikleri, ilimde derinleşenlerin bilebileceği ve Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği tefsir diye dört gruba ayırmıştır. İlimde derinleşenler, anlayabildiği kadarını anlar, anlamadığı kısımda imanını izhar eder. Zira Rasûlullah (sav) “Kur’an, bir kısmı diğer bir bölümünü yalanlamak için indirilmemiştir. Ondan anladığınızla amel edin, müteşâbih olanlarına da iman edin.” buyurmuştur.

“…(Bunu) akl-ı selim sahiplerinden başkası düşünemez.” Ayet-i kerimenin son cümlesi, bu şekilde iman edenler için bir övgüdür. Onların akl-ı selim sahibi olduğu beyan edilmiştir. Yani Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır diyen kişi bilgisinin ulaştığı noktada duran ve müteşâbihin arkasından gitmeyi terk eden, ancak akıl sahibi olan bir kimsedir. Bu ifade, onların, Kur’an’ı anlama hususunda akıllarını kullandıklarına ve zahirî manası aklî delillere uygun olan ayetlerin muhkem, uygun gelmeyenlerin de müteşâbih olduğunu anladıklarına; sonra, hepsinin, sözünde çelişki ve yanlış bulunması mümkün olmayan Allah’ın sözleri olduğunu bildiklerine, böylece de müteşâbihin Allah katında mutlaka uygun bir manasının bulunduğunu idrak ettiklerine delâlet etmektedir.

“Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra, kalplerimizi (haktan) çevirme! Bize yüce katından bir rahmet bağışla. Şüphesiz sen bağışı en bol olansın.”[4]

Zeynep Yaren Çelikbilek
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Fahreddin Razi, Mefatihu’l-Ğayb
Kurtubi, el-Camiu’l-Ahkami’l-Kur’an
Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili
Hasan Tahsin Feyizli, Feyzu’l-Furkan Açıklamalı Kur’an-ı Kerim Meali
[1] Bir sözün esas anlamı lafzından değil de başka bir arızî sebeple gizli tutulmuş bulunursa hafî; manası çok ince, herkesin kavrayamayacağı ve nüfuz edemeyeceği, edenlerin de derinden derine düşünmedikçe kavrayamayacağı derecede kapalı olması veya bir bediî istiâre bulunması gibi bir sebepten doğan bir gizlilik ve derin düşünmeyi gerektiren bir yönü varsa müşkil; lafzın çeşitli manalara eşit olarak gelme ihtimali olur da bu manalardan hiç birinin tercihine delil bulunmazsa, fakat bir açıklayıcı ekle onun sonradan açıklanması umuluyorsa mücmel; gerçekten murat edilen manayı anlamak ümidi ve ihtimali kesilmiş olursa o da mutlak müteşâbih olur. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, ilgili ayetin tefsiri)
[2] Ayetteki durak yerine göre mana farklılık kazanır. Genel olarak tercih edilen görüş (İbn Ömer, İbn Abbas, Âişe, Urve b. ez-Zübeyr, Ömer b. Abdulaziz de bu görüşü benimser), cümlenin burada bittiği ve burada duraklanması gerektiğidir. Diğer görüşe göre “İlimde derinleşmiş olanlar” da müteşâbihi bilir, anlamı veriliyor.
[3] el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, VI, 324
[4] Âl-i İmran Sûresi, 8