İnsanı yaradılışının bir parçası olan sevgi, en doğal, en güzel haliyle çocuklarda tezahür eder. Sevdiklerini de sevilmek istediklerini de göstermekten hiç çekinmezler. Ancak insanoğlu büyüdükçe, sevgisi daha fazla içinde yer almaya, dışarıya daha az yansımaya başlar. Herkesin en doğal ihtiyacı olan sevgiyi daim kılmanın yolu ise emek vermekten, özen göstermekten geçer… Eşlerin birbirini sevdiği ve bunu olabildiğince gösterdiği, çocukların mutlu olduğu ailelerde büyüyen çocuklar da, sağlıklı bir toplumun temel taşını oluşturur.
Bir varmış bir yokmuş… Anlatılagelen bir hikayede Hintli bir adam suyun içinde zar zor ilerlemeye çalışıyormuş. Bu sırada yanına bir akrep yanaşmış. Adam akrebi kurtarmak istemiş ve parmağını ona doğru uzatmış. Fakat akrep adamın bu hamlesinden sonra adamı sokmuş. Hintli adam bu duruma çok şaşırmış fakat yine de tekrardan parmağını akrebe doğru uzatmış. Akrep tekrar adamın parmağını sokmuş. Bu olayı gören başka bir adam kendisini sürekli sokan bu akrebi kurtarmaktan vazgeçmesi gerektiğini söylemiş. Hintli adam buna şu şekilde cevap vermiş:
– Akreplerin doğasında sokmak vardır. Fakat ben insanım. İnsanın doğasında ise sevmek vardır. Akrebin doğasında sokmak var diye kendi doğamda olan sevmekten mi vazgeçeyim?
Hayatın hiçbir zaman motamot ilerleyen, planlı programlı bir gidişatı olmamıştır bizim için. Bugün yapmayı planladığımız şeyi yarın bile yapamadığımız zamanlar olmuştur. Durum böyleyken seneler sonrası için yaptığımız planlar vardır. Okuyacağım, işe gireceğim, evleneceğim, çocuk sahibi olacağım vs. diye uzar bu liste. Peki ama hayat, yapılması gereken yaşam görevlerinin toplamı mıdır sadece, ya da bunların toplamının fazlası mı? Okuyunca listeye bir tik atıp diğer ödevler için işe koyuluyoruz. Peki tüm görevler bittiğinde ne olacak, yapılması gereken bir şey kalmadığında hayatımızı nasıl yönlendireceğiz?
Aslında yaşadığımız hayat akıp giden bir nehir gibidir, sürekli bir ilerleyiş vardır. Bu ilerleyiş içerisinde nehrin duracağı yere varmak amacımız olduğunda, hedefe kilitlenip nehrin etrafındaki güzellikleri kaçırabiliyoruz bazen. Elbette ki; yapmamız gereken işlerimiz var ama bu işler olurken de çevremizde meydana gelen değişikliklere de kayıtsız kalmamamız gerekiyor. Buna en güzel örneklerden biri de aile kurmak olabilir. Çocuk sahibi olmak istediğimizde bunun doğumla başladığını düşünürüz. Halbuki çocuğun gelişimi anne karnında başlar. Hamileliğin bitip de çocuğumuzu kucağımıza alacağımız günü beklediğimizde 9 aylık bir süreci kaçırmış oluyoruz. Çocuk doğunca şu krizi geçsin, bir yaşını atlatsın diye diye koca bir çocukluk dönemi atlanmış oluyor. Çocuk, gelişim dönemlerindeki krizlerden, küçüklüğünden ya da kendine has zorluklarından ayrı bir varlık olarak algılanıyor. Çocukları ‘küçük insan’ olarak görüp ona göre davranıyoruz. Ama çocuklar insanın küçültülmüş hali değildirler; çocuklar ağlarlar, yaramazlık yaparlar, koşarlar ve zıplarlar çünkü onların doğasında vardır bunlar, hikayede anlatıldığı gibi anneler babalar kızsa da çocuklar doğalarındakini yapmanın bir yolunu bulurlar.
