Yahya Kemal Beyatlı’nın bu mısrasını seçtim yazıma başlık olarak. O gülün yani Peygamber (sav)’in hasaisi, yani O’nu diğer insanlardan ayıran özellikler konumuz.
Homosapiens diye adlandırıp, maymun ataları olduğunu iddia edenler ne derlerse desinler biliriz ki, yeryüzünde insan, Hz. Âdem nesli olarak var oldu.
Habil ile kabilden bu yana da şeytanın oyunlarına karşı Kâmil insan olma mücadelesi içinde.
Zira Kur’an-ı Kerim’e göre insan, yaradılıştan çok zalim ve cehuldür. Acelecidir. Menfaatine çok düşkündür. Allah’a karşı çok nankördür. Haris ve cimridir. Kıskanç ve hasetçidir. Zayıf yaratılmıştır.
Yaradılıştan bu olumsuz özelliklere sahip olan insanın, bu özelliklerin yol açtığı onu aşağı çeken halleri törpüleyip, terbiye ederek yükselmesi, bu dünya hayatını başarı ile sonlandırıp, rızalullahı kazanması gerekir.
Bu eğitim için de her dönem Rabbimiz tarafından uyaran, örnek olan, tebliğ eden seçilmiş kullar, elçiler rehber olarak gönderilmiştir. Peygamber olarak seçilenlerin, (Sıdk) doğru olmak, (Emanet)sözüne güvenilir olmak, (Fetanet) akıllı ve zeki olmak, (İsmet) günahlardan korunmuş olmak ve (Tebliğ) Peygamberlerin Allah’tan aldıkları buyrukları ve yasakları ümmetlerine eksiksiz iletmeleri gibi benzersiz vasıfları olmuştur. Hz Âdem ile başlayan bu zincir, aralarında bazılarının isim ve hikâyelerini bildiğimiz, bazılarının bilmediğimiz 124.000 peygamber ve Resul ile devam etmiş “Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyen, Rabbimizin Habibim dediği, âlemlere rahmet kıldığı, âlemleri nurundan yarattığı peygamberimiz Muhammed Mustafa (sav) ile son bulmuştur.
Hz Muhammed Mustafa (sav)’i diğer insanlardan ayıran özellikleri içeren kitaplar “hasâisü’n-nübüvve” olarak adlandırılır. Onlarca bu özellikleri anlatan kitap vardır. Bunlardan Süyûtî’nin Hz. Peygamber’in mûcizelerini ve özelliklerini anlattığı kitabı el hasaisül Kübra en hacimli olanıdır. 14 bölümde inceler konuyu.
Peygamber efendimize duyulan aşırı sevgi onun bu özelliklerinin arasına abartılı ve uydurma ifadelerin karışmasına yol açmıştır. Bu yazıda mümkün olduğu kadar sağlam kaynaklı olanlarına yer vermek çabasındayım.
Rabbimiz ayetlerinde belirtir, efendimiz bizzat hadislerinde vurgular defaatle Muhammed Mustafa da (sav) bütün üstün özelliklerine rağmen diğer âdem evlatları gibi bir insandır.
O’da diğer insanlar gibi acıkır, susar, uykusu gelir, yorulur. Sinirlenir, öfkelenir, üzülür. Hüzünlenir, mahzun olur, hastalanır. Bu insani zaaflara tepkisi üstün ahlakın örneği olmasına binaen diğer insanlardan çok farklıdır. Şairin dediği gibi,
Muhammedün beşerün ve leyse kel-beşer
Bel hüve yâkûtetün ven-nâsü kel-hacer.
(Muhammed elbette beşerdir, ama sıradan bir beşer gibi değildir.
Belki taşlar arasında yakut ne ise, insanlar arasında Muhammed de odur.)
Peygamberliği kendisine bildirilmeden önce, yetişkin bir insan olduktan sonraki hayatında eş, baba, evinin geçimi için uğraşan bir tacir, dostlarına dost, düşmanlarına düşmandı.
Peygamberliğinden sonra da Hz. Ayşe’nin ifadesiyle o, “Kendi elbisesini yamayan, koyununu sağan ve kendi işini bizzat kendisi yapan” bir şahsiyetti. Sevecen bir eş, şefkatli bir baba ve sadık bir arkadaştı. Bütün bunları yaparken de güler yüzlü, şefkatli ve anlayışlıydı.
-Rabbimiz habibim dediği, âlemleri nurundan yarattığı Muhammed Mustafa (sav)’i peygamber göndermeyi murad ettiğinde de İbrahim peygamberden bu yana neslini seçmiş, önceki nesillerinden itibaren korumuş, bezemiş, ağır görevleri için hazırlamıştı.
Kendisi daha 5 yaşlarındayken çıktıkları seyahatin dönüşünde, annesi Âmine Hatun vefat ederken yüzüne bakıp söylediği şiir tadında sözlerle genç yaşına rağmen seçilmiş neslin olgunluğunu, yüksek şahsiyetini de anlatmıştır yüzyıllar boyu satırlarının ulaştığı herkese.
