İnsan, yaratılış itibariyle toplum içinde yaşamaya yatkındır. Bu duruma rağmen yalnızlık diye bir sözcük de insan hayatında, önemli bir yer tutmaktadır.
Yalnızlık, zaman zaman bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkar. İnsan, en çok da iç yolculuğuna yoğunlaşmak için yalnız kalmaya ihtiyaç duyar. İç yolculuğunu sürekli hale getirebilen kimseler ise somut bir yalnızlığa ihtiyaç duymadan, toplum ile iç içe bir halde de bu yolculuğa devam edebilirler.
Yalnızlık, bir gelişim süreci olarak, süreli bir şekilde tercih edildiğinde faydalı bir haldir. Mesela Ramazan ayında uygulanan itikaf ibadeti, bunun bir örneğidir. Ancak bu durum, süreli olmaktan çıktığında, yani hayat tarzı haline gelmeye başladığında, hoş karşılanmaz.
Allah’ın elçisi (sas), İslam’da ruhbanlığın olmadığını net bir şekilde ifade ederek, İslam Dini’nin bu konuya yaklaşımını ortaya koymuştur.[1] Zira İslam, tam anlamıyla fıtratla örtüşen bir sistemdir. Bu sebepledir ki Yaratıcı, sosyalleşme beceri ve ihtiyacı ile yarattığı insan için, bireysel bir sistem kurmamıştır. Yaratıcı’nın kurduğu sistem, her vesile ile insanı toplumun içinde olmaya yönlendirir. Hemen herkesin aklına ilk gelebilecek örnek, cemaatle kılınan namazın, tek başına kılınan namazdan daha faziletli olduğunu bildiren hadis-i şeriflerdir.
Yine bu sistemde, insanın diğer insanlarla olan münasebetlerinin her biri sevap ya da günah vesilesidir. Sevap vesilesi olan davranışları güzel ahlak olarak tanımlarız. Ve Efendimiz’in (sas) bildirdiğine göre “Bir mümin, güzel ahlakı sayesinde, gündüz oruç tutup gece namaz kılan kimselerin derecesine ulaşır.”[2]
Hadis-i şeriften anlaşıldığı üzere, insanlarla kurulacak güzel ve faydalı münasebetler ibadet değerindedir. Yalnız yaşayan kimseler ise bu değerden mahrum kalmaktadır. Diğer taraftan, bu değere sahip bir toplum içinde yalnız bireylerin bulunması, yalnızlık gibi bir mahrumiyetin olması da mümkün değildir. Eğer, inanan bir toplum içinde yalnızlık ile ilgili buhranlar yaşanıyorsa, bu o toplumun inandığı değerleri tam yaşayamadığına işaret olarak görülebilir.
İnsan kullanım kılavuzumuza baktığımızda, konu ile ilgili birçok ayet-i kerimenin yanı sıra, müminlere hitap eden bir ayet vardır ki, bu ilahi emir gereği yalnızlık pek de mümkün olmaz: “Hepiniz toptan Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın, (onu hayata hâkim kılın, ihtilaf ve tefrikaya düşüp fert fert, grup grup) parçalanıp ayrılmayın…”[3]
Ayet-i kerimeye göre, inanan bir insan, diğer inananlarla birlikte Yaratıcı’nın kurduğu sistemi yeryüzündeki hayata hâkim kılmaya çalışma sorumluluğunu üstlenmiştir. “Hepiniz toptan…” ibaresi gereğince, diğer inananları görmezden gelerek, tek başına bu yolda ilerlemeye çalışmak doğru bir davranış olmayacaktır. İnananların hepsi, aynı amaç doğrultusunda, aynı istikamette ilerlemeli; birbirinden haberdar olmalıdır. Maksuda ulaşmak, böylece mümkündür.
Aksi taktirde, bireysel çabalar, söz konusu ayet-i kerimede yasaklanan, parçalanıp ayrılmanın önünü açacak ve maksuda ulaşmak yerine hızı kesilmiş bir rüzgâr gibi yarı yolda kalınacaktır.
Ters açıdan bir soru gelebilir akıllara: İnsanlık tarihinde yalnız kahramanlara dair rivayetler de çoktur. Hatta Hz. İbrahim (as) tek başına bir topluma isyan etmişti. Bu durum yalnızlığı reddeden sistemle çelişmez mi?
Dikkat edilirse, iyi ve güzel amaçlara sahip olan inanan kimselerin, fert fert hareket etmesi uygun görülmemiştir. Ancak bulunduğu toplumda, başka inanan kimse olmadığında, kişi tek başına bir toplum gibi hareket edecektir, Hz. İbrahim (as) örneğinde olduğu gibi.
Sapkınlıklara taviz vererek birlik sağlamak, maksuda ulaşmaktan vazgeçmek demektir. Onun içindir ki Allah’ın elçisi (sav) “Bir elime dolunayı, bir elime güneşi verseniz bu davadan vazgeçmem.” diyerek inanmayanlarla birlik olmamış; az sayıda inanan kişi ile hak yoluna devam etmiştir.
İslam Dini, hak yolda birlikteliği her vesile ile teşvik eden bir sistemdir. İnanan kişi, diğer inananlarla birlikte yürümekle yükümlüdür. Onları arayıp bulmakla, sorup gözetmekle sorumludur. Ve hatta inanmayan kimseleri de bu güzel birliktelikten haberdar etmekle sorumludur. İnsan, diğerleri ile kurduğu ilişki nispetinde değerlidir.
“Allah, kendi yolunda (birbirine) kurşunla kenetlenip kaynaşmış bir yapı gibi saf halinde (kendi yolunda) savaşanları sever.”[4] ayet-i kerimesi bu birlikteliği tarif etmektedir. Hep birlikte, toptan, Allah’ın ipine sarılmak, “birbirine kurşunla kenetlenip kaynaşmış bir yapı” gibi olmayı gerektirir.
Kılavuzumuzda böyle yol gösterilirken, hâlâ yalnız kalabilir miyiz?
Zeynep Yaren Çelikbilek
[1] Bkn: Dârimî, Nikah 3; Müsned, c.3, 82,266; c.6 226
[2] Ebû Dâvûd, Edeb 7; Tirmizî, Birr 62
[3] Kur’an-ı Kerim, Âl-i İmran Sûresi, 103
[4] Kur’an-ı Kerim, Saff Sûresi, 4