13 Ekim 2024 / 9 Rebiül Ahir 1446

Ruhun Bir Melekesi, Cömertlik

Cömertlik, eldeki imkânları meşru ölçüler içinde, gönüllü olarak ve karşılık beklemeden başkalarının yararına sunma eğilimidir.

Diğer bir ifade ile: Cömertlik; insanın, sahip olduğu imkânlardan, muhtaçlara meşru ölçüler dâhilinde ve Allah rızasından başka hiç bir gaye gütmeden, ihsan ve yardımda bulunmasını sağlayan üstün bir ahlâk kuralıdır.

Cömert kişiye sahî, cevâd ve kerîm denir. Cömertliğin zıddı cimrilik denilen buhl’dur. Cömertlik mal, beden, mevkî, dünya ve ahiretle olur. Sûfîlere göre cömertliğin ilk derecesi sehâdır.

Sehâ ve sahavet sözlükte “ocağın, içinde kolaylıkla ateş yakılacak şekilde geniş tutulması ve yanmakta olan ateşin alev ve dumanının kolayca yükselmesine imkân hazırlanması” anlamına gelir. Bu manadan hareketle, gönül zenginliği ve genişliğine de sahavet denilmiştir.

Cömertlik, ruhun bir melekesidir. İnsanları, muhtaç olanlara vermeye, ihsanda bulunmaya sevk eder. Bu melekeye sahip olan kişi, ferdî ve içtimaî alanda lüzumlu olan her şeye yardım eder.  Hiç bir kimsenin zorlaması olmadan ihsanda bulunmayı candan ve gönülden ister. Cömertlik, Müslümanda bulunması gereken güzel huylardan biridir. Sözle davranışla; maddi yardım ve ikramla insanlara iyi muamelede bulunmayı ifade eden geniş kapsamlı bir kelimedir.

Sonra cûd gelir. Cûd: Sehâ, semâhat, kerem, bezl, cömertlik manasına gelir. Cömert kişiye sahî, cevâd ve kerîm denir. En son mertebesi ise îsârdır. Îsâr ise, başkasını kendisine takdim etmek, tercih etmektir.

Malının bir kısmını veren, bir kısmını kendine bırakan sahavet sahibidir. Malının çoğunu harcayan, kendine bir parça bırakan cûd sâhibidir. Zarar ve sıkıntılara katlanarak, kifayet derecede olan maişetine, başkasını tercih eden îsâr sâhibidir. Cûd, ilk hatıra icâbet etmektir. Çünkü insan, ilk defa içinde uyanan arzuya uyup derhal cömertlik yapmazsa, niyeti ve iyi duyguları değişebilir.

Varlıklı kişinin yoksula vermesi sehâ değildir. Sehâ, yoksulun varlıklı kişiye vermesinden ibarettir. Yani yoksulun dilenmemesi, verileni de kabul etmemesidir.

Kur’an’ı Kerim’de cömertlik öncelikle Allah Teâlâ’nın sıfatları arasında gösterilmiştir. Allah (cc), sonsuz lütuf ve kerem sahibidir. Mutlak hakim ve hak olan Allah, çok yücedir. O’ndan başka tanrı yoktur, O, yüce Arş’ın sahibidir. ( Mü’minun,23/116)

Oku, Rabbin en büyük kerem sâhibidir. (Alak,96/3). O’nun bir adı da Kerim’dir,  Bundan başka Kur’an’ı Kerim’de yer alan Rahman, Rahîm, Vehhâb, Latîf, Tevvâb, Ğaffâr, Afüv, Raûf, Hâdî gibi ilahi isimler de Allah’ın cömertliğini değişik yönleriyle ifade eden kavramlardır.

Cömert kişiler “Rızkı veren Allah’tır.” (Neml, 27/64; Zâriyât, 51/58)  düşüncesi ile hareket ettiklerinden kalpleri de temiz ve zengindir. (Leyl, 92/17-20). Kendi varlıklarıyla, her ne suretle olursa olsun başkalarına faydalı olmağa çalışırlar. Allah Teâlâ’nın kendilerine fazl ve kereminden verdiğine ve bunlarda da muhtaçların hakkı olduğuna inanırlar. Cömertliği kul hakkının temeli sayarlar. Kendi haklarını affederler. Kendi ihtiyaçlarını düşünmeden başkasının ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlar. Hatta zarurî ihtiyacı olan bir şeyi, başka birine vermeyi tercih ederler.

Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.”

Cömertlik mevzuunda, Hz. Âişe (ra) Rasûlullah (sav)’ın: “Cennette bir köşk vardır ki, adı Beytü’s-Sehâ’dır (cömertler köşkü)” buyurduğunu rivâyet etmiştir.”[1]

Yaratılmışların hiçbiri, sahavet, infak ve îsârda, Rasûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile kıyaslanamaz. O, cömertliğin her çeşidinin en üst seviyesinde idi.

Allah yolunda, O’nun dinini açıklamak, kulları doğru yola istikâmetlendirmek, açları doyurmak, cahillere öğüt vermek, ihtiyaç sahiplerinin hacetlerini görmek ve ağırlıklarına tahammül etmek gibi ilim, mal ve nefs cömertliğinin hepsi kendisinde mevcut idi.

Kureyş müşriklerinin ekâbirinden Safvan bin Ümeyye Müslüman olmadığı halde Huneyn ve Taif gazalarında, Rasûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in yanında bulunmuştu. Cîrâne’de toplanan ganimet mallarını gezerken Safvan’ın bunlara büyük bir hayret içinde baktığını görmüş ve Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-:

“- Pek mi hoşuna gitti?” diye sormuş.

