14 Ekim 2024 / 10 Rebiül Ahir 1446

Dinimizde İsraf

İsraf kelime anlamı itibarıyla, lüzumundan fazla, gereksiz yere harcama, boşuna sarf etme, savurganlık gibi anlamlara gelmektedir. Genel olarak israf, inanç, söz ve davranışta din, akıl veya örfün uygun gördüğü ölçülerin dışına çıkmayı, özellikle mal veya imkânları dinin ve aklın onaylamadığı meşru olmayan amaçlar için saçıp savurmayı ifade etmektedir. İsraf eden kişiye müsrif denir. Gazzâlî, dinin, âdetlerin ve insanlığın gerekli kıldığı yerlere, gerektiği kadar harcamayı cömertlik, bu ölçülerin altına düşmeyi cimrilik, bu ölçülerin üstünde harcamada bulunmayı ise israf olarak tanımlamıştır. (İhyâ, III, 259-260)

Yüce Allah insanoğluna pek çok nimetler ve imkânlar vermiştir. Ancak insan başta sağlık ve zaman olmak üzere bu nimetleri israf etmektedir. Bir kimsenin isyana saparak günahlarda boğulmak suretiyle kendisine kötülük etmesi israf sayıldığı (Zümer 39/53) gibi, kişinin kendine ait mal ve imkânları gereksiz yere veya isyan sayılan yerlere harcaması da israftır. (Nisâ 4/6; Furkān 25/67) Zaruri ihtiyaçların ötesinde yalnız nefsani arzuların ve bencil duyguların tatmini için yapılan lüks tüketimi israf sayılmıştır. Zira İslâmî anlayışa göre insanî ihtiyaçlar sınırlıdır. İnsanın arzu ve ihtiraslarının ise sınırı yoktur. Bu sebeple salt nefsani arzuların tatmini için yapılan aşırı tüketim israftır. İslâm’ın hedefi insanı kemâle ulaştırmaktır. Bu hedefe tüketmekle değil daha erdemli olmakla ulaşılabilir. Dolayısıyla erdemle tasarruf arasında olumlu bir ilişki bulunmaktadır.

İnsanoğlunun hayatını devam ettirebilmesi için yeme-içme ve gıdaya ihtiyacı vardır. Ancak vücudun ihtiyacından fazla yemek israf olduğu gibi yiyeceklerin çöplere dökülmesi de israftır. Günümüzde büyük bir kriz haline gelmiş bulunan yiyecek israfının ciddi boyutlara ulaştığı görülmektedir. Bir yandan yemek âdeta yegâne amaç haline gelmiş, diğer yandan çöpler yiyeceklerle dolmuştur.

Yapılan araştırılmalar dünyada üretilen 4 milyar ton gıdanın günümüzde yarısının israf edildiğini ortaya koymaktadır. Dünyadaki gıda israfının sadece %25 azaltıldığı takdirde, 870 milyon aç insanın yıllık gıda ihtiyacını karşılayacağı hesaplanmıştır. Türkiye gibi Müslüman bir ülkede ise günde 6 milyon, yılda 2 milyar ekmek israf edilmektedir. Buna çöplere atılan yemekleri de ilave edildiğinde karşımıza büyük bir yemek israfı çıkmaktadır. Dünya genelinde kriz haline gelen israf, zengin-fakir, müslim-gayrimüslim farkı olmaksızın her geçen gün hızla yaygınlaşmaktadır. Medya ve basın, moda ve reklam gibi araçlarla her alanda tüketimin esiri haline getirilen toplumun bu esaretten kurtulması, tüketim algısının değiştirilmesi için zihinsel ve sosyal dönüşüme ve değişime ihtiyaç vardır. Başka bir ifadeyle, dünyevileştirilen ve bencilleştirilen insanın vahyin ışığında yoluna devam etmesi için büyük bir çaba gerekmektedir. İslam dünyasını da çepeçevre kuşatan israf/savurganlık belasından Müslümanların kurtulması nebevî bir hayatı model alarak Müslümanca yemeyi içmeyi öğrenmesi gerekmektedir. Zira Müslüman, kendisine verilen nimetlerden mutlaka hesaba çekileceğinin bilincinde olmak ve buna göre yaşamak zorundadır. “Yemin olsun ki, o gün size verilen bütün nimetlerden sorulacaksınız,” (Tekâsür 102/8) Müslüman kendisine verilen dünya nimetlerinden yararlanırken sınırsız ve sorumsuz bir anlayışla hareket edemez. Çünkü savurganlığın, ölçüyü kaçırmanın ve nimetlerin kıymetini bilmemenin hiç şüphesiz bir cezası vardır. Kıtlık, yokluk ve sefalet gibi bir musibet ve bela ile karşı karşıya kalmadan nimetlerin kıymetini bilmek en güzelidir. Yüce Allah: “And olsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir,” (İbrahim 14/7) buyurarak ikazda bulunmaktadır.

