Nesne, ayrışıp küçük parçalara bölünüyor. Rengârenk ve farklı boyutta parçalar düşüyor yumuşak zemine. Birleşiyor fakat bazı şeyler eksik bazı şeyler fazla. Yeniden parçalanıyor her şey, kategorize ediliyor, tek tek inceleniyor ve özenle birleştiriliyor. Yumuşak zeminde doğru çözüm bulunana kadar sürekli başa dönüyor bu tablo. Hep aynı şeyler oluyor sansak da, olan biteni dikkatle izleyenler ayrıntıları fark edebilir.
Çocuk halının üstüne oturmuş, elindeki geçmeli parçaları birleştirirken itinayla, her seferinde daha dikkatli oluşturuyor oyuncağı. Önündeki resimli kılavuza bakıyor takıldığı yerde. Çözüm arıyor. Önünde iki seçenek vardı aslında, ağlayıp bu sorunu büyüklerine devretmek, onlar sorunu çözdükten sonra hazır bir oyuncakla oynamak. Ya da her parçayı ayrı ayrı tanıyıp değerlendirerek oyunun en zevkli kısmını kaçırmadan ilerlemek. O ikincisini seçti.
Karşımıza çıkan her problemde seçeneklerden ikisinin de güzel olma ihtimali çoğunlukla mümkün değil. Hatta bazen hiçbir seçenek tam olarak güzel sonuçlar vermeyebilir görünürde. Sorunlar, parçaları yanlış dizilmiş bir yapboz gibi zihnimizi, kalbimizi allak bullak eder. Bazen kendi kararımızı vermek bir parçayı doğru yere koymak gözümüzde o kadar büyür ki, hiçbir şeye benzemeyen bu karman çorman resmi olduğu haliyle bırakır diğerleri gibi yaşamaya çalışırız. Herkes alıyor diye alırız bir ayakkabıyı, herkeste gördüğümüz için hoşumuza gider bir kıyafet. Ya da herkes gibi özel olmak isteriz. Farklı olmak isteriz çünkü farklı olmanın güzelliğinden bahsediliyordur her yerde.
Ve bir gün yüzümüzdeki gülümseme kameranın flaşına takılıp kalır. Etiketlerimizin çokluğunda kaybederiz sevdiklerimizi.
Zaman içinde kıyafet fotoğrafına yapışıp gelen bir fikir fenomen olur. Hoşumuza gitmez bu, rahatsızlık duyarız. Yapboz o anda gözümüze takılır fakat neresinden başlayacağımızı bilemeyip daha sonra bakmak üzere dolaba kaldırırız. Fenomen fikir karşımıza büyüyerek, etiketlenerek tekrar tekrar çıkar ve her seferinde rahatsızlığımız biraz daha küçülür. Fikir bir harekete dönüşür, etrafımızı sarar. Ve kendimizi ona bırakıp hep beraber ayak uydururuz. Yapboz tozlanmaya başlamıştır.
Ben sosyal medya düşmanı değilim. Etiketlenen paylaşımlarla veya modayla da bir problemim yok. Sadece neler olduğunu anlamaya çalışıyorum. Bir yapboz gibi bakmaya çalışıyorum hayata. Önce en önemlileri 4 tane köşe, sonra tek tarafı düz olan kenar parçaları, sonra renk yoğunluğuna göre ayrılmış diğer parçalar. Ayrıştırıyorum, bu resimde ne gözüktüğünü anlamak için. Aksi takdirde önümde karman çorman görüntülerle kalacağım. Görüntü netleşmeden de nereye gideceğimi hep diğerlerine bakarak belirleyeceğim. Yapbozum bir harita çünkü. Karşıma çıkan her şeyin haritası.
Yapbozdan uzakta, görünen veya görünmeyen şeyler kaybediyoruz. Bazen çok da önemli olmayan şeyleri, bazen de en değerlimizi. Önümüzden ayrışıp çözünen şeyleri fark etsek de nasıl toplayacağımızı anlayamıyoruz. Bir gün bu yapbozu açıp bakmaya karar verirsek, her parçasında bir ilke, her ilkenin nereye konması gerektiğini anlatan bir de kılavuz olduğunu göreceğiz. Dünyamız bir yapboz dünyası desem belki de abartmış olmam. Yaşadığımız sürece farklı imtihanlarla karşılaşacağız, her karşılaşma yeni bir yapboz ya da elimizdekinin birkaç dağınık parçası olacak. Fakat yapbozu çözmenin eğlencesini keşfettiysek her yeni yapboz, içi dopdolu yeni ilkeler oluşturacak bizde.
Yapbozlarınız ne âlemde?
Zehra Binark