“- Evet.” cevabını alınca:

“- Al hepsi senin olsun!” buyurmuştur.

Bunun üzerine Safvan kendisini tutamayarak:

“- Peygamber kalbinden başka hiçbir kalp bu derece cömert olamaz.” diyerek iman etmiş ve şehadet getirmiştir.

Gerçekten îsâr, ikramın en ihtişamlısıdır. Düşünmelidir ki Rasûlullâh, sahabe ve salih kulların böyle ikramları vesilesiyle nice küfründe inat eden insan insafa gelmiş, nice düşman dost olup hidayet bulmuş ve nice mü’minin mü’min kardeşine muhabbeti artmıştır. Allah Rasûlü hiçbir zaman, kendisinden istenen yapabileceği bir talebi geri çevirmezdi. Bir defa kendisine doksan bin dirhem isabet etmişti. Bunu hasırın üzerine döktü. Her gelen muhtaca infak ederek onu tamamen bitirdi.

Muhabbeti ifade etmenin en üst derecesi isârdır. Hz. Ali (kv) daha on üç yaşındayken Peygamber Efendimize sevgisini şöyle haykırdı; “Canım canına, kanım kanına, her şeyim Sana feda olsun, ya Resulallah!” Hz. Ali’ye sorulur: “Ya İmam, zekât neyi ne kadar vermektir? İslami kurallara göre hüküm nedir?” Hz Ali (kv) şöyle cevap verir: “Cimri insanlar için kırkta birdir; fakat bizim için her şeyini vermektir.” Onun tüm insanlığa olan karşılıksız sevgisinin zirvesini gösteren yüksek sözlerinden birisi: “Beni arayan bulur; beni bulan bilir; beni bilen sever. Beni kim severse onu severim; beni sevenin yanındayım; sevdiğimin hatası benim hatamdır; sevdiğimin sorumluluğu da benimdir.” Hz. Ebu Bekir der ki; «Başkalarının acısını dindirmek için acı çekmek hakiki cömertliktir.»

Derler ki: İmam Şâfî (r.a), San’adan Mekke’ye geldiği zaman, on bin dinarı vardı. Bu para ile bir mal alsan da saklasan, denildi. O ise, Mekke dışında bir çadır kurdu, paraları buraya yığdı. Çadırına her girene avuç avuç para verdi. Öğle namazı vakti gelince ayağa kalktı, para kesesini silkeledi, içinde hiçbir şey kalmamıştı.[2]

İbrahim Halilullah, biliyorsunuz sehâsıyla, cömertliğiyle meşhur bir peygamber. O kadar cömertti ki; komşusuna bir misafir gelirse eğer, hâne-i saadetin o tarafında kapı yoksa hemen oraya bir kapı açardı, bu taraftan gelmişse bu tarafa kapı açardı. Evinin her tarafında kapı vardı deniyor ve gelen misafirlere yemek ikram ederdi, hayvan keserdi, o kadar ağırlardı.

Evet, sevdiğini sadece Allah için sevene, saf cömertlik ve asalet elbisesi giydirilir. Kulun Allah Teâlâ’dan isteyeceği en üstün ve en kıymetli şey, O’nun katında istikâmet üzere olan bir kimse olmaktır. Allah (cc) şöyle buyurmaktadır: “Bize doğru yolu göster.”[3] Bundan dolayı mü’min, Allah’tan istikâmet üzere olmayı istemelidir. İstikâmet, her bakımdan Allah’ın hoşnut olduğu hâl üzere bulunmaktır.

Bu da Allah Resulünün Allah’tan alarak getirdiği ahkâma uymakla gerçekleşir. Yineleyelim, sevdiğini sadece Allah için sevene, saf cömertlik ve asalet elbisesi giydirilir. Mü’minin durumu, su yatağı üzerinde su arama çalışmaları yapan kimsenin durumuna benzer. Azar azar yaptığı kazı sonunda aradığı suya kavuşur. Cezbeye tutulmuşun durumu da, suya ihtiyacı olduğunda, derhâl bir bulut kendisine yağmur yağdırarak, zahmetsizce suyu alan kimsenin durumu gibidir.[4]

İşte, bu elbiseyi giyenlerin şâhı Hz. Ebû Bekir Sıddîk (ra) kendine bir şey bırakmayıp, bütün varlığını Hz. Peygambere getirdiğinde, üzerinde, açıkta kalan kısmı hurma dalıyla tutturulmuş bir tek izar vardı. Bu esnada Cebrâil (as) de aynı elbise ile geldi. Peygamber (sav): Bu nasıl bir elbisedir? diye sorunca Cebrâil (as) şöyle cevap verdi: “Ey Allâh’ın Resûlü! Bugün bütün meleklere Ebû Bekir’e benzemek için, aynı elbiseyi giymeleri emredildi.” Melekût âlemi onun kıyafetine bürünmüştü. Rasûlullah sorduğu zaman “kendine ve ailene ne bıraktın?” cevabı: “Allah ve Resûlü’nü” olmuştur. İşte saf cömertlik ve asalet örneği.

“Bin cân olaydı kâş men-i dil şîkestede

Tâ her biriyle bin kez olaydım fedâ sana.”[5]

Şahver Çelikoğlu
[1] Taberânî, Kitâbü’s-Sevâb’da rivâyet etmiştir

[2] Kuşeyrî, s.411

[3] Fâtiha,6

[4] İbn Ataullah el-İskenderî, Tâcu’l-Arûs, s.45

[5] Fuzûlî