14 Ekim 2024 / 10 Rebiül Ahir 1446

Sonbahar

Fânî ömür biter, bir uzun sonbahâr olur.

Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, târümâr olur.

 

Mevsim boyunca kendini hissettirir vedâ;

Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.

 

Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir;

Günler hazinleşir, geceler uhrevîleşir;

 

Teşrinlerin bu hüznü geçer tâ iliklere.

Anlar ki yolcu, yol görünür serviliklere.

 

Dünyânın ufku, gözlere gittikçe târ olur,

Her gün sürüklenip yaşamak rûha bâr olur.

 

İnsan duyar yerin dile gelmiş sükûtunu;

Bir başka mûsıkîye geçiş farzeder bunu;

 

Teslîm olunca va’desi gelmiş zevâline,

Benzer cihâna gelmeden evvelki hâline.

 

Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya,

Ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya,

 

Duymaz bu ânda taş gibi kalbinde bir sızı:

Farketmez anne toprak ölüm mâceramızı.[1]

 

Çocukluğumdan bu yana her okuduğumda gönlüme hüzün çöktüren bu şiiri yaşım ilerledikçe daha çok anlar oldum. Yaprakların sararıp turunculaşıp bir renk cümbüşü oluşunu zevkle izlerken, dalından kopup uçuşmasındaki, toprağa düşüşündeki ayrılık acısını sezer oldum.

Şairin dediği gibi sonbaharla birlikte yaprak, çiçek, kuş dağılıyor, tarumar oluyor. Ömrümüzün sonbaharında dağılan biraz da yakınlarımız değil mi? Bir yuvada büyüyen çocuklar evden uçup giderken, onlarla ilgili endişeler, kaygılar, ihtimamlar bitmezken, iyilik haberlerini almak için beklenen zaman uzuyor. Her akşam bir sofrada acı, tatlı sohbetler ederken gözünün içine baktıklarımız, kim bilir nerelerde, ne dertlerle uğraşıyor. Gözünün bir ışığından kalbini gördüklerimizin telefondaki sesinden neşe ve kederlerini sezmeye çalışmak… Geçen zaman bunu da öğretiyor.

Nefesimizin kesildiği yokuşlar, ağrıyan dizler, yazılarını seçemediğimiz satırlar. Neler söylüyor bize? Yalnızca yılların yitip gittiğini mi, insan olarak acziyetimizi mi, yoksa faniliğimizi mi anlatıyor bize?

Dostlar, akrabalar, sevdiklerimizden kaybettiklerimiz, bir daha göremeyeceğimiz, haber alamayacaklarımız. Yaşlandıkça hayatımızdan eksilenler. Kaybettiklerimiz arttıkça, hele akranlarımız vefat ettikçe yüreğimizde hüznün yanında bir kaygı belirir.

“Meyvenin çekirdeğini içinde taşıması gibi insan da ölümü içinde taşır.” diyen Rilke’yi haklı çıkaran yıllar yolumuzun serviliklere uzandığını hissettirir. Saça düşen bir ak, yüzdeki bir çizgi.

İnsanın kendi ölümüyle en çok ve yoğun yüzleştiği bir dönemdir yaşlılık. Hiç kolay olmayan bir yüzleşme. O zamana kadar daha gencim diye kendimizi avutmuş olsak da kaçamayacağımız bir noktaya gelmişizdir. Her birimiz farklı yaşar bu dönemi. Kimimiz hayattan bir çekilme, vazgeçme, hatta kendini ihmal etmeyle, kimimiz yaşlılığı inkar edip daha gencim diyerek, daha büyük bir hırsla hayata sarılarak, kimimiz de kaçınılmaz olan ölümü kabullenip elde kalan meçhul zamanı en anlamlı, en değerli, en keşke denilmeyecek şekilde değerlendirerek.

Hepimizin çevresinde yaşlılığı olgunlukla, hoş geldin dercesine karşılayan insanlar vardır. Nedense çocukluğumdan bu yana o insanları farklı bir ilgi ve sevgiyle gözlemlemişimdir. Bir çocuğun gözlerinin içine bakıp onu dinleyecek ve sorularına yanıtlar bulacak kadar sabırlı ve yumuşak huyludurlar. Belki ilgimin sebebi buydu. Onların yanında huzurlu hissedersiniz. Gözlerinde çocuksu bir masumiyetin pırıltısıyla bakarlar, aydınlıkları size de bulaşır. Oysa ne büyük acılar yaşamışlardır, duyduğunuzda şaşırırsınız. Kimi evladını, kimi eşini kaybetmiştir ya da yoksunluklarla, ciddi rahatsızlıklarla baş etmişler, yakınlarının bakımlarını üstlenmişler, birçok kimsenin yapamayacağı fedakârlıklar yapmışlardır.

Dışlarından değil de içlerinden ışık saçan bu insanlar nasıl böyle olabilmişlerdir? Başkalarının ne büyük çileler çekmiş diyecekleri bir hayattan sevgi, merhamet, metanet, saygı, diğerkamlık, bilgelik damıtmışlardır. Hal ve hareketlerine baktığınızda hemen hiç üşenme, yüksünme yoktur. Başkalarının kusurlarıyla uğraşmadıkları gibi uyarmaları elzem olduğunda zarafetle uyarırlar, öyle ki uyarılanda öfke değil minnet duygusu uyanır. Çevrelerinden bir şey bekledikleri ve umdukları pek nadirdir, ummazlar ve küsmezler. Hele kin gibi duyguları gönüllerinde hiç eylemezler, hoşlukla yolcularlar.

Elbet sizin de etrafınızda böyle yaşlılar olmuştur. Hayatın yaşam koçlarından öğrenilmediği, krizi fırsata çevirmek sözündeki fırsatın ille de maddi bir fırsat olmadığı zamanlarda, manen de büyüyen bu ruhlarla ünsiyet kurmak, tanımak, hayatı onlardan dinlemek, öğrenmek ne büyük nimettir.

Çocukluğumdan bu yana ilgi ve sevgiyle gözlemlediğim, gözlerindeki sevgi ve şefkat ışığına hayran kaldığım, tüm bilge yaşlılara minnet ve hürmetlerimle…

 

Işık Sadberk

[1] Yahya Kemal BEYATLI (Kendi Gök Kubbemiz, İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları)