الحمد لله))
Şimdi bu mübarek ayetin (Fatihâ Sûresi’nin 1. âyetinin) mukaddes kelimelerini dinleyicilerimize anlatmaya başlayalım:
el-Hamdu الحمد)): Hamd, belirli hamd, bütün hamd manasına.
Biraz da Arapça dersi vermiş gibi olalım, yavaş yavaş Arapça’ya da aşinâlığı artsın kardeşlerimizin, dinleyicilerimizin. Arapça’da kelimelerin başına “ال” (elif-lam takısı) gelebilir. Bu İngilizce’deki “the” gibidir. Almanca’daki “der, die, das” ön takıları, artikelleri gibidir. Fransızca’daki “la, lö” gibidir. Yani belirlilik bildirir.
El-Hamdü demek, belirli hamd demek. Veyahut bütün hamd cinsi demek, yani her çeşit hamd demek olabilir.
Şimdi bu hamd ne demek? Hamd, hamide-yahmedü fiilinin mastarıdır. Övmek demek. Ama fiil geçişli fiil olunca, müteaddî olunca, geçişli mastar da olur, geçişsiz yani edilgen mastar da olabilir. Yani hamd, övmek manasına da gelebilir, övülmek manasına da gelebilir. el-Hamdü, övmek. Burada övülmek manası daha uygun düşüyor ibârede. Övülmek.
Övülmek ama nasıl övülmek? Bunun da inceliği var. Arapça’da övülmek sözümüzün karşılığında bazı kelimeler var, onları hatırlayalım: Meselâ “medih” sözü var. Methetmek, övmek demek Arapça’da. Medeha-yemdahu-medhan, övmek demek. Zaten “hamd” ile “medih” bakınız, birbirine benziyor.
Arapça’da biiştikâk-ı kebir vardır; yani birbirine benzeyen harfleri ihtiva eden kelimeler arasında manalar yakınlığı da vardır. Yani harflerin de bazı manaları vardır Arapça’da.
Bir kelime “medih”. Medih ne demek? Övmek demek; Türkçe’deki övmenin Arapça’daki karşılığı. Bunun zıddı övmemek veya kötülemek manasına zem kelimesi var. Onu da biliyorsunuz. Medih ne demek? Haklı veya haksız övmek demek. Bazen hayalî, bazen gerçek. Bazen yalan, yağcılılık, dalkavukluk için; bazen gerçek, doğru; karşı tarafı övmek demek. O halde bu tam övmenin karşılığı medih. Ama hamd o değil.
Hamd, medihten biraz daha dar anlamlı, yani daha özel demek. O ne demek? Bir kemal ve hüsne, yani bir olgunluğa, bir güzelliğe karşı, bir ikram veya ihsan etsin veya etmesin, o hüsnün, o kemâlin sahibi ikram etmiş de olsa, etmemiş de olsa, tâzim ve takdir ile yapılan övgüye hamd denir.
Şimdi bunu biraz açıklayalım: Bir kere hamd edilen kimse, kemal ve hüsün sahibi olacak, yani olgun, eksiksiz ve güzel olacak. Hamd eden kişi de ona karşı tazim, yani onu gözünde büyütme, takdir, takdirkârâne duygular besleme duygusunda olacak. İsterse o hamd ettiği, kendisine bir ihsanda, ikramda bulunmuş olsun, isterse bulunmamış olsun. Bulunmasa da bulunsa da onu övmeye, tazim ve takdir ile övmeye, ama haklı bir güzellik, haklı bir kemalden dolayı övmeye hamd denir. Demek ki medihten daha özel, daha asil, daha yüksek bir manası var.
