Aile, hayatın her döneminde sığınılan bir limandır. Çocukluk ve yetişkinlik döneminde yerine getirdiği misyonları ile insana verilen en değerli imkanlardan biridir.
İnsanın bu dünyadaki varlığı, ebeveyni vesilesi iledir. Henüz cenin hainde iken annesinin karnında, üç koruma duvarı içinde, halden hale geçerek[1] gelişen insan, nihayet bebek olarak dünyaya geldiğinde yine korunmaya muhtaçtır. Yaratıcı, onun bu seferki koruma duvarı olarak anne-babayı görevlendirmiştir. Bu korunma, yetişkinlik çağına kadar, her dönemin değişen ihtiyacı ile örtüşerek devam eder. Yetişkinlik çağına geldiğinde artık rüştünü ispatlayan genç birey, ebeveyn korumasına çok fazla ihtiyaç duymamakla birlikte, başka bir korunağa ihtiyaç duyar. Kaynaşıp huzura kavuşmak için[2], kendisine bir eş arayışına girer. Eşi de tıpkı bir elbise gibi, bireyi dış dünyanın sıkıntılarından koruyan en önemli kalkandır.[3]
Hayatın her aşamasında ihtiyaç duyulan aile, sevgi ve merhametle işlenmiş bir mahfaza gibidir. Ancak sağlıklı yapısı bozulduğunda ise, hastalıklı bir organ gibi görevini yerine getiremez. Sağlıksız aile, mahfaza olma özelliğini yitirir ve içindekini muhafaza edemeyen bir kap halini alır. Bu durum, aile içindeki bireylerin yıpranmaya, kaybolmaya müsait hale gelmesi demektir.
Korunaksız kalan birey, prematüre doğmuş bebek gibidir. Dış dünyadaki sorunlarla başa çıkabilmesi için ekstra desteğe ihtiyacı vardır. Ne yazık ki yetişkin bireylerin bu ihtiyacı, ilk aşamada fiziksel olarak belli olmadığından, acil ve tam teşekküllü bir destek bulmaları da pek mümkün olamamaktadır. Bu durum zamanla bireyin sorunlarının çoğalmasına sebep olur. Yeterli tedbir alınamazsa, bireyin toplumun huzurunu bozan bir kimse olmasına kadar uzayan süreç, bu şekilde başlamış olur.
Aileyi sağlam bir şekilde muhafaza etmenin en önemli metodu, sevgi bağının güçlü olmasıdır. Sevgi bağını güçlü kılan şey ise iletişim kanallarıdır. Aile içindeki bu iletişim kanalını, ceninin anne karnında hayatta kalmasını sağlayan göbek bağına benzetebiliriz.
İletişim, en yalın tanımıyla, duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılmasıdır.[4] Aile içi iletişimde ilk olarak ele alınması gereken konu, sevgi ve saygının, muhataba en doğru biçimde aktarılmasıdır. Çünkü aile, sevginin kana kana içildiği kaynak olduğunda mahfaza olma görevini tam olarak yerine getirmiş olur.
Her insanın sevgiyle doyurulmaya muhtaç bir kalbi vardır. Çocukluk döneminde ebeveyninden bu sevgi akışını sağlayan kişi, mutlu ve özgüvenli birey olarak yetişir. Keza evlilik de yetişkinlik dönemindeki sevgi ihtiyacını doğru ve sağlıklı bir şekilde karşılamak için tesis edilen en değerli yapıdır. Öyleyse, sevgiyi iletmenin yolları hakkında düşünmek elzemdir. Nitekim Allah Rasûlü (sav) de kişinin sevdiği kimseye, sevdiğini bildirmesini tavsiye buyurmuştur.[5]
Sevdiğini bildirmenin en kısa yolu, sevgiyi dil ile ifade etmektir. Muhataba sevdiğini bildirmek ise bir iddiaya sahip olmak demektir. Genel geçer kaideye göre, müddeî (=iddia sahibi) iddiasını ispatla mükelleftir. Bu demek oluyor ki hissedilen sevgi sözel olarak ifade edildikten sonra, sözü doğrulayıcı davranışlara ihtiyaç vardır. Birkaç örnek verelim.