“Her diri ölecek, her yeni eskiyecek, her yaşlı dünyadan ayrılıp gidecektir. İşte ben de ölüyorum. Fakat adım ebediyyen kalacak. Çünkü arkamda hayırlı ve tertemiz bir evlat bırakıyorum.”
-Şakkı Sadr diye tabir edilen Cebrail as ve iki melek tarafından göğsünün yarılıp, bir çeşit ameliyat ile taşıyacağı ağır yüke hazırlanmış, süt annesi Halime’nin yanında olduğu sıralar 4 yaşlarındayken ilk kez, vahiyden ve miraca çıkmadan öncede birer kez olmak üzere göğsü yarılmış kalbinin içinden siyah bir pıhtı alınmış yıkanıp yerine konmuştur. Süt kardeşleri de kalbinin ilk yarılmasına şahit olmuş, korku içinde koşup annesine “Anne, anne! İki kişi geldi, Kureşî kardeşimizin karnını yardı” diye haber vermiştir.
-Gençliğinde en eminidir Mekke’nin. Kimseye veremedikleri emanetleri ona verirler. Birbirlerinden kıskandıkları kıymetli işlere onu hakem tayın ederlerdi. Kâbe’nin tamiri sırasında Hacer-ül Esvedin yerine yerleştirilmesi konusunda yaşanan anlaşmazlığa getirdiği harikulade çözüm malumunuzdur.
-Hz Peygamber’in kelimelerle çizilen resmi olarak ifade edilen hilye-i Şerif’lerde yetişkin halinin fiziki ve ahlaki özellikleri anlatılır. Gören gül cemaline âşık olur bir müddet yanında gezip dolaşan zarafet ve inceliğine hayran kalırdı.
-Kokusu ve teri gül kokar değdiği yerlerde, geçtiği sokaklarda bir müddet kokusu kalır oradan geçtiği bilinirdi.
-Gül kokusundan olsa gerek üzerine sinek, böcek konmazdı. Malum haşerat pis kokulara rağbet eder.
-Nakledildiğine göre ay ve güneş ışığında gölgesi yoktu kendisinin. Ayette anlatıldığı şekilde yeryüzünde yaratılmış olanların kendileri de gölgeleri de secde ederler. Beden ve gölge ayrı zikredilir.
Duruşu, güneş saati gibi öğlen hep on ikidedir güneşe karşı. Gölgesi kendi ile bir olmuş, birlikte secdesi.
-Secde eden, ona yürüyen ağaçları, zikreden taşları, başı üzerinde gölge eden bulutları herkes mi gördü yoksa gözleri perdelenmemiş olanlara mı ayan oldu ihtilaflıdır.
-Safların düzgün tutulması konusunda cemaati uyarırken söylediği gibi ön tarafı gördüğü gibi, arkasını da görürdü.
– Gece de gündüz gördüğü gibi ayandı ona baktığı yerler.
-Taş üstüne basınca, mübarek ayaklarının izi kalır, kum üstüne bastığında iz bırakmazdı. Üzerine bastığı taş ve mermerlerde çıkan ayak izlerinden bazıları Hindistan, Kahire’de ve Kudüs’te Kubbetüssahra’da olduğu gibi, İstanbul’da da Eyüp Sultanda, birinci Abdülhamit hanın türbesinde, lalelide sultan üçüncü Mustafa hanın türbesinde, Topkapı sarayı mukaddes emanetler dairesinde bulunmaktadır.
-Sözü çok vecizdi. Az kelime ile çok şey anlatırdı. Konuştuğunda adeta hitabet sanatı icra eder, hikâyeler ile destekler, bazı hallerde anlattıkları kolay anlaşılsın diye kum üzerine çizerdi.
-O’nu diğer peygamberlerden, üstün kılan en önemli özelliklerinden biri de Nübüvvetidir. Nübüvveti bir ülke ya da belirli bir zamanı değil, bütün zaman ve mekânlaradır.
– Mübarek zatı insanlarla ve diğer yaratılmışlarla birlikte cinlerin de peygamberidir.
-Cebrail as ile görüşüp, konuşmuştur.
-Âlemlerin efendisi, en şereflisi, en üstünüdür. Kendi dilinden kendisini anlattığı hadisleri övünmek için söylemediğini, gerçeği ifade ettiğini belirtmek için övünmek yok diyerek bitirir. Kendisini, Ene seyyidü veledi âdeme yevmel-kıyâmeh) “Ben kıyamet gününde Âdem as’ın evlâtlarının, insan cinsinin seyyidiyim, en şereflisiyim, en efendisiyim, en önde geleniyim; (ve lâ fahra) iftihar yok!” diye anlatır.