Medih, dalkavukluk için de olabildiğinden bazen doğru, bazen yanlış olur ama hamd gerçek bir durum karşısında yapılan gerçek bir namuslu, dürüst, güzel bir övgü demek oluyor. Medih haksız olursa, Peygamber Efendimiz onu takdir etmiyor, yasaklıyor. Hatta birisi size karşı sizi överse, siz ona yüz vermeyin manasına, “Uhsü’t-turâbe fî vücûhi’l-meddâhîn”/ “Meddahların, dalkavukların, medih yapıcıların yüzlerine toprak saçın!”[1] buyuruyor. Yani, aaa teşekkür ederim filân demeyin, koltuklarınız kabarmasın, şımarmayın, aldanmayın; onların yalancı olduğunu bilin, yüzüne toprak saçın, diyor. Ters bir davranış; yapmasın bu kötülüğü, dalkavukluğu diye engelleyin demek istiyor. O yanlış, doğru değil. Ama hamd makbul bir şey. Onun için, Allah’ın sevdiği kullar hammâd, çok hamd edici kullardır.
Hamd makbul bir şey. Onun için, el-hamdü lillâhi alâ külli hâl/ her halde Allah’a hamd olsun, diyoruz. Veya el-hamdu lillah/ hamd Allah’ındır, diyoruz. Bu ne demek: Bir ikram ve ihsan olsun veya olmasın, zaten Allahu Teâlâ hazretleri kemal ve hüsün sahibi olduğundan hamd O’nundur. Yani isterse bize ikramı gelsin, ister gelmesin -zaten sayısız, hadsiz, hesapsız ikramı var ama- zâtında kemal ve hüsn olduğundan, hamd aslında, daha ziyade, en çok Allah’a yapılır. Dildeki kullanış da böyledir. Çünkü her türlü olgunluğun, güzelliğin yaratıcısı, sahibi O.
Onun için de dinî sözlerimizde, hadis-i şeriflerde, Kur’ân-ı Kerîm’de hamd kelimesi tesbih kelimesiyle beraber geçer: Subhânallâhi ve bihamdihî/ Allah’ı tesbih ederim ve ona hamd ederim. Yani her türlü noksandan münezzeh olduğunu düşünürüm, öyle överim; zâtında övgüye layık olduğundan O’nu överim, demek oluyor. Bu manasıyla özel bir medih, haklı bir medih demek oluyor.
Tabi medih kelimesi gibi bir kelime daha var Arapça’da, onu da hatırlayalım: Senâ. Medh ü senâ etmek deriz. Birisinin böyle iyi, güzel sıfatlarını sıraladık mı karşısında, haklı veya haksız övdük mü, medh ü senâ etti denir. Senâ, yüceltmek, yükseltmek manasına geliyor.
Hattâ “Seniyyetü’l-vedâ’” diye bir ibare de kulağınıza gelmiştir. Medine-i Münevvere’de seniyyetü’l-vedâ’… Seniyye, yüksek tepe demek. Yani yine bu yükseltmek kelimesiyle, yüce olmak kelimesiyle ilgili. “Veda Tepesi” demek. -Bu arada cümle-i mu’tarıza diyelim, parantez dememek için- Medine’de iki tane Seniyyetül-Vedâ’ vardır. Birisi Peygamber Efendimiz’in mescidinin olduğu Medine i Münevvere’yi ziyaretten artık ayrılıp, giderken şöyle bir son defa dönüp Mescid-i Nebevî’yi görebilecekleri yüksek bir tepeydi. Orada bir mescid vardı, “Seniyyetü’l Vedâ’ Mescidi” denirdi. Oradan gözyaşlarıyla âşık-ı sadıklar, ziyaret ettikleri Peygamber Efendimiz’e salât u selâmlar getirerek ülkelerine dönerlerdi. Bir Seniyyetül-Vedâ’ bu. Bir de son zamanlarda yaygınlaşmış ilahi var: “Talea’l-bedrü aleynâ min Seniyyeti’l-vedâ’” diye güzel nameli bir ilahi, biliyorsunuz. Peygamber (sas) Efendimiz Mekke-i Mükerreme’den Medine i Münevvere’ye hicret ettiği zaman, ahali yollara dökülmüş, tepelere çıkmış. Yolları gözlemiş, ufukları gözlemiş; yolcular ne zaman gelecek diye merak içinde, aşk içinde, iştiyak içinde beklemişler. Böyle bir Seniyyetü’l-Vedâ’ daha var Medine-i Münevvere’de. O da Mekke tarafından gelenlerin Medine’ye gelmeden önce ilk defa görünebildikleri taraf. Bu demin söylediğim yerin aksi tarafı. O Seniyyetü’l-Vedâ’da bekleyiciler durmuşlar, Peygamber Efendimiz’in Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz’le geldiklerini görünce aşk u şevk ile neşîdeler, ilahiler söylemişler.