Allah Rasûlü (sav), “…Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.”[6] buyurmuştur. Selam, muhataba iyi dilek temennilerini iletmektir. Dil ile iyi dilek temenni edildikçe, gönül de bu duaya iştirak eder. Selam aynı zamanda selamlaşmayı gerektirir. Yani muhatap da benzer bir cevap verme ihtiyacı hisseder. Selamlaşmak, iyi dileklerini izhar etmek, dua etmek, aile içinde de sevgiyi iletme yollarından biridir. Hatta sadece bir iletişim kanalı değil, aynı zamanda sevgiyi besleyen, büyüten bir kıymettir.
Günlük hayatın ezber davranışlarından biri haline geldiği için selamın önemi ve güzelliği fark edilemiyor maalesef. Dolayısıyla, iletişim kanalında tıkanıklıklar söz konusu oluyor. Mesela dili ile iyi niyetini ifade ederken, beden dili başka duygular hissettiren bir kimsenin selamından, maksat hasıl olamayacaktır.
Allah Rasûlü’nün (sav) bir diğer tavsiyesi de yemek yedirmektir.[7] Açlık, insanın birincil ihtiyacıdır. Yemek yedirmekle, bu ihtiyaç giderilirken, aynı zamanda muhabbete vesile olunmaktadır. Yemek yedirmekle, ikramda bulunmak da kast edilir. Açlık çekmeyen kimselere de ikramda bulunarak, muhabbet temin edilir. Nitekim, eşlerin birbirinin ağzına verdiği her lokma için sadaka sevabı verildiğini[8] de yine Allah Rasûlü’nün (sav) mübarek sözlerinden öğreniyoruz.
Sevginin ifade edilme yollarından biri de hediyeleşmektir. Bu konuda Allah Rasûlü’nün (sav) “Hediyeleşiniz ki sevginiz artsın.”[9] hadis-i şerifi halk arasında yaygın olarak bilinmektedir. Hediye seçerken, tüketim toplumu alışkanlıklarını bir tarafa bırakıp, muhatabın düşünüldüğünü hissedeceği şeyler tercih etmek, elbette daha faydalı olacaktır.
İletişim kanalları ile ilgili örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak, hepsinde dikkat çeken ortak nokta, kalp, dil ve beden arasındaki paralelliktir. Bir diğer ortak nokta ise, sevgiyi iletmek için çaba sarf etmek gerektiğini ortaya koyuyor olmalarıdır. Ve bu çaba çok kıymetli bir çabadır. Zira bu çaba ile korunan bir değer vardır. Bu değer, içinde bu dünyanın en kıymetli varlığının muhafaza edildiği, muhabbet nakışlı mahfazadır. Bu değer insanı koruyan ailesidir.
Zeynep Yaren Çelikbilek
- [1] “…Sizi annelerinizin karınlarında; üç karanlık içinde (nutfeden başlayarak) bir yaratıştan öbür yaratışa (geçirerek) yaratıp duruyor…” Zümer S. 6
İlgili ayet dipnotu şu şekildedir: “Cenin yer itibariyle de üç karanlık yerde gelişmektedir. İçten dışa doğru, 1. Aminyon zarı: İçinde sıvı vardır, ısı geçirmez. 2. Korion zarı: Işık geçirmez. 3. Rahim duvarı zarları: Su geçirmez.” Hasan Tahsin Feyizli, Feyzu’l Furkan Kur’an Meali - [2] Bknz: Rûm S. 21
- [3] “…(Haramdan korunmak ve sükunete kavuşmak için) onlar sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbise (durumunda)sınız….” Bakara S. 187
- [4] TDK Sözlüğü
- [5] Bknz: Ebû Dâvûd, Edeb 113
- [6] Müslim, İman 93; Ebû Dâvûd, Edeb 131; Tirmizî, İsti’zân 1; İbn Mâce, Mujaddime 6, Edeb 11
- [7] Bknz: Tirmizî, Kıyamet 42; İbn Mâce, İkamet 174, Et’ıme 1
- [8] Bknz: Buhârî, İmân 41; Müslim, Vasıyyet 5
- [9] Münâvî, Feyzu’l-Kadir, 3-271