Çağımızda okuma yazma oranları, okuma alışkanlıkları gelişmişlik ölçüsü olarak görülmektedir. Elbette okuma yazma becerisi çok önemli bir kazanımdır; gelişmeye, ilme giden yolun ilk adımıdır. Ancak okuma yazma bilmeyen bir millete okuma yazmayı öğretirseniz; okuma yazma bilen bir cahil millet elde edersiniz.
Ne kadar kıymetli olursa olsun araçlar, amaç haline gelirse, gerçek hedeften sapılmış olur. Böylelikle araç da değerini yitirir, sıradanlaşır. Çünkü araçlar hedefin değeri ile, hedefe ulaştırma kabiliyetleri ile değer kazanır.
Okumak, insana hayatı anlamlandırma becerisi kazandırdığı için çok kıymetlidir. Okumak, insanı ulvi bir yolculuğa çıkardığı ve bu yolculukta yönünü bulmasını sağladığı için değerlidir. Demek oluyor ki okumuş olmak için okumak, okumanın değerini bilmemek, mücevheri heba etmektir. Zira salt bir okuma ile elde edilen kuru bilgi insana bir şey kazandırmaz. Hatta kullanmayı bilmeden kılıç kuşanmaya benzer ki, bu durumda kişinin kendisine ve çevresine zarar verme ihtimali oldukça yüksektir.
Her işimizde olduğu gibi okumaya başlarken de niyet gözden geçirilmelidir. Hak olanı bulmaya ve tanımaya niyet edilmelidir. Müslüman bir birey için bu niyet, “yaratan Rabbi’nin adıyla”[1] okumaktır.
Okuma sürecinde, kişi yüklendiği bilgi nispetinde kendi içinde bir yolculuğa çıkabilirse; bu yolculuk vesilesi ile hayatın bütününü doğru okumaya başlayabilirse; okuma eylemi amacına hizmet eden kıymetli bir araç olarak gerçek değerini bulmuş olur. Bu yolculuk yeni keşiflere gebedir. Bu kıymetli okumalar nihayetinde, kişi varoluş gayesini keşfedecek ve bu gaye doğrultusunda değişim dönüşüm yaşayacaktır. İşte o zaman okuma yazma bilen cahil bir kimse olmaktan çıkıp; gerçek bir bilge olacak, iç huzuruna kavuşacaktır.
Eğer okuma sonucunda, bilgi seviyesi yükselmiş, ancak bilgi eyleme dönüşmemişse, bu okumanın pek bir faydası olduğu iddia edilemez. Kuru bilgi diye bahsettiğimiz bu donanıma sahip kişi kullanım kılavuzumuzda “ciltlerle kitap taşıyan eşek” olarak tarif edilmektedir.
Okuma nihayetinde, arzu edilen yolculuğa çıkamamanın bazı sebepleri vardır. Kullanım kılavuzumuzda bu sebepler, kalplerin üzerindeki kilitler olarak ifade edilir: “Onlar Kur’an(’ın söyledikleri) üzerinde düşünmezler mi? Yoksa kalpler(inin) üzerinde kilitler mi var?”[2]
Hidayet kaynağı olan, doğru yol rehberi olan Kur’an-ı Kerim’i okumak, aslında en büyük faydayı sağlayan okumadır. Ancak insanın süflî hazları, bu okumanın dahi amaca hizmetine engel olur. Hal böyle iken diğer okumaların, amacından sapması hiç de şaşılacak bir şey değildir.
Kalbin kilitli olması, kuruması ve sertleşmesi olarak tefsir edilir. Zira kalp, gerçeği görmek ve bilmek üzere yaratılmıştır. Ancak dünyevi hazlar içinde bırakıldığında katılaşır ve taştan farkı kalmaz. İşte bu taşlaşma, kalbin kilitli halidir. Böyle bir kalbe sahip olan kimse, insanlığın faziletlerinden uzak düşmekten kurtulamaz. Hayatı doğru okuyamamanın sonucunda ise huzursuz ve boşa harcanan bir ömür vardır sadece.
Kalbi kilitleyen dünyevi hazların peşinde koşmak, insanın diğer azalarını yerli yerinde kullanmaması demektir. Gözünü gerçeği değil de istediğini görmek için kullanan, kulağını gerçeği değil de istediğini duymak için yönlendiren kişi, her adımında kalbinin kilidini sağlamlaştırır.
İnsan, her okuma sürecinde kalbine yönelmeli, kalp üzerinde kilit olup olmadığını kontrol etmelidir ki maksat hasıl olsun. Aksi taktirde çok okumuş ama kendini bilmeyen cahillerden olmak mümkündür.
Okumak, insana irfan ve hikmet kazandırdığı ölçüde kıymetlidir. Bu gerçeği, Yunus Emre, dizelerinde ne güzel ifade etmiştir:
Okumaktan murat ne? / Kişi Hakkı bilmektir. / Çün okudun bilmezsin / Ha bir kuru emektir.
İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsin / Ya nice okumaktır.