Aile ocağımız, güven duygumuz ile ilk temas ettiğimiz mekanlardır. Bu ocak içerisinde ısınır, olgunlaşır, güvenmeyi ve güven vermeyi burada tecrübe ederiz. Bu yuva, adeta sevme ve güvenme sanatının mekânsal kurgusudur. Bu yönüyle gözardı edilemez olan aile ayrıca toplumun bütününü kuşatacak olan huzur ikliminin en küçük resmidir. Büyük resmin ihtişamı en küçük kare olan ailelerin iç düzeneğinde işlerin yolunda gitmesi ile yakın ilişkilidir. Bu sebepten ötürü her yerde tekrarlanan, yıkılmaması arzu edilen son kale hep ailedir.
Aile değişirse medeniyet değişir, bu olumlu da olabilir olumsuz da. Burada ölçümüz her zaman olduğu gibi değişimin inancımız ve değer yargılarımızla ne kadar örtüştüğüdür. “İnandığın gibi yaşamazsan yaşadığın gibi inanırsın” ilkesi gereğince biz de aile yaşamlarımızdaki değer değişimlerimizi bir gözden geçirelim.
Her medeniyet doğal olarak kendi kültürüne özgü birey, aile ve dolayısıyla toplum modelini şekillendirirken, günümüz dünyasında hızlı haberleşme ve iletişim akışı, dünya insanlarını birbirine daha benzer kılıyor. Aile artık eskiden olduğu kadar farklı kültürel temsiller içermiyor. Amerika’daki aile ile Asya’daki bir aile modeli bu teknolojik ağ sayesinde aynı ürünleri tüketiyor, aynı yeme tarzını benimsiyor ve aynı gündelik içeriklerle hayatını geçiriyor. Yaşadığı ve görmeye alıştığı içeriklerle etik ve ahlaki değerlerini de yeniden kurguluyor. Mesela kuşaktan kuşağa aktarılan mirasların bugünlerde küresel eğilimlere gönüllüce değiştirildiğine şahit oluyoruz. Geçmişe kıyasla aileler mahrem örtülerini kalın ve tutucu buluyor. Başkalarının yani aile dışındakilerin öğrenmemesi gereken mahremiyeti içeren her bilgi; perdesiz, camsız, gizli-saklısız evlerin seyirliği oluyor. Artık ne baş kırılıp fes içinde kalıyor ne de kol kırılıp yen içinde. Aile içerisindeki anlaşmazlıklar da mutluluklar da duyuruluyor, seyrettiriliyor. Bir gizlenme ve sığınma yuvamız olan meskenimiz, bu durumda aile üyelerinin gizliliğini koruması gereken bir kale olmaktan çıkıp; bakıp izlenme yeri yani seyirlik oluyor. Trend olan aile, artık tülün arkasından izlenen, saydam bir yuva. Tüller yani ailenin mahremiyet örtüsü aile bireyleri tarafından o kadar gönüllüce aralanıyor ki ailenin olmazsa olmazı sadakat, sevgi, güven ve samimiyet yara alıyor. Önceleri kime ne zarar verebilir ki diye kıyısından başladığımız mahremiyet yitimi en büyük zararı kendimize, çocuklarımıza ve gelecek nesillere veriyor. En basitinden bir ebeveynin çocuklarının fotoğraflarını, videoları, diplomalarını, kişisel belgelerini, çocuğuna karşı duyduğu hissiyatı gerek hayatın doğal akışında aile dışına mevzuu yapması gerek çevirim içi günlüklerde paylaşması derken bir bakıyoruz ki ana babalık, evlatlık kurgusal kimliklere bürünmüş. Nefsimizin yönlendirmesi ile tanımladığımız yeni suni kimliklerimiz elde mevcut bize hiç benzemiyor. İnancımızla, geleneğimizle ve fıtri olanla makası açan bu yeni eğilimlerimiz aslında hepimizin manevi ikliminde ağır bir yük oluşturuyor ve bu yükü toplumsal olarak hatta küresel olarak itiraf ediyor ve çözüm arayışları düşünüyoruz. Sorunu küresel bir köy ortamında kazandığımız için çözümü de küresel arıyoruz. Oysaki alınacak tedbir ve çözüm önerileri için Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifler bizim uygulamamız için hazır bekliyor. Ailemizi ve mahremiyetimizi korumak, kimliğimizi inancımıza uygun bir duruşla servis etmek, dijital teknolojinin vasıtalarının hayatımızın parçası oluşu inancımızla, gelenek ve kültürel kimliğimizle ters düşmek zorunda değil. Akıllı uygulamalar, yapay zekâ, arttırılmış gerçeklik bizden daha akıllı ve donanımlı olamayacaktır. Bunun sözünü bize bizi yaratan Rabbimiz vermiştir.
“Gerçekten biz, Âdemoğlunu şerefli kıldık… Ve hakikaten onları yarattıklarımızdan pek çoğuna üstün kıldık”.İsra 70
Yeryüzünün halifesi, gözbebeği olarak yaratılan insan mı daha donanımlıdır yoksa insanın Allah’ın kendisine verdiği aklı kullanarak icat ettiği uygulayımbilim mi? Bunun cevabı insanoğlunun seçimlerinde gizlidir. İnsan isterse eliyle ürettiklerine teslim olur ve ona köleliği seçer, isterse sahip olduklarını ve inşa ettiklerini kendisi ve tüm insanlığın faydasına sunar. Geçmişte, şimdi ve gelecekte insan seçim yapmak ve sonuçlarını omuzlamakla baş başadır. Kendisinde, ailesinde, muhitinde tüm insanlıktaki kanayan, hastalıklı yerleri bulma ve onarma gücünü Allah insana vermiştir, yeter ki bunu dert edinelim.
Bir memleket aydınımızın parmak bastığı gibi yeter ki insana tutunalım, yeryüzünü Peygamberle algılayabilelim ve çok daha derinlere kök salmış olarak yeryüzünün bir yerinden filiz verelim.
“Büyük bir yalnızlık içindedir çağdaş insan, çünkü unuttuk sevgiyi, uygulayımbilimin yoğun ağırlığı altında büküldü belimiz, ruhumuzun gereksinimlerini konuşmanın ayıp olduğu bir çağda insanlık idam edildi. Yana kaymış gözlerimizle, birbirimizin asılı bedenlerini seyrediyoruz ipte. Sürekli, bir tutunma, bir dayanma gereğini duymuşumdur; gerekiyor çünkü ulaşılınamayacak bunsuz hiçbir yere: bunsuz bir milimetre ilerlenemez: tutunmadan insana, insana yeniden bağlanmadan, insanı yeniden sevmeden, insanların acılarıyla yeniden acılanmadan: insanla ulaşılacak Tanrı’ya.”1
Aslıhan Tonguç
Kaynakça:
Feyzül Furkan açıklamalı Kur’an Meali, Hasan Tahsin Feyizli.
Mehmed Zahid Kotku, Tenbihler.
1 Nuri Pakdil, Bağlanma, syf 17.