Yalnızlık başka anlamları olsa da genel olarak “yalnız olma” durumu, kimsesizlik anlamında kullandığımız bir kelime. Kelimeyi bu anlamı ile daha çok diğer insanlarla ilişki ve temasımızı kast ederek kullanıyoruz. Tarife dönecek olursak, kullanılan “kimse” kelimesi ile yalnızlığın tekil olma anlamı üzerinden açıklandığını görüyoruz.
Yalnızlık genelde pek arzulanmayan tercih edilmeyen bir durum. Bunun da makul sebepleri var; bir anneden doğarak başlıyor hayatımız ve çocukluk aşamasını tamamlayana kadar başkalarının bakım ve gözetimine muhtaç oluyoruz. Yani hayatımız hemcinslerimiz ile kuracağımız temas ve ilişki mihverinde gelişiyor. İnsanoğlu; düşünme, konuşma, duygulara sahip olma, evlenerek çoğalma, birlikte yaşama, en önemlisi düşünme/akletme sayesinde kendi varlığını ve evreni anlamlandırma kapasitesi olan bir varlık olarak iç ve dış aleminde fizik-metafizik olarak sürekli bir temas ve iletişim halinde bulunuyor. Bu yönü ile insanın mutlak ve süresiz şekilde “yalnız” olması ve kalması mümkün değil.
İletişim ve temasın türleri olduğunu düşündüğümüzde fiziki anlamda yalnızlık, duygusal anlamda yalnızlık, fikri ve düşünsel anlamda yalnızlıktan bahsetmek de mümkün. Bu meyanda “Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir / Gittikçe artıyor yalnızlığımız” mısralarında C.S. Tarancı merhumun fiziksel ve duygusal bir yalnızlıktan yakındığını ve yine “Anlarsa uzağım yakınımdır, anlamazsa yakınım uzağımdır” ifadesinde İsmail Fakirullah Hazretlerinin ilişki ve iletişimde fiziki yakınlıktan çok fikri ve duygusal bir iletişimi ön plana çıkararak fikri bir yalnızlıktan bahsettiğini söyleyebiliriz. Bu iletişim türlerinin tamamı insan için bir gereklilik arz etmekle birlikte kişi, yer ve zamana göre bunların önceliği değişebilmektedir.
Bir de kelimenin genel anlamı dışında, inziva, uzlet gibi kavramlarla ifade edilen yalnızlık türü vardır ki bu tür yalnızlık, tercih edilen yalnızlık olarak tanımlanmaktadır. İslam düşünce tarihinde kişinin Allah’a daha fazla ve daha ihlaslı bir şekilde ibadet etmek için dünyevî işlerden kendini soyutlayarak bütün varlığıyla Hakk’a yönelmesi olarak tanımlanan uzlet kavramı da tercih edilen yalnızlık ile yakından ilişkilidir. Nitekim uzlet; “Bir müminin Hakk’a yakın olmak maksadıyla yalnızlığı tercih edip kendini dinlemesi, zihin ve kalp temizliğiyle uğraşmasıdır”[1] şeklinde de tanımlanmıştır.
Dikkat edilecek olur ise halvet, uzlet veya inziva anlamında bahsedilen yalnızlıkta kişinin mutlak anlamda iletişim ve temas yetilerinden soyutlanmasından değil, belki bu yetilerin bir kısmından uzaklaşıp diğer bir kısmına yoğunlaşmasından bahsedilmektedir.
Madde ve ruhtan müteşekkil olan insan, baş gözü ile elde ettiği görme kapasitesi dışında basiret kavramı ile tanımlanan gönül gözüne, keza kulakları ile duyduğu sesler dışında zihninde canlanan ilhamlara, vicdanında yankılanan sezgi ve duyuşlara da sahiptir. Fakat bu ilham ve sezgiler ancak saf ve berrak gönüllerde duyulur ve sezilir. Maddeden gayrısını fark edemeyen, dünyevi seslere boğulmuş insan kendi irfanının ve vicdanının sesinden uzaklaşacak, fiziksel /bedensel iletişim ve zevklerin hâkim olduğu bir bünyede ruhun sesi duyulmayacak ve insan gerçek anlamda iç huzurdan mahrum kalacaktır.
İşte inziva anlamındaki yalnızlıkta kişi adeta maddi ve dünyevi olanla temasını sınırlayarak manevi ve aşkın olan ile temasını geliştirmeye çalışmalı ve iç sesini dinleyerek kendisi ile yüzleşmeyi, yaratıcısı ile iletişimi hedeflemelidir.
Yalnızlığın değeri de bu yüzleşme ve irfan olacaktır.
Vesselam…
Beyhan Büşra ÖZKUL
[1] İslam Ansiklopedisi Cilt.42 sf.257