Senâ, yüceltmek demek oluyor, medihle beraber kullanılıyor. Ama hamd daha özel, daha haklı bir övgü demek oluyor.
Bir de şükür var biliyorsunuz. Şükür, yapılan bir iyilik ve verilen bir nimetin karşısında duygularını ifade etmek; onun karşısında övmek. Türkçe’de “teşekkür ederim” diyoruz buna. Tabi bu, bir nimetin verilmesinden sonra yapılmış oluyor. O bakımdan da hamdden farkı var. Eğer bir nimet olmasa bile, hamd yine Allah’ındır. Ama tabi sonsuz nimetleri var, ayrı. Demek ki şükürden daha farklı bir anlamı var. Minnet dolu, takdir dolu, haklı bir övgü demek. İşte böyle bir övgü manasına geliyor hamd kelimesi.
Bu şükrün tariflerinde, yapılan bir iyiliğe, verilen bir nimete karşı yapılan övgü denir. Bu kavlen olur. Meselâ, “çok teşekkür ederim” demek. İçten minnettarlık duyarak olur. Bu da kalbî bir şey, derûnî bir durum. Bir de fiilen olur. Yani sana o iyiliği yapan kimseye fiilen sen de iyilik yaparsın. Allah’a şükür de, Allah’ın iyiliğine, ikramına, nimetlerine karşı itaat etmekle olur. Nitekim Cüneyd-i Bağdâdî’ye hocası “Sen söyle bakalım, şükür nedir sana göre?” diye sorunca; “Allah’ın nimetlerini yiyip de, ona âsî olmamak.” diye tarif eylemiş. Bu fiilî şükür işte. Yani nimeti alıp, nimete göre itaat etmek, fiilen şükretmek oluyor. O halde hamd, bu şükrü de ihtivâ ediyor. Allah’ın nimetlerini düşünüp, minnetli, şükürlü, teşekkürlü, haklı, hayran, takdirkâr bir övgü demek. Böyle bir övgü, haklı bir övgü.
“lillâhi” ne demek? “Allah içindir” demek. “Allah” kelimesinin başına “لِ” (li) harf-i ceri gelmiş denilir buna. Başa gelen bu “li” edatına harfi cer denir, bu “li” edatı hurûfu cerlerdendir, harf-i cerlerden bir tanesidir.
“İçin” manasına gelir. Türkçe’de şunun için, bunun için diyoruz ya…“el-hamdü lillâh”, hamd Allah içindir, demek olur. Yani bir hamd yapılırsa Allah için yapılır, Allah ‘a yapılır, O’na yapılır demek. Bir mana bu.
İkinci manası; bu “li” mülkiyet ifade eder. Övülmek Allah’ın hakkıdır, O’nun mülküdür, O’na mahsustur, Allah’ındır. “-ın” takısıyla, iyelik takısıyla bunu böyle tercüme etmek de mümkün. Yani, “övülmek Allah’ındır” ne demek olur? Her övgü Allah’ın hakkıdır, O’na gider. Neyi övsen, neye baksan, neyi sevsen, yaratanı Allah olduğu için, her övgü Allah’a gider, O’nundur. Meselâ gülü seviyorsun, rengini seviyorsun. Gülün bir şeyi yok ki, gülü yaratan Allah. Kokusunu seviyorsun, o kokuyu veren Allah. Üzüme o lezzeti veren Allah. Bala o güzelliği veren Allah. Arıya o balı yaptıran Allah… Demek ki el-hamdü lillâh, hamd Allah’ındır; yani o güzel, haklı övgü Allah’ın hakkıdır, Allah’ındır manasına gelebilir.
Bu iki mana da mümkün. Hamd Allah’adır, Allah içindir veya Hamd Allah’ındır, her hamdin hakîkî sahibi, hakiki muhatabı Allah’tır, demek olabilir. “Külli senâin yeûdü ileyhi”, her medh ü senâ döner dolaşır, işte onu yaratan, o şeyi yaratan hâlıka, yani Allah’a gider, demektir.