Dinimiz her konuda olduğu gibi israfa düşmemek için uyulacak ölçüyü koymuş, izlenecek yolu göstermiştir. Başta Kur’ân-ı Kerim olmak üzere Peygamberimizin sünneti her konuda olduğu gibi tüketim konusunda da uyulacak esasları ortaya koymuştur. Nitekim “Rahmanın iyi kulları harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler. Harcamalarında, bu ikisi arasında dengeli bir yol tutarlar” (Furkan 25/67) buyurulmakta, israf ve cimriliğin bir müminde bulunacak özellik olmadığı vurgulanmaktadır. “Ey Âdemoğulları! Her mescide gidişinizde güzel giysilerinizi giyin ve yiyin, için, fakat israf etmeyin, Çünkü Allah israf edenleri sevmez,” (Arâf 7/31) buyurarak yeme-içmeyi helal ve mübah kılmakla birlikte, israfa kapıyı kapamıştır. Bunun da ötesinde; “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir,” (İsra 17/26, 27) buyurularak israfa sapanlar, Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük eden şeytanın kardeşleri olarak vasıflandırılmaktadır.

Bize her yönüyle örnek olan (Ahzâb 33/21) Resûl-i Ekrem (sav) efendimiz de ümmetini israfa düşmekten alıkoymak için birçok tavsiyelerde bulunmuştur.

İnsanın canının çektiği her şeyi yemesi de israftır (İbn Mace, Etʻıme 51).

Sahabeden Saʻd (ra) abdest alıyordu. O sırada Resul-i Ekrem çıka geldi. Saʻd’ın abdest alırken suyu fazla kullandığını görünce; bu israf ne, diye Saʻd’ı uyardı. Saʻd’ın abdestte israf olur mu sözü üzerine Peygamber Efendimiz şu uyarıda bulundu: Evet, akarsu dahi olsa abdest alırken suyu israf etmeyiniz, (İbn Mace, Taharet, 48).

Yiyip için, giyinin ve tasadduk edin. Fakat israf ve kibirden sakının! (Buhari).

Hz. Peygamber Müslümana yemek için yaşamasını değil yaşamak için yemesini öğretmiş ve öğütlemiştir.

“Âdemoğlu, mideden daha şerli bir kap doldurmaz. Âdemoğluna belini doğrultacak birkaç lokmacık yeterlidir. Ancak ille de mideyi dolduracaksa onu üçe ayırsın: Üçte birini yemeğe, üçte birini suya, üçte birini de rahat nefes alması için boş bıraksın!..”(İbn Mace, Etʻime 50/3349; Tirmizi, Zühd 47/2381). Tasavvuf büyükleri de vücudun ihtiyacı kadar yemeyi tavsiye etmişlerdir. Mide hastalıkların evi, perhiz de bütün tedavilerin başıdır. Bütün rahatsızlıkların başı iki şeyden ileri gelir: Biri midenin bozulması, diğeri soğuklardır. Az yersen o seni, çok yersen sen onu taşırsın. (M. Zahid Kotku, Yemek Âdâbı). Yine çok yemekte pek çok zarar vardır: İnsanın kalbi katı olur. Merhamet olmaz. Anlayışı az olur. Hafızası zayıf olur. Tembel ve gevşek olur. Boş ve lüzumsuz konuşur. Ahireti unutur, demişlerdir.

Hz. Âişe validemizin (ra) anlatımıyla Resûl-i Ekrem efendimizin aile efradı Medine’ye geldiği günden vefat ettiği zamana kadar üç gün arka arkaya buğday ekmeği ile karnını doyurmamıştır (Müslim Zühd, 20). Resûlüllah iki gün üst üste arpa ekmeği ile doymadan ahirete gitmiştir (Buhâri Eymân 22; İbn Mâce Etʻime 48). Üç ay geçerdi de Resûlüllahın evlerinde ateş yakılmazdı. Su ve hurma ile idare ederlerdi (Buhârî Hibe 1; Rikâk 17; Müslim Zühd 28). Bu hadis-i şeriflerde anlatılan ve yaşantısını örnek almamız gereken Peygamberin ümmeti olan biz Müslümanlar yediklerimizin ve yemeyip çöplere attıklarımızın hesabını nasıl vereceğimizi artık düşünmeliyiz. Sonra da hayatımızı Resûl-i Ekrem’in örnekliğinde yeniden şekillendirmeli ve artık bir Müslüman gibi yemeli ve içmeliyiz.

Neziha Sağlam