Değerlendirmesini, kullanmasını bilene her zaman, her mevsim güzeldir. Nitekim sevgili Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadîs-i şerîfinde buyurmuşlar ki:
“Kış ne güzel bir mevsimdir: Gündüzleri kısadır, o kul oruç tutar sevap kazanır; geceleri uzundur, kul kalkar teheccüt namazı kılar, gece ibadeti yapar sevap kazanır.”65
Buna mukabil o güzelim bahar günleri hakkında şairin biri de;
Beni bu güzel havalar mahvetti.
Böyle havada istifa ettim,
Evkaftaki memuriyetimden.
Tütüne böyle havada alıştım,
Eve ekmek ve tuz götürmeyi
Böyle havalarda unuttum…66 vs. diyebiliyor.
Ben yaz mevsiminin de birçok kimse üzerinde maalesef böyle bir tesir meydana getirdiğini görüyorum.
Yaz aylarını İslâm’ın ahkâmına, Allahu Teâlâ’nın rızasına uygun geçiren kaç şuurlu müslüman var? Genel olarak bizde millet yaz günlerinde öyle tembelleşir, pelteleşir ki sonbaharda kendisini zor toparlar. Okullar uzun yaz tatiline girince, çocuk öğrendiği dersleri, çalışmayı, öğrenci olduğunu unutur; iş hayatı gevşer, verim düşer, patron gün boyu dükkânı bir an evvel kapayıp yazlığına kapağı atmayı düşünmekle geçirir; memur yıllık iznini alır. Tüm sene biriktirdiği paralarla bilmem hangi sahil kentine veya dairesinin deniz kenarı kampına dinlenmeye gider, şehirler boşalır, plajlar karınca düğümü gibi kalabalıklaşır; edepsizler şehvet esiri, kadınlar teşhir, erkekler seyir hastası, çocuklar haylaz; dinî duygular unutulmuş, âhiret ve hesap korkusu kalkmış, ahlâk değerleri sıfırın altına düşmüş bir keyif ve zevk, iyş u nûş devresi yaşanır; içkiler, kumarlar, daha bilmem ne günahlar… sonra yorgun, argın, mahmur, avare, isteksiz isteksiz geri dönülür, insanlar maddeten ve mânen yanmış, yüzler kararmış, kalpler katılaşmış, kafalar boş, yığınla hasret, nedamet, gaflet ve dalalet, yürekler acısı bir mevsim sonu!
İslâm’da bu mânada bir tatil anlayışı var mı? Hayır, asla yok. İki günü müsavi olan bile ziyandadır, nerede kaldı tepetakla gitmek! Müslüman zamanın kıymetini en iyi bilen, onu en verimli şekilde geçiren şuurlu ve dinamik kişidir.
Mü’min, izin ve tatil günlerini, evvelce uğraşmaya imkân bulamadığı güzel işleri yapmaya fırsat sayar; ilim öğrenmek ve öğretmekle, Kur’an’la, irşad ve tebliğle, emr-i mâruf nehy-i münker yapmakla, malıyla, canıyla her türlü bilgi, beceri ve müktesebatıyla dinine hizmet etmekle, mazlum ve müstazaf müslüman kardeşlerine yardımcı olmak yolunda geçirir; sıla-i rahîm yapar; akraba, dost ve arkadaşlarını ziyaret eyler, sevap kazanır, gönül alır…
İslâm âleminin böyle gaflet ve tembellikle su gibi vakit ve nakit israfına hiç tahammülü var mı?
Yâ Rabbi, nerede o uyumamak için gözüne tuz süren, saçını tavandaki halkaya asan, sırtını dayayacak duvara sivri çivi koyan, çenesi altına çatal destek dayayıp geceler boyu ilimle, ibadetle iştigal eden; çiğnemek zaman alıyor diye katı yiyecek yemeyip sadece çorba içen, yolda yürürken bile okumaya devam eden, tüm geceyi okuduğu bir âyetten elli ahkâm çıkarmak için sabaha kadar tefekkürle geçiren, “rahat cennette, uyku kabirde” diye durmadan, dinlenmeden çalışan, Kudüs düşmandan alınıncaya kadar gülmemeye ahdeden hassas, uyanık, enerjik, aktif, sebatlı, metanetli, heybetli eski has müslümanlar… Nerede şu zamanın âciz, naçiz, bilgisiz, ilgisiz, işsiz, güçsüz, idealsiz, şaşkın, avare, canlı cenaze, nefis esiri, şeytan maskarası zayıf müslümanlar? Müsaadenizle onlara şöylece sesleneyim:
Be hey ahali! Allah emaneti ecdat yadigârı İslâm ülkeleri elden gidiyor, müslümanlar imha ediliyor; kardeşlerin aç, hor, hakir, fakir, geri, mağdur, mazlum; düşmanların sinsi, şirret, organize, güçlü, küstah, gaddar, zalim… merhametin, mürüvvetin yok mu, Allah’tan korkmuyor musun? Ehl-i küfre, ehl-i şirke, ehl-i dünyâya uymuş, nefis putuna hizmet etmekle; tatilde, keyfinde, zevkinde, mest ve mahmur vakit öldürmektesin.
Sana her an bin türlü ihsan ve ikramlar eden, o Esmâ-i Hüsnâ sahibi, rahmeti çok, lütfu bol Rabbinin yoluna ne zaman geleceksin? Fâni hayatın boşluğunu, hiçliğini ne zaman anlayacaksın?
Hemen tevbe et, Hakk’a dön, hayır şeref kazan; artık yeter dünya zevki, bundan sonra da âhiret saadetini elde etmeye çalış, çabala!
*
Eylül 1989