Yaşlanma doğumdan ölüme kadar olan bir süreç. Yaşlılık ise literatürde 65 yaş ve sonrası dönemi kapsıyor. Bu dönemde zihinsel ve fiziksel işleyişte/sağlıkta bozulmalar, gerilemeler, güçten düşme; gerek alış-veriş, gerek kişisel bakım ihtiyaçlarını tek başına giderememe, sosyal etkinliklerde azalma, yalnızlık vb. görülebilip bu durumlar da yaşlıda yetersizlik ve bağımlılığa sebep olabiliyor. Bu durumda yaşlı birey ailenin ve çevrenin destek ve hizmetine ihtiyaç duyar. Bu beklentiler ve ihtiyaçlar bazen farklı davranışlarla gösterilebilir. İnsanlar farklı kişiliklere ve yaşantılara sahip olduklarından isteklerini her zaman net ve açık bir dil ile ifade edemeyebilirler. Çoğu zaman eleştiri dili ile gelir bu. Yaşlı birey ailesini kendisi ile ilgilenmedikleri için eleştirmeye, suçlamaya, etrafa dert yanmaya başlar. Bu tutum kişilerarası ilişkilerde zorluğa sebep olur.
Yaşlının sürekli ağrılarından ve hastalıklarından bahsetmesi, sızlanması, hastane hastane dolaşması, sürekli tansiyonunu ölçtürmesi, hastalanmasını çevresine yüklemesi ve suçlamalarda bulunması vb. davranışlarının sebebi gerçek bir fiziksel hastalık değil, ilgi ve sevgiye olan ihtiyacı, dikkatleri üzerinde tutmak istemesi, “var olduğunu” göstermesi olabilir. Aslında burada yaşlı birey “benimle ilgilen, beni yalnız bırakma, sana ihtiyacım var, beni gör” mesajlarını vermekte… Yaşlının sızlanma, eleştiri, suçlama ve öfke dilinin altındaki bu mesajları okuyamama ailede ve bakım verenlerde kızgınlığa, suçluluğa hatta ilişkileri zayıflatmaya kadar gidebilir. Kişiler karşısındakini suçlamadan kendilerini ifade etmeli, durumunu ve ihtiyacını dile getirmeli, imkânlar gözetilerek bir çözüm yoluna gidilmelidir. Her iki tarafın da beklentilerinin olması gayet doğaldır.
Yaşlı birey kendisine bakmakla yükümlü olan kişilerin de ihtiyaçları olduğunu bilmeli, onların şartlarını düşünmeli, onlara yapamayacakları şeyleri yükleyip beklentiye girmemeli, suçlamamalı, kendi durumunu güzel, yumuşak hatta mizahi bir dille ifade etmelidir. Onlara bol bol dua etmeli, hayırlarını istemelidir. Aile üyeleri ve bakım verenler de sabırlı olmalı, esnek davranmalı, empati kurmalı, gerekirse uygun bir dil ile mizahı kullanmalı, severek hizmet etmeli, kendisinin de yaşlanacağını düşünmelidir. İki tarafın da dengeli bir fiziksel ve duygusal birlikteliğe ihtiyacı vardır. Yaşlıya hizmet vermek yalnızca en yakınların işi değil, mevcut duruma göre uzak çevrenin, kurumların ve devletin de görevidir.
Yaşlı birey değişen şartlara uyum sağlamada zorlanabilir. Çünkü eski alışkanlıkları, düşünce biçimlerini değiştirmek çok zordur. Gençliğinde gelişime odaklı, esneyebilen, ilişkilerinde uyumlu bir yapıya sahip olanlar, katı bir kişiliğe sahip olanlara göre değişime daha rahat uyum sağlarlar.
Yaşlının olumlu zihinsel meşguliyet içinde olması, sosyal etkinliklerde bulunması, çevresindekilerin şartlarını anlamaya çalışarak ilişkilerini güzel tutması, ruhsal doyumunu ve huzur ihtiyacını hiç ölmeyen, diri ve sonsuz O’landa araması ilişkilerini sağlıklı bir zeminde sürdürmesine sebep olacaktır. Aile üyeleri yaşlının sosyal hayatını desteklemelidir. Aile ve bakım verenler bazen yaşlının kendisinin yapabileceği işleri üstlenerek onları farkına varmadan pasifliğe sürükleyebilir. Bu tutum yaşlıyı başkalarına bağımlı olmaya da itebilir. Bu nedenle onların iş yapma becerilerini sürdürmeye destek vermelidirler. “Yaş yetmiş iş bitmiş” gibi söylemler, yaşlılığı “huysuzluk, çaresizlik, pasiflik, üretkenlikte azalma” gibi algılamalar kişilerin sadece yaşlılara değil, yaşlanma sürecine de tutumunu olumsuz olarak etkilemektedir. Yaşlılardaki hayat tecrübesi, bilgi ve birikim gençlerde yoktur ve istifade etmeye ne kadar çok ihtiyacımız vardır…
Psikolog Oya Erdoğan