-Vahye muhatap olmak ağır bir vazifedir. Beşerin beşer sıfatları altında, Allah Teâlâ’nın hitabına muhatap olması, seçilmiş ve hazırlanılmış olmasına rağmen bu ağırlığı taşıyabilmesi zordur. Bedensel olarak vahiy geldiğinde genellikle şakaklarından inci gibi terlediği, arı uğultusuna benzer bir ses duyulduğu ve ağırlıktan devesinin çöktüğü vakidir.
-Ashâb-ı kirâm Peygamber Efendimiz’e uymaya çalışırlardı. Resûlullah Efendimiz’in yaptığı ibadetleri uygulamaya çalışırlardı; tâkat getiremezlerdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz de zaten onlara söylerdi; “Siz benim gibi tâkat getiremezsiniz. Rabbim beni destekliyor, kuvvet veriyor, rahmetiyle güçlendiriyor, rızıklandırıyor. Ben yapabilirim, siz yapamazsınız.”
-Mekke’de Kureyş halkının kendisinden bir mucize istemesi üzerine Peygamber Efendimiz’in parmağıyla gökyüzünde ayı işaret etmiş ve orada bulunanlar ayı ikiye bölünmüş halde açıkça izlemişlerdi.
-İsra ve Miraç Peygamber (sav)in Mekke’de Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksa’ya oradan da yüce makamlara çıkartılması hadisesidir. Yaratılmışlar içinde sadece ona nasip olmuş, bu yolculuk sırasında kimselerin görmediklerini görmüş, işitmediklerini işitmişti. Namaz ibadeti de bu esnada farz kılınmıştır. Yine burada mahşerde ümmetine şefaat hakkı verilmişti.
-O’nu bütün peygamberlere üstün kılmış, imamlık etmişti.
-Necm süresi 9. Ayette anlatıldığı üzere, Rabbimiz ile arada melek olmadan “Fekâne kâbe kavseyni ev ednâ “”Böylece yayın iki ucu kadar, hatta daha yakın oldu” denilecek kadar yakınlaşmış, vahiy almıştır.
– Peygamber Efendimize (sav) savaş esnasında melekler gönderilmiş ve meleklerle yardım edilmiştir.
– Yiyeceklerin bereketlenmesi. Az bir yiyecekle çok sayıdaki insanı doyurması konusunda pek çok rivayet, sahih hadis kaynaklarında anlatılır. Bu mucizeler genellikle kalabalık cemaatler içerisinde vuku bulur.
-Parmaklarından suların akması ve susuz olan büyük bir ordunun kanıncaya kadar bundan içip bütün ihtiyaçlarını gidermesi. Buharî, Müslim gibi sahih hadis kaynaklarında yer alan ve Hazreti Enes’den nakledilen bir mucizedir.
-Zehirli etin kendisini haber vermesi. Hayber fethinde bir Yahudi kadının, Hz. Peygamber’i öldürmek amacıyla sahabeleri evine davet etmiş ve onlara kızartılmış zehirli koyun eti sunması üzerine etin, kendisinin zehirli olduğunu haber vermiştir.
-Hurma kütüğünün ağlaması. Allah Resulü ’nün daha önceleri mescitte kendisine yaslanarak hutbe okuduğu kuru bir hurma kütüğünün, minber inşa edildikten kenara konmuştur. Sonrasında Hz. Peygamber’in hutbesini yeni minber üzerinde okurken o hurma kütüğünün Resulullah’a hasret ve muhabbetinden ötürü ağlamış ve inlemiş, mescitteki sahabeler bu sesi işitmişlerdir.
-Müşriklerin nerede öldürüleceklerini haber vermesi. Allah Resulü, Bedir harbinden önce, muharebe günü müşriklerin ileri gelenlerinden kimlerin hangi mevkide öldürüleceklerini önceden haber vermiştir ve harp meydanında söyledikleri aynen gerçekleşmiştir.
-Mahşerde Kevser’inin başında, livaül hamd sancağını taşıyacak susuz ümmetini havzı Kevser’inden kandıracak ve şefaat edecektir.
-Onun insanlar içinden olduğu halde benzersiz ve üstün olduğuna dair özelliklerden bir tanesi de asırlar sonrasında O’nu görmeden, ona sevdalı kendisinin “kardeşlerim” dediği ümmetinin varlığıdır. Asırlar sonrasından O’na Salat, selam yollamak ve onun tarafından selamlanmaktır.
-Şefaati günahkâr ümmetine bile erişir müjdesine binaen günahkâr ümmeti bütün yüz karalığına rağmen şefaatinden ümit vardır.
“Ben ayrılıp yürüdüğümde, size istiğfarı bıraktım. Ben, size karşı bir emanım. Ben ümmetimin yarısının cennete girmesiyle şefaat arasında muhayyer bırakıldım. Ama ben şefaati tercih ettim. Çünkü o daha geniştir. Şefaatimi yalnız takva sahipleri için sanmayın. O aynı zamanda günahkârân-ı ümmetim içindir.”
Salât ve Selam sana Ya Resulallah (sav).
Hümeyra Coşan Uyarel