İnsan, doğasında ‘sevgi’yi barındırır. Durup tefekkür ettiğimiz zaman her şeyin sevgiye dayandığında fark edebiliyoruz. Arılara çiçekler sevdirilmiş ki böylece tüm bitkiler polenlenip çoğalır ve bal meydana gelir. Annelere çocukları sevdirilmiş böylece onları kötülüklerden koruma içgüdüsüyle hareket ederler. Peygamberimiz de (sav) “Ben bazen uzatmak niyetiyle namaza başlarım. Fakat bir çocuğun ağlayışını duyar ve annesinin ona düşkünlüğünü bildiğim için namazı kısa tutarım.” demiştir (Müslim, Salat,192).
Doğamızda bulunan sevginin en güzel tezahürü ailedir. Aile, iki yabancının aralarında oluşan sevgiden kaynak bulur sonra çocuklar eklenir ve aile genişler. Sevgiyi aile içinde göstermenin pek çok yolu vardır. Aklımıza hep büyük ve şaşalı şeyler gelmesin, hayatın akışında ufak dokunuşlarla da sevgimizi ifade edip ailemize bunu hissettirebiliriz. Erich Fromm’un da Sevme Sanatı’nda dediği gibi, sevgi özen gerektirir. En açık biçimde annenin çocuğuna olan sevgisinde görülür. Çocuğuna özen göstermese, onu beslemeyi yıkamayı ihmal etse, rahat etmesini sağlamasa göstereceği hiçbir kanıt anne sevgisinin içtenliğine inandıramaz bizi. Oysa onu çocuğuna bakarken gördüğümüzde sevgisi bizi çok etkiler. Hayvanlara, çiçeklere duyulan sevgi de farklı değildir. Bir kadın çiçekleri sevdiğini söylese ama onları sulamayı unutsa onun çiçek sevgisine inanmayız. Sevgi, sevdiğimiz şeyin yaşaması ve gelişmesi için duyduğumuz etkin ilgidir.
Özetle sevgi, emektir diyebiliriz. Emek verilmemiş sevgi sadece seven tarafından bilinen bir duygu olarak kalır. Biz de zaman zaman aile içinde sevgiyi göstermeyi unuturuz ya da bunu sağlayacak bir yol bulamayabiliriz. Bu zamanlarda sevgimizi her zaman yaptığımız işlere biraz renk katarak göstermeyi deneyebiliriz. Çocuğumuza her zaman hazırladığımız kahvaltısını belki biraz daha farklı kalpli böcekli yapabiliriz. Ya da eşimizin kıyafetlerinin arasına ufak notlarla sevdiğimizi hatırlatabiliriz. Gerçekten sevmek isteyen için bir yol bulunur. Yeter ki, bu yolları denemeye hazır olun. Sevgi bulaşıcıdır. Bu yapılan ufak hareketlerin yakın ve uzak zamanda geri dönüşleri illaki olur. Özellikle çocuklarda taklit yeteneği gelişimsel olarak fazladır, siz iyi bir şey yaparsanız o da iyi bir şey yapacaktır. Bunun aksi de gerçekleşir tabii ki de. Çocuklar tarafından kopyalanmasını istemediğimiz bu davranışlardan da kaçınmamız gerekir.
Kadınlar eşlerinden artık sevgi ifadesi olarak hep çiçek beklentisi içinde oluyorlar. Halbuki durup düşünüldüğünde herkes için çiçek almak aynı derecede önemli değildir. Eğer kendimizi çiçek almaya şartlandırdıysak hayat akışında bize sunulan başka ifade şekillerini kaçırabiliriz. Sevgi eşittir çiçek değildir. Karşımızdakinin sevgiyi ifade etme kanallarını yakalayarak onu anlamaya çalışabiliriz ve anlaşılmayan noktada sorabiliriz. Araştırmalara göre kadınlar, erkeklere göre duygularını daha kolay ve rahat ifade ederler. Bu yüzden kadınların duygu ifadesinde biraz daha eşlerini destekleyici olmaları ilişkilerini büyütür. Evlilik ilişkisi tıpkı bir çocuk gibi eşler tarafından büyütülmeli, sevilmeli ve özen gösterilmelidir ki; böylece sağlıklı bir iletişim ve mutlu bir aile oluşsun. Mutlu ailede yetişen çocukların ileride mutlu evlilikler yapma ihtimali fazla olur. Değişimler içten dışa başlar. Böyle aile içi değişimlerle toplum da mutlu bir toplum olur.
Son söz Mehmet Zihni Sungur’dan olsun; Öyle bir sev ki, sevilen de sevmeyi senden öğrensin.
Psikolog Gülnihal Kabucu