Şimdi bu “el-hamdü lillâh” sözünün hüküm manası, ihbarî manasıdır. Arapça’da bu cümle, bu ifade, evet bu böyledir diye, bir hakikati belirtmek için kullanıldığı gibi; bu ifade, bu ibare, inşâî manada da kullanılmıştır. İnşâî mana ne demek? Yani dua gibi, “Hamdolsun Allah’a” manasına da gelir bu.
Nitekim Peygamber (sas) Efendimiz bir hadis-i şerifinde buyuruyor ki: “Efdalü’z-zikri lâ ilâhe illallah”/ “Zikrin en üstünü, en güzeli, en faziletlisi, en sevaplısı ‘Lâ ilâhe illallah’tır.” diyor. Tamam, “Lâ ilâhe illallah”ı çok diyelim. “Ve efdalü’d-duâi elhamdü lillâh”/ “Ve duanın da en faziletlisi, en üstünü, en güzeli, ‘El hamdü lillâh’tır.”[2] Yani el-hamdülillâh da duaymış. Demek ki o zaman, “hamd olsun Allah’a” manasına geldiğini gösteriyor.
Hakem bin Ümeyr’den rivayet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz yine bir hadis-i şerifinde de açıkça buyurmuş ki: “el-Hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn dediğin zaman, sen Allah’a şükretmiş olursun; O da sana nimetini arttırır.” Demek ki “el-hamdü lillâh” demek, hamd olsun Allah’a, demek oluyor. O zaman şükretmiş oluyor insan.
Ve Allah da âyet-i kerimede, “Lein şekertüm leezîdenneküm”/ “Eğer siz benim verdiğim nimetleri anlar, hamd eder, şükrederseniz; ben de sizin nimetinizi arttırırım.”[3] dediğinden, Peygamber Efendimiz de onu ifade ediyor: El-hamdü lillâh, dediğin zaman Allah’a şükretmiş olursun, O da senin nimetini arttırır, buyuruyor.
el-Hamdü lillâh önemli bir ibare. İnsanın nimetlerini arttırır, kesesini doldurur, bütçesini genişletir, yaşamını rahatlatır, saadetine saadet katar. O kadar önemli.
Fâtiha’yla ilgili bir başka uzun hadis-i şerifte de: “Kul el-Hamdü lillâhi rabbil-âlemîn deyince, Allahu Teâlâ hazretleri der ki: ‘Kulum bana şükretti.’”[4] Demek ki, “el-hamdü lillâh” demek şükür demekmiş. Buradan, bu üç örnek, bu üç delille neyi söylemiş oluyorum: “el-hamdü lillâh”, hamd olsun Allah’a, şükür olsun Allah’a, demek oluyor. Allah da bu sözü seviyor. Yani dua manasına… Şu şöyledir, diye bir hüküm bildiren manası da olabilir. Ama “el-hamdü lillâh” sözünün, hamd olsun Allah’a, diye böyle bir dua manası da olduğu anlaşılıyor.
Özetleyecek olursak: “El-hamdü lillâh” demek, hamd Allah içindir, yani hamd Allah’a olur; hamd Allah’ındır, yani O’na gider, O’nun hakkıdır; başkasına hamd yaraşmaz, yakışmaz, çünkü her nimeti veren O’dur veyahut da, “el-hamdü lillâh” hamd olsun Allah’a, demek manasına geliyor.
*Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan, AKRA FM, 27 Ekim 1998 tarihli Tefsir Sobeti’nden alıntıdır.
**Sohbetin baş tarafı önceki bültende yayınlanmıştır. Devamı, sonraki bültenlerde yayınlanacaktır.
[1] Müslim, Zühd 69; Ebû Dâvud, Edeb 9; Tirmizî, Zühd 55; İbn Mâce, Edeb 36 [2] Tirmizî, Deavât 9; İbn Mâce, Edeb 55 [3] İbrahim Sûresi, 7. ayet [4] Müslim, Salat 38; Muvatta, Salat 39